Yazar "Altaner, Şemsi" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 23
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Akciğer kanserlerinde p53 immünoreaktivitesinin histopatolojik parametreler ile ilişkisi(2001) Altaner, Şemsi; Özdil, Aslı; Demiralay, Ebru; Doğanay, Latife; Ekuklu, GalipAkciğer kanseri, sık görülmesi ve her iki cinste de en sık ölüm nedeni olmasından dolayı tüm dünyada önemli bir sağlık problemidir. Etyopatogenezde çeşitli faktörler rol oynar. Değişik genlerde, özellikle p53 geninde meydana gelen mutasyonlar sonucu akciğer kanseri ortaya çıkar. p53 immünoreaktivitesi 78 primer akciğer kanserinde immünohistokimyasal (İHK) olarak araştırıldı. Olguların 41 tanesinde (%52.6) p53 immünoreaktivitesi saptandı. Tümörlerin diferansiyasyon derecesi ile p53 pozitifliği karşılaştırıldığında, az diferansiye tümörlerde p53 immunoreaktivitesi %70.4 iken, iyi diferansiye tümörlerde bu oranın azaldığı görüldü. Yapılan istatistiksel analizde diferansiyasyon derecesi ile p53 arasındaki ilişkinin anlamlı olduğu saptandı p=0.029). p53 immünoreaktivitesi ile tümör tipi, cinsiyet, lenf düğümü metastazı, damar invazyonu ve plevra invazyonu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadı.Öğe A case of epithelial-myoepithelial carcinoma of the parotid gland(2003) Taş, Abdullah; Yağız, Recep; Altaner, Şemsi; Koten, Muhsin; Karasalihoğlu, Ahmet RıfatEpiteliyal-myoepiteliyal karsinom tüm tükürük bezi neoplazmlarmın yaklaşık %1'ni oluşturur. Tümörlerin çoğu majör tükürük bezlerinden, özellikle de pa-rotis bezinden kaynaklanır. Epiteliyal-myoepiteliyal karsinomlu 65 yaşındaki erkek hastanın manyetik rezonans görüntülemesinde sol parotis bezinde dü-zensiz ve heterojen kitle görüldü. Hastaya yüzeysel parotidektomi uygulandı. Yirmi bir aylık takip süresinde herhangi bir komplikasyon ya da nüks saptanmadı.Öğe Coats hastalığı : Olgu sunumu(1999) Altaner, Şemsi; Fırat, Pınar; Mocan, Gamze; Kıratlı, HayyamSağ gözde kızarıklık, ağrı ve büyüme şikayeti ile başvuran yedi yaşında erkek hastaya, intraokuler kitle ön tanısı ve glokom nedeniyle enükleasyon ve operasyon sırasında ince iğne aspirasyon biopsisi uygulandı. Aspirasyon materyalinde çok sayıda köpüksü sitoplazmalı makrofajlar görüldü; bu hücrelerin bir kısmında sitoplazmik siyah renkte pigment mevcuttu. Enükleasyon materyalinde komplet retinal ayrılma yanısıra, subretinal alanda makrofaj infiltrasyonu , kolesterol kleftleri, eritrosit ekstravazasyonu ve fibrozis saptandı. Pigment epitelinde yer yer proliferasyon izlendi; ileri derecede genişlemiş sırt sırta vermiş damarların varlığı dikkati çekti. Bu bulgular ile olgu Coats Hastalığı olarak değerlendirildi. Bu makalede, retinal damar anomalileri ile karakterli, eksüdatif bir retinopati olan Coats hastalığını, nadir görülmesi nedeniyle sunmak ve klinikopatolojik özelliklerinin tartışmak amaçlandı.Öğe Çocuklardaki Meckel divertikülünde Helikobakter pilori varlığı(2004) Altaner, Şemsi; Doğanay, Latife; Puyan, Öz Fulya; Güreşçi, Servet; İnan, MustafaAmaç: Meckel divertikülü ince bağırsağın en sık görülen doğumsal bozukluğudur. Bu divertikülde sıklıkla mide epiteli bulunur. Midenin mukus salgılayan hücrelerini enfekte eden Helikobakter pilori (H. pilori) ektopik mide epitelinde veya mide metaplazisi alanlarında da bulunabilir. Çalışmamızda çocuklarda ektopik mide epiteli bulunan Meckel divertiküllerinde H. pilori varlığını araştırdık.Yöntem: Çalışmaya çocuk hastalardan çıkarılan 18 adet Meckel divertikülü örneği alındı. Bu olguların parafin kesitleri yeniden değerlendirilerek Warthin-Starry gümüşleme yöntemi ile boyandı.Bulgular: Olguların 12'si erkek ve 6'sı kız olup yaş ortalamaları 4.7 idi. Olguların tamamı semptomatik olup, en sık görülen semptom ağrıydı (12/18). Hastaların 10'unda heterotopik mide mukozası vardı. Heterotopik mide mukozası bulunan bu 10 olgunun 6'sında karın ağrısı, 4'ünde rektal kanama başlıca semptomlardı. Heterotopik mide mukozası bulunan hastaların 3'ünde H. pilori saptandı. Bunların 2'sinde karın ağrısı, 1'sinde ise rektal kanama vardı.Sonuç: Olgularımızda H. pilori varlığının ülser ve kanama oranını arttırmamış olduğu görüldü.Öğe Deneysel miyoglobinürik akut böbrek yetmezliğinde arginaz enzim inhibitörü Nw-Hydroxy-Nor-L-Ariginine (nor-NOHA)'nın etkileri(2012) Aydoğdu, Nurettin; Erbaş, Hakan; Altaner, Şemsi[Abstract Nıt Available]Öğe Deneysel Olarak Oluşturulan Miringosklerozun Önlenmesinde Topikal Deksametazonun Etkisi(2017) Üstündağ, Murat; Bulut, Erdoğan; Altaner, Şemsi; Taş, Abdullah; Yağız, Recep; Koçyiğit, MuratAmaç: Deneysel olarak sıçan timpanik membranlarında miringotomi ile oluşturulan miringosklerozun önlenmesinde, topikal deksametazonun etkinliğini otomikroskopik ve histolojik muayeneler ile araştırmayı amaçladık. Yöntemler: Sprague-Dawley cinsi 21 sıçan (42 kulak) otomikroskopik muayeneler sonrası rastgele üç gruba [deneysel cerrahi grubu (beş sıçan), kontrol grubu (8 sıçan), çalışma grubu (8 sıçan)] ayrıldı. Tüm gruplardaki sıçanların her iki timpanik membranlarına miringotomi yapıldı. Miringotomi sonrası deney grubundaki sıçan kulaklarına ek işlem yapılmadı. Deneysel cerrahi grubundaki kulaklara %0.9 NaCl, çalışma ve kontrol grubundaki kulaklara ise topikal olarak deksametazon uygulandı. Kontrol ve çalışma gruplarındaki uygulama dokuz gün boyunca tekrarlandı. Çalışmanın 10. gününde tüm gruplardaki kulaklar otomikroskopik ve histolojik olarak değerlendirildi. Otomikroskopik değerlendirmede miringoskleroz gelişimi ve yaygınlığı, histolojik incelemede ise; inflamasyon, zar kalınlığı ve miringoskleroz şiddeti değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızda topikal deksametazon uygulanan çalışma grubunda, kontrol ve deney gruplarına göre otomikroskopik olarak miringoskleroz gelişiminin daha az olduğu saptandı. Ayrıca, çalışma grubunda miringosklerozun daha az kadranı etkilediği görüldü. Histolojik olarak incelemede, inflamasyon varlığı çalışma grubunda, deneysel cerrahi ve kontrol gruplarına göre anlamlı olarak daha az görüldü. Ortalama zar kalınlığı değerleri çalışma grubunda deneysel cerrahi grubuna göre anlamlı olarak düşüktü. Miringoskleroz gelişimi yönünden gruplar arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmaz iken, miringoskleroz şiddeti yönünden çalışma grubundaki sıçan kulaklarının daha hafif etkilendiği saptandı. Sonuç: Çalışmamızın bulguları ışığında miringotomi sonrası topikal deksametazon uygulamasının miringosklerozun şiddeti ve yaygınlığını sınırlamada olumlu etkisi olacağını ileri sürebiliriz.Öğe The effects of long term-low dose cyclosporin-a treatment on muscles and tendons: An experimental study(2009) Yazgan, Ömer; Altaner, Şemsi; Aktaş, Ranan Gülhan; Aktaş, ŞerefAz sayıdaki çalışmada, siklosporin-A (CsA) içeren immünsüpresif tedavi alan hastalarda kas ve/veya tendon patolojileri görüldüğü bildirilmiştir. Çalışmamızda, (i) CsA ile düşük doz ve uzun süreli tedavinin ardından mikroskobik düzeyde çizgili kas dokusu ve tendonlarda değişiklik olup olmadığı ve (ii) tedaviye CsA?nın çözücüsü Cremophor-EL ya da steroid eklenmesinin ek bir değişiklik oluşturup oluşturmadığı araştırıldı. GEREÇ VE YÖNTEM 230-300 gr ağırlığında, dişi ve erişkin 24 adet Sprague-Dawley cinsi sıçan, rastgele dört gruba ayrıldı. Grup 1 kontrol olarak ayrılırken, diğer üç gruba 2,5 ay süre ile CsA (4 mg/kg/gün) periton içine verildi. Grup 2?ye CsA?nın oral formu, Grup 3?e CsA?nın Cremophor-EL içeren intravenöz (İV) formu verildi. Grup 4?e ise CsA?nın İV formu ile birlikte prednizolon (1 mg/kg/gün) uygulandı. Aşil tendonları ve triseps kaslarından hazırlanan doku örnekleri ışık mikroskobunda incelendi. BULGULAR Tüm deney gruplarında kaslarda lokal dejenerasyon, bağ dokusu artışı, mononükleer hücre sayısında artış gözlendi. Tendonlarda herhangi bir değişiklik yoktu. SONUÇ Çalışma, uzun süreli ve düşük dozda CsA kullanımı sonucu kas dokusunda morfolojik değişiklikler olmuştur. Tendonlarda herhangi bir değişiklik gözlenmemiştir. Cremophor-EL veya steroidlere bağlı olabilecek ek bir değişiklik belirlenememiştir. CsA nedeni ile oluşmuş bu değişikliklere, travma ya da cerrahi girişim sonrası kaslarda oluşabilecek hasarın eklenmesi ile çok daha dramatik bir tablo oluşabileceği göz ardı edilmemelidir. Bu sonucu destekleyen birkaç olgu sunumu vardır.Öğe Ekrin porokarsinom: Olgu sunumu ve literatür derlemesi(2007) Saynak, Mert; Koçak, Zafer; Altaner, Şemsi; Özen, Alaattin; Alas, Coşar Ruşen; Çaloğlu, Yürüt Vuslat; Üregen, BurcuEkrin porokarsinom, ekrin ter bezlerinden kaynaklanan nadir bir tümördür. Alt ekstremiteler en sık görüldüğü bölgedir. Cerrahi eksizyon en iyi tedavi seçeneği gibi görünmektedir. Cerrahi sınırların temiz olması lokal nüksleri önlemek açısından önemlidir. Lenf nodu tutulumu varsa bölgesel lenf nodu diseksiyonu yapılmalıdır. Biz, gövde cildinden kaynaklanan ekrin porokarsinom tanılı 69 yaşında bir kadın olgunun klinik ve patolojik özelliklerini sunuyoruz.Öğe Evaluation of cytological alterations in normal-appearing oral mucosal epithelia of smokers and non-smokers via AgNOR counts and nuclear morphometry(2008) Usta, Ufuk; Berberoğlu, Ufuk; Helvacı, Ercüment; Altaner, Şemsi; Süt, Necdet; Özdemir, ÇiğdemAmaç: Sigara içen ve içmeyen kişilerde normal oral mukozaya ait epitel hücrelerindeki proliferatif aktivite AgNOR boyama tekniği ve nükleer morfometri ile değerlendirildi. Hastalar ve Yöntemler: Yaymalar 50-70 yaş arasında sigara içen ve içmeyen, 40’ar hastanın normal görünümlü ağız taban mukozasından elde edildi. İyi tespit edilmiş nükleuslu ilk 50 skuamöz epitel hücresinde AgNOR’lar sayıldı ve bilgisayarlı görüntü analizi ile nükleer alanlar hesaplandı. Bulgular: İstatistiksel olarak sigara içmeyen grupta nukleus başına düşen ortalama AgNOR sayısı (3.47± 0.30) sigara içenlerden daha azdı (4.22±0.39, p<0.001). Ayrıca sigara içenlere ait hücre çekirdeklerinin alan ortalamaları (94.32±10.08) içmeyenlerden daha yüksek bulundu (87±9.4, p<0.05). Beş taneden fazla AgNOR’a sahip olan nukleusların ortalama sayısı sigara içmeyen ve içenlerde sırasıyla %14.6 ve %36.8 olarak bulundu. Sonuç: Bulgularımız sigara içiminin oral proliferatif lezyonların oluşmasında önemli bir risk faktörü olduğunu ve bu lezyonların taranması için oral eksfolyatif sitolojinin tercih edilebilecek bir yöntem olduğunu ortaya koymaktadır.Öğe The Importance of using PET/CT investigation in case of recurrence in an ovarian cancer case with lymph node metastasis without any lesions that can be scanned via conventional methods(2008) Tanrıverdi, Özgür; Uzunoğlu, Sernaz; Karagöl, Hakan; Çiçin, İrfan; Alas, Coşar Ruşen; Tokatlı, Füsun; Altaner, ŞemsiOver kanserlerinde lenf nodu tutulumu sık olmakla birlikte, aksiller ve supraklavikular lenf nodu tutulumu nadirdir. Takibi sırasında Ca-125 seviyesinde artış tespit edildiği halde konvansiyonel metodlarla herhangi bir lezyon tespit edilemeyen 55 yaşındaki over kanserli hastada rekürrens pozitron emisyon tomografisi ve bilgisayarlı tomografinin birlikte kullanımı ile tespit edildi. Ender tutulum gösteren suprklavikular ve aksiller lenf nodu ve intraabdominal lenf nodu tutulumu ile rekürrens saptanan hasta literatür ışığında tartışıldı. Bu olguda konvansiyonel metodlarla herhangi bir tümör saptanmayan durumlarda pozitron emisyon tomografisi ve bilgisayarlı tomografinin birlikte kullanımının öneminin altı çizildi.Öğe The investigation of tumoral angiogenesis with HIF- 1 alpha and microvessel density in women with endometrium cancer(2012) Aybatlı, Aysun; Sayın, Niyazi Cenk; Kaplan, Petek Balkanlı; Varol, Gülizar Füsun; Altaner, Şemsi; Süt, NecdetAmaç: Hipoksi ile indüklenen faktör-1? (HIF-1 ?) bir nükleer proteindir ve azalan hücre içi oksijen konsantrasyonuna cevap olarak regüle edilir. Bu nedenle bir hipoksi belirteci gibi görev yapar. Bu çalışmanın amacı endometrium kanserli olgularda tümör anjiogenezini immunohistokimyasal belirteçler ile incelemek ve evre, derece ve sağkalım gibi prognostik faktörlerle olan bağlantısını aydınlatmaya çalışmaktır. Gereç ve Yöntemler: 2001 ile 2010 tarihleri arasında Jinekolojik Onkoloji Bölümü’nde endometrium kanseri nedeniyle tanı alan ve ameliyat edilen 94 olgu çalışmaya dahil edildi. Olguların tümörü en iyi gösterdiğine inanılan kesitlerinin parafin blokları tekrar oluşturulup, HIF-1? ve CD34 antikorları kullanılarak anjiogenez ve mikrodamar dansitesi (MDD) değerlendirildi. Bulgular: HIF-1? pozitifliği ile yüksek grada sahip endometrium kanserli olgular arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi (p=0.044). Kullanılan immunohistokimyasal belirleyicilerin boyanma sonuçları birbiri ile karşılaştırıldığında HIF-1? pozitifliği izlenen olgularda CD34 ekspresyonunun daha fazla olduğu görüldü (p<0.001). HIF-1? ile evre, toplam sağkalım, histolojik tip arasında anlamlı ilişki saptanmadı. HIF- 1? pozitif ve negatif olguların servikal, adneksiyal, lenfovasküler ve myometrial invazyon özellikleri kıyaslandığında iki grup arasında fark gözlenmedi. CD34 ile değerlendirilen mikrodamar dansitesinin derece (grad) ve histolojik tip ile yapılan analizinde ise ileri grad tümörlerde ve tip II histolojik tip endometrium kanserlerinde mikrodamar dansitesi yüksek olarak belirlendi (r=0.268; p=0.009, p<0.001). Mikrodamar dansitesi ile evre ve sağkalım üzerinde ise anlamlı bir ilişki görülmedi. Sonuç: HIF-1? ekspresyonu ile endometrium adenokanserleri tümör anjiogenezi arasında bir ilişki mevcuttur. Endometrium kanserlerinde tümör gelişimi için gerekli yolakları engelleyebilecek HIF-1? odaklı çalışmalar ilerleyen zamanların ilgi çekici araştırma konularından olacaktır. (J Turkish-German Gynecol Assoc 2012; 13: 37-44)Öğe Karaciğer iskemi/reperfüzyon hasarında ?-lipoik asit ve L-karnitin’in koruyucu etkileri(2014) Özgün, Gülben Sayılan; Özgün, Eray; Başaran, Ümit Nusret; Altaner, Şemsi; Süt, Necdet; Eskiocak, SevgiAmaç: Oksidatif stres, karaciğer iskemi/reperfüzyon hasarının patogenezinde önemli rol oynar. Bu nedenle antioksidanlar karaciğer iskemi/reperfüzyon hasarına karşı koruyucu olabilir. Bu çalışmanın amacı karaciğer iskemi/reperfüzyon modelinde ?-lipoik asitin ve L-karnitinin, karaciğerde total oksidan düzeyine, lipid peroksidasyonuna, protein oksidasyonuna, nötrofil infiltrasyonuna ve hepatik nekroza etkilerini incelemektir.Gereç ve Yöntemler: Wistar albino erkek sıçanlar rastgele olarak 4 gruba ayrıldı: Sham (n=7), iskemi/reperfüzyon (n=7), ?-lipoik asit (n=8) ve L-karnitin (n=8). ?-Lipoik asit (100 mg/kg) ve L-karnitin (100 mg/kg) sırasıyla, ?-lipoik asit grubuna iskemi/reperfüzyon protokolünden 15 dakika önce ve L-karnitin grubuna 30 dakika önce intraperitoneal yoldan uygulandı. Hepatik iskemi/reperfüzyon oluşturmak için; iskemi sham grubu hariç diğer gruplara 60 dakika iskemi ve devamında 30 dakika reperfüzyon uygulandı. Karaciğerdeki total oksidan, malondialdehit, ileri protein oksidasyon ürünleri ve miyeloperoksidaz düzeyleri ölçüldü. Hepatik hasar mikroskopik olarak skorlandı. Bulgular: Nötrofil infiltrasyonunun göstergesi olan myeloperoksidaz düzeylerinde reperfüzyon prosedürü sonrası anlamlı bir değişme yoktu. Hem L-karnitin hem de ?-lipoik asit hepatik nekrozu anlamlı derecede azalttı. L-karnitin iskemi/reperfüzyon hasarında karaciğerde total oksidan düzeyi, lipid peroksidasyonu ve protein oksidasyonunda artışı önlerken, ?-lipoik asit sadece lipid peroksidasyonunu önledi.Sonuç: Sonuç olarak; ?-lipoik asit ve L-karnitinin iskemi/reperfüzyon hasarına karşı koruyucu etkilere sahip olduğunu söyleyebilirizÖğe Larinks kanserli cilt metastazlı bir olgu sunumu(2006) Alas, Coşar Ruşen; Çaloğlu, Murat; Çaloğlu, Yürüt Vuslet; Saynak, Mert; Altaner, Şemsi; İbiş, Cem; İbiş, KamuranEpidermoid larinks karsinomunda uzak metastaz yaklaşık %6.5%7.2 oranında görülmektedir. Sıklıkla akciğer, karaciğer ve kemiğe yayılım saptanmakla birlikte cilt metastazı oldukça nadir görülür. Bir yıl önce lokal ileri evre larinks kanseri tanısı ile kliniğimizde küratif radyokemoterapi yapıldıktan sonra takibe alınan 56 yaşındaki erkek hasta, Mayıs 2006 tarihinde genel durum bozukluğu nedeniyle başvurdu. Fizik muayenesinde, sağ üst kol medialinde 0.5 cm ve sternum sağ yanında 1x1 cm çapında, mobil, düzgün sınırlı iki adet subkutan nodül ve diabetik ayak saptandı. Göğüs duvarındaki lezyon eksizyonel biyopsi ile çıkarıldı ve mikroskopik olarak primer tümör ile uyumlu cilt metastazı olduğu görüldü. Hastanın cilt metastazı dışında lokal veya uzak tutuluma rastlanmadı. Rutin kan ve biyokimya tetkileri sonucunda, anemi, hiperkalsemi, hiperglisemi ve hipernatremi bulundu. Semptomatik tedaviye rağmen genel durumu kötüleşmeye devam eden hasta hastaneye yatırılışının 3. gününde kaybedildi. Cilt metastazı, uzak metastatik yayılımın, lokal bölgesel yinelemenin veya daha önce bulgu vermemiş larinks tümörünün ilk işareti olabilmektedir. Genellikle kötü prognoz göstergesi olduğu bilinmektedir.Öğe Memenin nadir bir tümörü: sekretuvar meme kanseri(2011) Yağcı, Mehmet Ali; Sezer, Yavuz Atakan; Yelda, Eyüp; Hoşcoşkun, Zeki; Hatipoğlu, Ahmet; Altaner, Şemsi; Çiçin, İrfanSekretuvar meme kanseri invazif meme kanserlerinin nadir bir tipidir. Bu tümör önce çocukluk çağı meme tümörleri olarak bildirilse de pediatrik ve erişkin yaş gruplarında sıklığı benzerdir. Bu yazıda meme koruyucu cerrahi, sentinel lenf nodu örneklemesini takiben kemoterapi ve radyoterapi ile tedavi edilmiş 50 yaşında bir kadın hasta sunulmuştur. Hasta üç yıldır takip edilmektedir ve nüks saptanmamıştır. Sekretuvar meme kanseri yavaş ilerleyen ve çok iyi prognoza sahip tümörlerdir. Tedavi seçenekleri hasta temel olarak planlanmalı ve meme koruyucu cerrahiler ve sentinel lenf nodu örneklemeleri öne çıkartılmalıdır. Sekretuvar meme kanserinde sistemik tedavi ve radyoterapi üzerinde çalışmalar yapılması gereken tedavi yöntemleridir.Öğe Mide adenokarsinomlarında Helikobakter pilori varlığı(2000) Kutlu, A. Kemal; Eruklu, Galin; Altaner, Şemsi; Özyılmaz, FilizHelikobakter pilori ilk kez 1983 yılında Warren ve Marshall tarafından kültürü yapılan gram (-) bakteridir. Helikobakter pilori'nin mide karsinom gelişiminde prekürsör lezyon olan kronik atrofik gastrit ve intestinal metaplaziye neden olması, gastrik adenokarsinomların patogenezinde olası rolünü gündeme getirmiştir. Çalışmamızda mide adenokarsinomu nedeniyle gastrektomi yapılan 47 vakada Warthin Starry boyama yöntemi ile Helikobakter pilori araştırılmış ve bu oran % 55.3 olarak bulunmuştur. Bu oranlar intestinal adenokarsinomlarda % 47.4, diffüz adenokarsinomlarda % 63.6 ve indiferansiye adenokarsinomlarda % 50'dir.Öğe Mide karsinomlarında helikobakter pilori pozitifliği ve p53 protein ekspresyonu(Trakya Üniversitesi, 1998) Altaner, Şemsi; Özyılmaz, FilizHP, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde daha yüksek oranlarda sağlıklı bireylerin mide mukozalannda bulunabilen hareketli bir bakteridir. HP'nin en yüksek oranda sorumlu tutulduğu hastalık duodenum Olseridir. Azalan oranlarda sırayla süperfisyal gastrit, mide ülseri, mide karsinomu, kronik gastrit ve nonülser dispepsidir. HP enfeksiyonunun karsinam oluşum mekanizması tam bilinmemektedir. Geniş alanda kabul gören hipotez HP' nin süperfisyal gastrit, kronik atrofik gastrit, intestinal metaplazi, displazi ve bunu takiben karsinam oluşturduğu yönündedir. Çalışmamızda 1984-1997 yılları arasında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim dalına gelen 62 gastrektomi materyali incelenmiştir. Vakalarırnızın yaş ortalarnası 59.7 olup KlE oranı 3.7'dir. Lauren 'a göre yapılan hjstolojik sınıflada 62 vakanın 27 (% 43 .5)'si intestinal, 28 (% 45.2)'i diffuz ve 7 (% ll.3)'si indiferansiye karsinomdu. Her üç karsinarnun sıklıkla lokalize olduğu bölge antrumdu. HP varlığını göstermek amacıyla 47 vakanın tümör dışı alanianna Warthin-Starry gümüşleme yöntemi uygulandı. Bütün vakalarda HP pozitifliği % 54 olarak tespit edildi. Pozitiflik oranı diffiız karsinamda hafif yüksek orandaydı. Pozitiflik erkeklerde ve ileri yaş erişkinlerde daha fazla oranda olup, kadın-erkek arasında önemli fark bulunmadı. Ayrıca HP pozitifliği ile yaş, tümör tipi, lokalizasyon, büyüme paterni, histolojik - nuklear grade ve lenf nodu tutulumu arasında anlamlı ilişki yoktu. p53 gen mutasyonları çok sayıda tümörde (sıklıkla akciğer, kolon, meme, beyin, özefagus, kemik ve yumuşak doku tümörlerinde) bulunmaktadır. Çalışmamızda literatür ile uyumlu olarak özellikle intestinal tip karsinamda (% 85) pozitiflik saptanmıştır. Diffuz karsinamda bu oran % 59' dur. Çalışmamızda p53 pozitifli~i ekspansiv olarak yayılan, iyi diferansiye ve perinöral invazyon yapmamış tümörlerde daha yüksek oranda bulunmuştur. HP pozitifliği ile p53 pozitifli~i arasında anlamlı ilişki yoktu. Son yıllarda önemi daha iyi anlaşılan HP, özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde büyük bir sa~lık problemi oluştunnaktadtr. HP'nin eradikasyonu ile birlikte mide karsinom prekürsörlerinden birisi ortadan kalkacağmdan mide karsinomu ve HP'nin yol açtığı di~er hastalıkların gelişiminde sayısal bir düşüş olacağı düşünülebilir.Öğe Multipl organ tutulumlu diffüz mide adenokarsinomu: Otopsi olgu sunumu(2002) Kutlu, A. Kemal; Doğanay, Latife; Puyan, Öz Fulya; Altaner, Şemsi26 yaşındaki erkek hasta üç aydan beri devam eden kilo kaybı, karında şişlik ve kusma şikayetleri ile başvurdu. Hastanemize yatırıldıktan kısa bir süre sonra yaygın asit ve kaşeksi tablosuyla öldü. Yapılan otopside 8 litreye yakın asit ve yaklaşık 2 litre plevral effüzyon tespit edildi. Mide makroskopik olarak linitis plastika şeklinde olup, barsaklar konglomere görünümdeydi. Serozaları ileri derecede kalınlaşmıştı. Mikroskopik incelemede primer lokalizasyonu mide olan diffüz adenokarsinom tespit edildi. Tümör tüm intraabdominal organ serozalarını, plevrayı ve özefagus çevresi yumuşak dokuları infiltre etmişti. Olgu genç yaşta olması ve tümörün yayılm şeklinin ilginçliği nedeniyle sunuldu.Öğe Osteosarkomlu baba ve oğulda genetik geçişin irdelenmesi(2006) Tokatlı, Füsun; Alas, Coşar Ruşen; Altaner, Şemsi; Pala, Funda; Uygun, Kazım; Uzal, Mustafa Cem; Yalnız, ErolAilesel osteosarkom kalıtımsal sendromlar içinde nadir görülen bir hastalıktır. Otuz yedi yaşında bir babada ve, babaya tanı konmasından üç yıl sonra, 17 yaşındaki oğlunda sırasıyla sol ve sağ femur distalinde osteosarkom saptandı. İki olguya da kemoterapi ve cerrahi tedavi uygulandı. Her iki olguda da p53 tümör baskılayıcı gen ve HER-2/neu onkogeni immünhistokimyasal olarak pozitif bulundu. Ek olarak, çocukta retinoblastom 1 gen kaybı vardı. Babada tanı anında ve tedaviden 13 ay sonra akciğer metastazı saptandı. Çocukta uzak metastaz yoktu. İlk olgu, gelişen merkezi semptomlara bağlı olarak tanıdan 39 ay sonra kaybedilirken, oğul tedavinin tamamlanmasından sonraki birinci yılda hastalıksız olarak yaşamını sürdürmekteydi. Her iki olguda belirlenen genetik anormallikler osteosarkomun patogenezinde spesifik genetik değişikliklerin rol oynayabileceğini desteklemektedir.Öğe Radyasyona bağlı oluşan karaciğer ve böbrek toksitesini önlemede amifostinin rolü(2007) Eskiocak, Sevgi; Altaner, Şemsi; Çaloğlu, Vuslat Yürüt; Alas, Ruşen Coşar; Koçak, Zafer; Tokatlı, Füsun; Uzal, Mustafa CemAMAÇ Amifostinin karaciğer ve böbrek dokusu üzerine olan radyoprotektif etkisini sintigrafik ve histopatolojik yöntemlerle değerlendirmek.GEREÇ VE YÖNTEM Dişi Wistar Albino cinsi sıçanlar 3 gruba randomize edildi: kontrol grubu, sadece radyoterapi (RT) grubu ve amifostine+RT grubu (n=10, her grup). Karaciğer ve böbreği kapsayan tek alandan 600 cGy RT uygulandı. Amifostine ise RT’de 30 dakida önce 400 mg/kg intraperitoneal olarak verildi. Sıçanlar 6 ay takip edildi. Sintigrafik değerlendirme RT öncesi ve deneyi sonlandırmadan önce yapıldı. Postmortem dönemde ise dokular histopatolojik olarak değerlendirildi.BULGULAR Amifostinin karaciğer ve böbrek üzerine radyoprotektif etkisi sintigrafik olarak kanıtlanmıştır. Bununla birlikte, radyasyona bağlı histopatolojik değişiklikleri her iki dokuda da azaltmıştır.SONUÇ Sonuçlarımızın klinik çalışmalarla değerlendirilmesi uygun olacaktır.Öğe Smith-Lemli-Opitz sendromu: Olgu sunumu(2006) Vatansever, Üffet; Duran, Rıdvan; Telören, Behzat; Güreşçi, Servet; Altaner, Şemsi; Acunaş, Betül AyşeSmith-Lemli-Opitz sendromu otozomal resesif geçen, çok sayıda doğuştan malformasyonun eşlik ettiği nadir görülen bir sendromdur. Smith-Lemli-Opitz sendromlu olgularda kolesterol biyosentezinin son basamağında 7-dehidrokolesterolü kolesterole çeviren ve geni 11q13'de lokalize bir enzim olan 7-dehidrokolesterol redüktazın doğuştan eksikliği mevcuttur. Otuz beş haftalık 1500 gr doğan bebeğin cildi kuru ve parşömen kâğıdı görünümünde, mikrognati, hipertelörizm, düşük kulak, antevert burun delikleri, belirgin filtrum, yarık damak, el parmaklarında ulnar deviasyon ve distal fleksiyon kontraktürü, çomaklaşma, ayaklarda pes ekino varus deformitesi ve çekiç topuk, sağ ayakta sindaktili, ambigius genitalya mevcuttu. İncelemelerde total kolesterol 108 mg/dl LDL kolesterol 48.8 mg/dl bulundu. Yirmi beşinci gün hayatını kaybeden olgunun otopsisinde iki loblu sağ akciğer, atriyal septal defekt, patent duktus arteriyozus, üreterlerde iki taraflı yerleşim anomalisi, sol sürrenalde insitu saptandı.