Yazar "Vardar, Mehmet Erdal" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 13 / 13
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Alcohol and Psychoactive Substance Use among University Students in Edirne and Related Parameters(Aves, 2016) Gorgulu, Yasemin; Cakir, Digdem; Sonmez, Mehmet Bulent; Kose Cinar, Rugul; Vardar, Mehmet ErdalIntroduction: Alcohol and psychoactive substance use and their effects are an important issue among adolescents and young adults. Different results have been reported about the frequency of alcohol and psychoactive substance use among university students in studies conducted both in Turkey and in different places worldwide. Methods: The frequency of alcohol and psychoactive substance use among Trakya University students (n=1385) and the related parameters were studied cross-sectionally using a self-reporting questionnaire. Results: Alcohol was the most common substance used (30%), followed by tobacco (29.9%) and marijuana (3.1%). The frequency of alcohol and psychoactive substance use was found to be higher among males with higher amounts of pocket money, whose parents experienced more conflict in their relationship, and who belong to families with a higher education and income level. Conclusion: The frequency of alcohol and psychoactive substance use among Trakya University students was found to be lower than other regions in Turkey and particularly lower than the levels reported in studies conducted in other countries.Öğe Alkol bağımlılığı olan hastalarda leptin, grelin, prolaktin düzeylerinin değerlendirilmesi(2011) Zeren, Uğur; Sönmez, Mehmet Bülent; Vardar, Mehmet ErdalAmaç: Alkol kullanan bireylerin tümünde alkol bağımlılığı gelişmemektedir. Bu sebeple bağımlılık için risk etkenleri, bağımlılığın etyolojisi ve bireyin alkol alma dürtüsünün temelleri araştırılmalıdır. Bu etkenlerin belirlenmesi için vücutta çeşitli rolleri olan hormonlar araştırma konusu olmuştur. Besin alımını etkileyen hormonların alkol alınımını da etkileyebileceği düşünülebilir. Bu çalışmada besin alınımını etkileyen hormanların alkol alınımı üzerinde etkisinin olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışmaya Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’na başvuran, Ruhsal Bozuklukların Tanımlanması ve Sınışandırması El Kitabı-Dördüncü Baskı (DSM-IV) ölçütlerine göre yapılan klinik değerlendirme sonucu alkol bağımlılığı tanısı alan ve hastaneye yatarak tedavi görmeyi kabul eden yirmi bir hasta dahil edildi. Hastaneye yatışlarının ilk günü (alkol alımını bıraktıkları gün, 0. gün) , 1., 7. ve 28. gün sabah saat 08:00’de aç olarak kanları alındı ve grelin, leptin ve prolaktin düzeyleri ölçüldü. Kontrol grubu için en az on gündür alkol içmeyen, DSM-IV ölçütlerine göre alkol bağımlılığı tanı ölçütlerini karşılamayan, hasta grubu ile uyumlu olarak yirmisi erkek ve biri kadın olmak üzere toplam yirmi bir gönüllü kişi seçildi. Kontrol grubundan leptin, grelin ve prolaktin düzeyleri için bir kez kan alındı. Bulgular: Alkol bağımlılığı olan hasta grubu ile kontrol grubu arasında leptin, grelin ve prolaktin düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Alkol bağımlılığı olan hastaların leptin ve prolaktin düzeyleri günler içinde anlamlı değişiklik göstermedi. Alkol bağımlılığı olan hastaların grelin düzeylerinde 0. gün ile 28. gün ve 1. gün ile 28. gün arasında istatistiksel olarak anlamlı bir azalma meydana geldi. Sonuçlar: Grelinin alkol bağımlılarında alkolü bırakmayı takiben günler içinde azalması bu konuda daha fazla çalışma yapılmasına gerek olduğunu ve daha uzun süreli ayıklık dönemlerinin değerlendirilmesinin faydalı olabileceğini düşündürmektedir. Bu çalışma, alkol bağımlılarında leptin, grelin ve prolaktin düzeylerinin alkol alınımı ile ilişkili biyolojik bir belirleyici olduğu hipotezini desteklememektedir.Öğe Alkol Bağımlısı Olan Hastalarda İçsel Farkındalığın Değerlendirilmesi(2016) Çöl, Işıl Ateş; Sönmez, Mehmet Bülent; Vardar, Mehmet ErdalAmaç: İçsel farkındalık (İF), bedensel sinyallerin dış uyaranlarla birlikte alınması, işlenmesi ve bütünleştirilmesini içeren içsel süreçleri doğru algılayabilme yetisi olarak tanımlanır. İçsel süreçler, uyaranlara karşı yaklaşma ya da kaçınma yönünde davranış motivasyonunu etkiler. Alkol ve diğer maddeler, otonomik sistem üzerinde içsel süreçlerde değişikliklerle sonuçlanan etkilere sahiptir. İçsel farkındalığı bozulmuş bireyler, karar mekanizmalarında bedensel sinyallerin yeterince değerlendirilememesi nedeniyle bağımlılık için daha fazla risk altında olabilirler. Bu çalışmada, alkol bağımlısı hastalarda İF'nin etkilenmiş olabileceği ve bozulmuş İF ile alkol aşermesi arasında ilişki olabileceği varsayımı test edildi Yöntem: Ruhsal Bozuklukların Tanımlanması ve Sınıflandırması El Kitabı, Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskı (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Fourth Edition, Text Revision; DSM-IV-TR) öl-çütlerine göre alkol bağımlılığı tanısı konan ve iki haftadır ayık olan 55 hasta ile alkol bağımlısı olmayan 52 sağlıklı gönüllü çalışmaya alındı. İF ölçümleri, dört ayrı aşamada öznel olarak algılanan kalp atım sayılarının EKG ile kaydedilen gerçek sayılar ile karşılaştırılmasına dayanan ve katı-lımcıların kalp atımlarına karşı farkındalıklarını değerlendiren kalp atışı algı performansı yöntemi ile yapıldı. Ayrıca alkol bağımlıları grubuna Al-kol Kullanım Bozukluklarını Tanıma Testi (AKBTT), Penn Alkol Aşerme Ölçeği (PAAÖ) ve Obsesif Kompülsif İçme Ölçeği (OKİÖ) uygulandı.Bulgular: Alkol bağımlısı hastalarda İF skorları kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşüktü. Alkol bağımlılarının İF skorları ile PAAÖ sonuç-larına göre aşerme düzeyleri arasında ters yönde ilişki vardı. Sonuç: Sonuçlarımız, alkol bağımlısı hastalarda İF'nin etkilenmiş olabile-ceği, azalmış İF'nin alkol aşermesi ile ilişkili olabileceği ve içme davranışı-nı sürdürmede etken olabileceği görüşünü desteklemektedir.Öğe Alterations of BDNF and GDNF serum levels in alcohol-addicted patients during alcohol withdrawal(European Journal Of Psychiatry, 2016) Sonmez, Mehmet Bulent; Gorgulu, Yasemin; Cinar, Rugul Kose; Kilic, Evnur Kahyaci; Unal, Aycan; Vardar, Mehmet ErdalBackground and Objectives: Brain-derived neurotrophic factor (BDNF) and glial cell line-derived neurotrophic factor (GDNF) are neurotrophic neuropeptides that play important roles in the synaptic plasticity, neuronal growth, survival and function. A possible neuroprotective role of neurotrophic factors against alcohol-induced cell damage has been suggested, and dysregulations in neurotrophic factors may be involved in the vulnerability to addiction. The aim of this study was to investigate the alterations of BDNF and GDNF serum levels in alcohol-addicted patients during alcohol withdrawal compared to healthy controls. Methods: BDNF and GDNF serum levels of 34 male inpatients diagnosed with alcohol addiction according to DSM-IV-TR were investigated during alcohol withdrawal (day 1, 7 and 14) in comparison to 32 healthy controls using an enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA). Severity of alcohol withdrawal was measured by Clinical Institute Withdrawal Assessment for Alcohol (CIWA-Ar), and intensity of alcohol craving was measured by Penn Alcohol Craving Scale (PACS) during alcohol withdrawal (day 1, 7 and 14). Results: BDNF serum levels increased significantly during alcohol withdrawal (p = 0.020). They were negatively correlated to the severity of alcohol withdrawal, and the correlation was close to being statistically significant (p = 0.058). BDNF and GDNF serum levels did not differ significantly between the patient and control groups. GDNF serum levels did not change significantly during alcohol withdrawal. Conclusions: Our results may provide support for the previously hypothesized role of BDNF in the neuroadaptation during alcohol withdrawal.Öğe Associations between energy drink consumption and alcohol use among college students(Taylor & Francis Inc, 2018) Bahadirli, Nil Banu; Sonmez, Mehmet Bulent; Vardar, Mehmet ErdalIntroduction: The aims of our study are to research the general features of energy drink consumption among college students, the association between energy drink consumption and alcohol use while controlling for demographic attributes and general risk taking propensity. Methods: The study was carried out using data collected from 2,632 college students at Trakya University (Edirne, Turkey). The study data were obtained from the Alcohol Use Disorders Identification Test, Addiction Profile Index, Energy Drink Consumption Data Form, Barratt Impulsiveness Scale, and Zuckerman Sensation Seeking Scale. Results: Of all the students, 59.9% had used energy drinks within the last year and 26.4% had used energy drinks within the last 1 month. Of the subjects who used energy drinks within the last month, 26.1% had high consumption frequency (>= 6 days/month). Energy drink consumption within the last year and last month predicted alcohol use within the last year and last month, binge drinking, and hazardous/harmful alcohol use in the logistic regression analysis. In addition, the high energy drink consumption frequency predicted hazardous/harmful alcohol use. Discussion: The association between energy drink consumption and alcohol use, independent from other variables related to alcohol use, highlights the importance of raising awareness among college students.Öğe Edirne'de Üniversite Öğrencileri Arasında Alkol ve Psikoaktif Madde Kullanımı ve İlişkili Parametreler(2016) Görgülü, Yasemin; Çakır, Diğdem; Sönmez, Mehmet Bülent; Çınar, Rugül Köse; Vardar, Mehmet ErdalAmaç: Ergenler ve genç erişkinlerde alkol ve psikoaktif madde kullanı-mı ve sonuçları önemli bir sorundur. Üniversite öğrencilerinde alkol vepsikoaktif madde kullanım sıklığı ile ilgili hem ülkemizin hem de dünyanındeğişik bölgelerinde yapılmış çalışmalarda farklı sonuçlar bildirilmektedir.Yöntem: Trakya Üniversitesi öğrencilerinde (n=1385) kesitsel olarak alkolve psikoaktif madde kullanım sıklığı ve ilişkili parametreler araştırılmış-tır. Özbildirimle doldurulmuş bir anket formu uygulanmıştır.Bulgular: Alkol en fazla kullanılan madde (%30) iken, sigara (%29,9) veesrar (%3,1) onu takip etmekteydi. Erkeklerde, ailesinin eğitim düzeyive gelir düzeyi yüksek olanlarda, harçlığı yüksek olanlarda, anne babasıbirbiriyle anlaşamayan yada boşanmış olanlarda alkol ve psikoaktif maddekullanım sıklığı daha fazla bulundu.Sonuç: Trakya Üniversitesi öğrencilerinde psikoaktif madde kullanım sıklığıülkemizin diğer bölgelerinde ve özellikle de diğer ülkelerde yapılançalışmalarda belirtilenlere göre daha düşük bulunmuştur.Öğe Ergenlerde yeme bozukluklarının yaygınlığı ve psikiyatrik eş tanıları iki aşamalı toplum merkezli bir çalışma(2011) Vardar, Mehmet Erdal; Erzengin, MücadeleAmaç: Bu çalışmanın amaçları ergenlerde yeme bozukluğu (YB) yaygınlığını belirlemek ve YB olgularında psikiyatrik eş tanıları değerlendirmektir.Yöntem ve Gereçler: Çalışmanın ilk aşamasında rasgele örneklem yöntemiyle 2907 öğrenciye yeme tutum testi (YTT) uygulanmıştır. İkinci aşamada YTT kesme puanı 30 ve üzeri olan öğrencilerle DSM–IV tanı ölçütleri kullanılarak klinik görüşme yapılmış ve YB grubu belirlenmiştir. Kontrol grubu, sınıf ve cinsiyet olarak eşlenmiş, YB tanısı olmayan, YTT skoru 30’un altında olan öğrenciden oluşmuştur. YB grubu ve kontrol grubunu oluşturan öğrencilere DSM-III-R Yapılandırılmış Klinik Görüşme Ayaktan Hasta Formu ve Sağlıklı Kişi Formu uygulanarak eş tanılar değerlendirilmiştir. Ayrıca, tüm öğrencilere bir demografik değerlendirme formu, Beck Depresyon ve Anksiyete Ölçeği uygulanmıştır.Bulgular: Çalışmaya katılan 2907 öğrenciden 68’i (9 erkek, 59 kız) DSM-IV araştırma ölçütlerine göre YB tanısı almıştır. Çalışmamızda anoreksiya nervosa nokta yaygınlığı oranının % 0.034, bulimiya nervoza % 0.79, başka türlü adlandırılamayan yeme bozukluğu % 1.51, tıkınırcasına yeme bozukluğu % 0.99 ve tüm yeme bozuklukları için nokta yaygınlığı oranının ise % 2.33 olduğu bulunmuştur. Erkek öğrenciler arasında anoreksiya nervoza ve bulimiya nervoza tanısı alan olmamıştır. Sekiz erkek öğrencide YB tanısı olarak tıkınırcasına yeme bozukluğu görülmüştür. Majör depresyon, yaygın anksiyete bozukluğu ve sosyal fobi, YB olgularında daha sık olarak görülen eş tanılardır. Beck anksiyete-depresyon ve YTT sonuçları, beden kitle indeksi, YB olgularında kontrollerden daha yüksektir.Sonuç: Bu çalışmada, ergenlerde YB nokta yaygınlığı %2.33, ergen kızlarda oranın %4.03 olduğu saptanmıştır. Ayrıca, atipik yeme bozukluğunun ergenlerde en sık görülen YB olduğu, tıkınırcasına yeme bozukluğunun ise erkeklerde en sık görülen YB olduğu saptanmıştır. Elde edilen bulguların Batı ülkelerindeki oranlara benzer olduğu ancak anoreksiya nervoza yaygınlığının daha az olduğu, eş tanı açısından majör depresyon ve genelleşmiş anksiyete bozukluğunun en sık görülen bozukluklar olduğu bulunmuştur.Öğe Evaluation of Interoceptive Awareness in Alcohol-Addicted Patients(Turkish Neuropsychiatry Assoc-Turk Noropsikiyatri Dernegi, 2016) Ates Col, Isil; Sonmez, Mehmet Bulent; Vardar, Mehmet ErdalIntroduction: Interoceptive awareness (IA) is defined as an ability to accurately perceive interoceptive processes, which comprise receiving, processing, and integrating body-relevant signals together with external stimuli. Interoceptive processes affect the motivated approach or avoidance behavior toward stimuli. Alcohol and other substances have effects on the autonomic system that result in altered interoceptive processes. Individuals who have disturbed IA may be at a higher risk of addiction because they are not able to utilize sufficiently body-relevant signals to guide their decision-making. The hypothesis that IA in alcohol-addicted patients would be affected and that the disturbed IA would be associated with alcohol craving was tested in this study. Methods: The study was conducted with 55 patients diagnosed with alcohol addiction according to the Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Fourth Edition, Text Revision (DSM-IV-TR) criteria and who had been sober for at least two weeks and 52 non-addicted healthy controls. IA measurements were performed using the heartbeat perception performance method, which determines participants' awareness of their own heartbeat by comparing the number of subjectively perceived heartbeats with an objective heart rate measure recorded with ECG during four separate intervals. In addition, the Alcohol Use Disorders Identification Test (AUDIT), Penn Alcohol Craving Scale (PACS), and Obsessive Compulsive Drinking Scale (OCDS) were performed on the alcohol-addicted patient group. Results: IA scores were significantly lower in the alcohol-addicted patients than the control subjects. IA scores of alcohol-addicted patients were negatively correlated with the levels of alcohol craving sensations according to the PACS results. Conclusion: Our results corroborate the suggestion that IA in alcohol-addicted patients would be affected and that poor IA would be associated with alcohol craving and could be a maintaining factor for drinking behavior.Öğe Evaluation of the Effects of High Intensity Interval Training on Cytokine Levels and Clinical Course in Treatment of Opioid Use Disorder(Turkiye Sinir Ve Ruh Sagligi Dernegi, 2020) Durmus, Pelin Tas; Vardar, Mehmet Erdal; Kaya, Oktay; Tayfur, Pinar; Sut, Necdet; Vardar, Selma ArzuObjective: Opioid use disorder (OpUD) is a biological and psychosocial disorder with limited treatment options. Addition of physical exercise to the pharmacological treatment has been proposed to be effective on reducing substance use and improving the quality of life. In this study we aimed to investigate the effects of a high-intensity interval training (HIIT) program on the serum levels of cortisol, insulin-like growth factor1 (IGF-1), interferon-gamma (IFN-gamma), interleukin 17 (IL-17) and the clinical progress of inpatients with OpUD. Method: Our study enrolled 22 male inpatients diagnosed with OpUD on the basis of the DSM-5 criteria. Two groups of 11 individuals were formed as the exercise (EG) and the control (CG) groups. The EG conducted 5 sessions of a HIIT. Participant data were collected with Sociodemographic Questionnaire, the Addiction Profile Index (API), and the Barratt Impulsiveness Scale (BIS-11). Also, the Hamilton Depression Rating Scale (HAM-D), the Hamilton Anxiety Rating Scale (HAM-A) and the Substance Craving Scale (SCS) were used before and after the treatment program in order to evaluate the clinical progress. Blood samples were collected on the 5th and the 21st days for estimation of the serum cortisol, IGF-1, IFN-gamma and the IL-17 levels. Results: Comparison of the pre- and the post-treatment performances of the two groups on the HAM-D, the HAM-A and the SCS indicated a significant drop in the respective scores of the EG. Also, a significant increase was observed in the post-treatment IGF-1 level of the EG as compared to the CG. No differences were observed between the cortisol, IFN-gamma and IL-17 levels of the EG and the CG. Conclusion: HIIT resulted in significant reduction in the symptoms of depression, anxiety and substance craving, and increased the serum IGF-1 levels. HIIT did not change serum cortisol, IFN-gamma and IL-17 levels. We believe this research will contribute to the literature on the treatment of opioid depencence by emphasising the effects of HIIT on patients treated for OpUD.Öğe Melatoninin sıçanlarda beyin ve karotis arter kan akımına etkisi(2004) Kaymak, Kadir; Altun, Durmuş Gülay; Çukur, Ziya; Yaprak, Mevlüt; Vardar, Selma Arzu; Vardar, Mehmet ErdalAmaç: Bu çalışmada melatoninin farklı konsantrasyonlarının, erişkin sıçanların beyin ve karotis arter kan akımlarına etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntemler: Sprague-Dawley türü erişkin erkek sıçanlar dört gruba (n=6) ayrıldı. Kontrol grubuna Tc99m HMPAO bolus enjeksiyonunu takiben dinamik sintigrafik ölçüm yapıldı. Aracı gruba sintigrafi öncesi, melatonin içermeyen fizyolojik serum ve %1 etanol karışımı periton içi verildi. Diğer gruplardaki sıçanlara sintigrafi öncesi 0.1 µg/kg ya da 100 µg/kg periton içi melatonin verildi. Tüm grupların sol ventrikül, tüm beyin, sağ ve sol karotis arterdeki ilgi alanları (ROI) çizildi. Zaman aktivite grafikleri oluşturuldu. Beyin retansiyon indeksi (BRI), sağ a. carotis communis kan akımı (RCR) ve sol a. carotis communis kan akımı oranları (LCR) belirlendi.Bulgular: Sıçanlara fizyolojik dozda (0.1 µg/kg) melatonin verildiğinde, BRI değerlerinin kontrol grubu değerlerinden istatistiksel olarak anlamlı azalma gösterdiği saptandı (p=0.01). Farmakolojik dozda (100 µg/kg) melatonin verilen grubun BRI değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı azalma meydana gelmedi. Fizyolojik dozda melatonin alan sıçanların RCR ve LCR değerleri diğer gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermedi. Farmakolojik dozda melatonin alan sıçanların RCR ve LCR değerlerinin ise daha yüksek olduğu görüldü.Sonuç: Fizyolojik dozda melatonin sıçan beyin kan akımını azaltmaktadır. Farmakolojik dozda karotis arter kan akımını artırıcı etki etmektedir. Ancak bu durum beyin kan akımında artış sağlamamaktadır.Öğe Serebrovasküler hastalık sonrası gelişen duygu durum ve bilişsel bozulmanın lezyon lokalizasyonu ve lateralizasyonu ile karşılaştırılması(Trakya Üniversitesi, 1993) Vardar, Mehmet Erdal; Abay, Ercan-26- OZET Bu çalışmada SVH geçiren 28 hastada lezyon lokalizasyonu ve lateralizasyonu ile depresyon, bilişsel bozulma ve diğer psikiyatrik bozuklukların ilişkisi değerlendirilmiştir. Bu hasta grubunda % 39.3 oranında depressif bozukluk belirlenmiş ve bu durumun bilişsel yetileri olumsuz etkilediği WAIS-R testi ile gösterilmiştir. Bedensel yetersizliğin depresyona yol açması görüşü anlamlı bulunmamakla birlikte, depresyon bulunan hastalarda nörolojik yetersizliğin daha belirgin olduğu gözlenmiştir. Depresyon ve diğer psikiyatrik bozukluklara neden olabilecek belirli bir lezyon lokalizasyonu ve lateralizasyonu bu çalışmada gösterilememiştir. SVH sonrası gelişen psikiyatrik bozuklukların patogenezinin daha karmaşık olduğu sonucuna varılmıştır.Öğe Şizofreni ve şizoaffektif bozukluk akut alevlenmesi olan hastalarda ziprasidon ile risperidon’un klinik etkinlik, ekstrapiramidal, kardiyak ve metabolik yan etkilerinin karşılaştırılması(2009) Sönmez, Mehmet Bülent; Vardar, Mehmet Erdal; Altun, Gülay Durmuş; Abay, Ercan; Bedel, DenizAmaç: Atipik antipsikotik ilaçlar tipik antipsikotik ilaçlardan farklı klinik yan etkilere sahiptirler. Atipik antipsikotik ilaçların arasında da yan etki farklılıkları görülmektedir. Atipik antipsikotik ilaçlar arasında klozapin dışında klinik yararlanım açısından fark olmaması, klinisyen için ilaç tercihinde yan etkileri ön plana çıkarmaktadır. Antipsikotik ilaçların göreceli etkinlik ve yan etki profillerinin belirlenmesi için daha fazla klinik karşılaştırma çalışmasına gereksinim duyulmaktadır. Biz bu çalışmada şizofreni ve şizoaffektif bozukluk akut alevlenmesi olan hastalarda ziprasidon ile risperidon tedavilerinin klinik etkinliğini, ekstrapiramidal, metabolik ve kardiyak yan etkilerini karşılaştırmayı amaçladık.Yöntem: Ruhsal Bozuklukların Tanımlanması ve Sınışandırması El Kitabı, Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskı (DSM-IVTR) tanı ölçütlerine göre şizofreni veya şizoaffektif bozukluk akut alevlenmesi olan toplam 22 hasta, 6 hafta süreyle ziprasidon 80-160 mg/gün (n=11) veya risperidon 4-8 mg/gün (n=11) almak üzere rasgele dağıtıldı. Etkinlik değerlendirmeleri için pozitif ve negatif sendrom ölçeği (PANSS-T) toplam puanı, pozitif semptomlar alt ölçeği (PANSS-P) ve negatif semptomlar (PANSS-N) alt ölçeği kullanıldı. Hareket bozukluğu değerlendirmeleri için Anormal İstemsiz Hareketler Ölçeği (Abnormal Involuntary Movement Scale, AIMS), Simpson-Angus Nöroleptiklere Bağlı Hareket Bozukluklarını Değerlendirme Ölçeği (Simpson-Angus Scale, SAS) ve Barnes Akatizi Ölçeği (Barnes Akathisia Rating Scale, BARS) kullanıldı. Metabolik yan etkiler laboratuar testleri, beden ağırlığı ve beden kitle indeksi ölçümleri ile değerlendirildi. Kardiyak yan etkileri değerlendirmek için elektrokardiyografi ve radyonüklid ventrikülografi (Multigated Equilibrium Acquisition, MUGA scan) incelemeleri yapıldı. Çalışmayı tamamlayan 20 hastanın verileri analiz edildi. Çalışma açık uçlu ve randomize olarak yürütüldü.Bulgular: Her iki antipsikotik ilaç da klinik bulgularda anlamlı düzelme sağladı. Başlangıç ve sonlanım etkinlik değerlendirmelerinde her iki tedavi grubu arasında anlamlı fark yoktu. Risperidon grubunda 7. ve 21. günlerde SAS ölçeğine göre parkinsonizm bulgularında anlamlı artış oldu. Ziprasidon, beden ağırlığı ve glikoz düzeyleri üzerine daha olumlu etkiler gösterdi. Risperidon grubunda 42. günde prolaktin düzeylerinde anlamlı yükseklik vardı. İki ilaç arasında QTc uzaması açısından fark yoktu, ancak ziprasidon grubunda 21. ve 42. günlerde başlangıca göre anlamlı düzeyde QTc uzaması saptandı. Başlangıç ve sonlanım sol ventrikül sistolik ve diyastolik fonksiyonlarının ölçümlerinde, her iki tedavi grubu arasında anlamlı fark yoktu.Sonuçlar: Klinik olarak risperidon ve ziprasidon’un etkinliğinin benzer olduğu bulunmuştur. Risperidon’un ekstrapiramidal ve metabolik yan etkileri ziprasidon’a göre daha fazla görülürken, QTc uzaması ziprasidonda daha fazla görülmüştür. MUGA değerlendirmesinde ise gruplar arasında fark yoktur.Öğe Sporcular arasında anabolik androjenik steroid ve efedrin kullanımı(2004) Vardar, Mehmet Erdal; Kurt, Cem; Vardar, S. ArzuAmaç: Anabolik androjenik steroid ilaçlar (AAS) ve efedrin sporcular arasında atletik performansı veya fiziksel görünümü güçlendirmek için kullanılmaktadır. Bu ilaçların kullanımı bir çok ciddi tıbbi ve psikiyatrik soruna yol açabilir. Bu çalışmanın birincil amacı sporcular arasında AAS ve efedrin kullanım oranını belirlemek ve ikinci olarak AAS ve efedrin kullananların sosyodemografik, bağımlık ve kötüye kullanım özelliklerinin değerlendirilmesidir. Yöntem: Çalışmaya Trakya Üniversitesinden ve özel spor kulüplerinden toplam 242 sporcu katılmıştır. Katılımcılar sosyodemografik, bağımlılık ve ilaç kötüye kullanımına ait öz bildirim sorularını yanıtlamışlardır. AAS ve efedrin kullanıcılarının son 1 yıldaki özelliklerinin belirlenmesi için DSM-IV ilaç kötüye kullanım ve bağımlılık tanı ölçütleri kullanılmıştır. Bulgular: Son bir yıl içinde 27 sporcu (%11.2) AAS ve efedrin kullanmıştır. AAS ve efedrin kullananların 6'sı kadındır ve 6'sı halen aktif kullanıcıdır. AAS ve efedrin içeren ilaçları kullanan sporcuların 1/3'ü en az bir DSM-IV bağımlılık ve kötüye kullanım tanı ölçütünü karşılamıştır. Güreş ve vücut geliştirme sporu yapanların AAS ve efedrin içeren ilaçları diğer spor branşlarına göre daha fazla kullandıkları görülmüştür. Kendini depresif hissetme ile karakterize yoksunluk belirtisi en sık bildirilen bulgudur. AAS ve efedrin kullanan sporcuların %77'si eğitimci önerisi ile bu ilaçları kullandıklarını ifade etmişlerdir. Sonuç: Bölgemizde AAS ve efedrin içeren ilaçlar sporcular arasında sık kullanılmaktadır. Bu ilaçları kullanan sporcular arasında bağımlılık ve kötüye kullanım sorunları olabilir.