Yazar "Tuğrul, Armağan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 9 / 9
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Böbrek yetersizliğinde nifedipin ve kaptoprilin proteinüri ve böbrek fonksiyonlarına etkileri(1998) Tuğrul, Armağan; Erkmen, Nermin; Berkarda, Şakir; Sarıkaya, Ali; Süren, CenkKronik böbrek yetersizliğinde (KBY), hipertansiyonun tedavisi için kullanılan kalsiyum kanal bloken nifedipin ve angiotensin konverting enzim inhibitörü kaptoprilin, böbrek fonksiyonlarına olan etkisi araştırıldı. Çalışmaya Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları polikliniğine başvuran aynı yaş grubunda, serum kreatinini 1.6 mg/dl üzerinde kreatinin klirensi 80 ml/dk/1.73m2 altında olan, oligürisi olmayan çeşitli nedenlerden dolayı gelişmiş kronik böbrek hastalığı olan 21 hasta alındı. Rastgele olarak 11 hastaya 20-40 mg/gün nifedipin ve 10 hastaya kreatinin klirensine göre 37,5-100 mg/gün dozunda kaptopril 3 ay süre ile verildi, ilaçlar öncesi ve sonrası, kan basıncı değerleri, kreatinin, kreatinin klirensi, proteinüri ve kantitatif böbrek DMSA sintigrafileri karşılaştırıldı. Her iki grubta da ortalama arter basıncı anlamlı olarak düştü. Kreatinin klirensi ve DMSA uptake ortalama oranlarındaki değişiklikler anlamsızdı. Nifedipin grubunda proteinüri giderek arttı. Kaptopril grubunda ise proteinüri azaldı, ancak istatistiksel anlamlılık saptanmadı. Bulgularımız; KBY'de ortalama arter basıncını (OAB) her iki ilacın düşürmesine karşın, nifedipinin proteinüriyi arttırdığını, her iki ilacın da glomerüler filtrasyon ve perfüzyonu belirgin etkilemediğini düşündürmektedir.Öğe Diyabet kalbinin kantitatif ultrasonik miyokard dokusu analizi(2001) Akdemir, Osman; Dağdeviren, Bahadır; Altun, Armağan; Uğur, Betül; Arıkan, Ender; Tuğrul, Armağan; Özbay, GültaçAmaç: Ekokardiyografi görüntülerinde kalbin kasılma ve gevşemesi esnasında miyokardın video yoğunluğunda (MVY) sırasıyla azalma ve artma gözlenmektedir. Bu çalışmanın amacı MVY'nun bu fizyolojik değişkenliği bağlamında tip-I diabetes mellitus hastalarını sağlıklı bireylerle kıyaslamaktı. Yöntem: Bu amaçla insüline bağımlı 18 genç tip-I diabetes mellitus hastası (yaş: 23.2±6.4>15-37- diyabet süresi: ort. 7.85±5.6 yıl> 1-7 yıl) ve yaş-cinsiyet bakımından eşdeğer 14 sağlıklı bireyin standart ekokardiyografi kayıtları alındı. Her birey için video-teyplere kaydedilen üçer ardışık kalp siklüsünün diyastol sonu ve sistol sonu görüntüleri bilgisayar ortamına aktarıldı. Bu görüntüler üzerinde sol ventrikül septum ve arka duvarında seçilmiş alanlara, bu amaca yönelik bir bilgisayar programı ile kantitatif doku analizi uygulandı. MVY için siklik değişkenlik indeksi (SDİ) hesaplanmasında "SDİ=diyastol-sonu MVY - sistol-sonu MVY/ diyastol-sonu MVY x 100" formülü kullanıldı. Bulgular: Gruplar arasında sol ventrikül diyastolik çap indeksi, fraksiyonel kısalma, zirve E ve A hızları, E/A oranı ve hıza görü deziltilmiş izovolümik relaksasyon zamanı anlamlı farklılık göstermezken, septum (8.3±1.1 mm'ye karşı 7.3±0.9 mm; p=9b916) ve arka duvar kalınlıkları (7.96±0.63 mm'ye karşı 6.8±1.1 mm; p=0.004) ile E-deselerasyon zamanı (167±23ms'ye karşı 140±19 ms; p=0.003) diyabet hastalarında artmış bulundu. Hasta grubunda gerek septum (% 18.2±11.5'e karşı % 39.3±11.5; p=9b991) gerekse arka duvarda SDİ (% 16.4±16'ya karşı % 40.5±9.2; p=0.0001) anlamlı olarak azalmış bulundu. Sonuç: MVY değişkenliğinin diyabetik hastalarında anlamlı olarak farklı bulunmasının klinik-öncesi bir değişikliğe işaret etmesi olasıdır ve mevcut bir hastalık anlamına gelmese de diyabetik kardiyomiyopatinin histopatolojik bulgularının erken bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.Öğe Hipertansif hastalarda glikoz metabolizma bozukluğunun kardiyovasküler risk faktörlerine etkisi(2004) Arıkan, Ender; Güldiken, Sibel; Altun, Betül Uğur; Kara, Müjdat; Tuğrul, ArmağanAmaç: Hipertansiyon ve glikoz metabolizma kusuru birbirinden bağımsız, fakat sıklıkla birlikte bulunabilen kardiyovasküler risk faktörleridir. Bu çalışmanın amacı bu iki risk faktörünün bir arada bulunmasının diğer kardiyovasküler risk faktörlerini nasıl etkilediğini incelemektir. Çalışma Planı: Hipertansiyon nedeni ile başvuran ve 75 gr glikoz ile oral glikoz tolerans testi yapılan 178 kadın, 64 erkek olmak üzere 242 hastanın kayıtları irdelendi. OGTT sonuçlarına göre glikoz intoleransı ve diyabetikler bir gruba (Grup I), normal glikoz metabolizmasına sahip olan hastalar diğer bir gruba (Grup II) ayrıldı. Hastaların Hipertansiyon ve vücut kitle indeksleri, total kolesterol, trigliserid, HDL kolesterol, LDL kolesterol, aterojenik indeks, insülin direnci (HOMA), açlık kan şekeri, sistolik ve diyastolik kan basınçları, nabız basınçları karşılaştırıldı. Aterosklerotik hastalık hikayeleri belirlendi ve bu hastalıkların sıklığında farklılıklar araştırıldı. Bulgular: Glikoz metabolizması bozuk olan hipertansif hastaların yaş (< 0.01), sistolik (< 0.05) ve diyastolik (< 0.05) kan basınçları, nabız basınçları (< 0.05), açlık (< 0.0001) ve tokluk glikozları (< 0.01) ve trigliserid seviyeleri (< 0.05) diğer gruba göre anlamlı bir şekilde yüksek bulundu. Açlık (r: 0,135) ve 2. saat plazma glikoz seviyesi (r: 0.131) ile nabız basıncı ve açlık plazma insülin seviyesi ile plazma trigliserid seviyesi arasında pozitif korelasyon saptandı (r: 0,366). Sonuç: Hipertansif hastaların yaşları ilerledikçe, glikoz metabolizmasının bozulabilme riski artmaktadır. Bozuk glikoz metabolizması ile hipertansiyon bir arada bulunur ise ateroskleroz riskleri kötü yönde etkilenmektedir.Öğe Obez olgularda vücut yağ oranının, antropometrik ölçümler ve kardiyovasküler risk faktörleri ile ilişkisi(2004) Güldiken, Sibel; Kara, Müjdat; Altun, Uğur Betül; Arıkan, Ender; Tuğrul, ArmağanGiriş: Bu çalışmada obez olgularda beden kitle indeksi (BKİ) ve yaşın kullanılarak hesaplandığı vücut yağ oranının, antropometrik ölçümler ve kardiyovasküler risk faktörleri ile ilişkisini incelemeyi amaçladık. Materyal ve Metod: Çalışmaya 86 obez olgu (BKİ > 30 kg/m2, 64 kadın, 22 erkek) ile 33 obez olmayan olgu (BKİ < 25 kg/m2, 22 kadın, 11 erkek) alındı. Tüm olguların yaş, antropometrik ölçümleri (kilo, boy, bel, kalça) ve kan basıncı değerleri kaydedildi. BKİ (kg/m2) ve bel-kalça oranları hesaplandı. Açlık serum glukozu, insülin düzeyi, lipid parametreleri çalışıldı. Insulin direnci homeostasis model assessment (HOMA-R) metoduna göre değerlendirildi. Olguların vücut yağ oranları [% yağ = 64.5 - 848 x (1/ BKİ) + 0.079 x yaş -1.64 x cinsiyet + 0.05 x cinsiyet x yaş + 39.0 x cinsiyet x (1 / BKİ)] formülüne göre hesaplandı. Bulgular: Hem kadın hem de erkek obez olgularda obez olmayanlara göre bel-kalça oranı, bel çevresi, vücut yağ oranı, sistolik ve diastolik kan basıncı değerleri, açlık insülin düzeyi ve HOMA-R düzeyi yüksek saptandı. Ayrıca obez kadınlarda açlık glukoz düzeyi, total kolesterol, trigliserid ve düşük dansiteli lipoprotein-kolesterol düzeyleri de obez olmayan kadınlara göre yüksekti. Obez kadınlarda vücut yağ oranı bel çevresi (p < 0.001, r = 0.868), sistolik kan basıncı (p <0.001, r = 0.433), dias¬tolik kan basıncı (p < 0.01, r = 0.340), açlık glukoz düzeyi (p < 0.001, r = 0.485), açlık insülin düzeyi (p < 0.001, r = 0.433) ve HOMA-R düzeyi (p < 0.001, r = 0.460), total kolesterol (p < 0.01, r = 0.334), trigliserid (p < 0.01, r = 0.371) ve LDL-kolesterol (p < 0,01, r = 0.321) ile pozitif ilişkiydi. Obez erkek grubun vücut yağ oranı ile bel çevresi (p < 0.001, r = 0.932), sistolik kan basıncı (p < 0.001, r = 0.625) ve diastolik kan basıncı (p < 0.001, r = 0.630), insülin (p < 0.01, r = 0.465), HOMA-R (p < 0.01, r = 0.502), trigliserid (p < 0.01, r = 0.454) ile pozitif, HDL-kolesterol düzeyi (p < 0.05, r = - 0.420) ile negatif ilişkili olduğu tespit edildi. Sonuç: Bu çalışmada, obez olgularda tespit edilen kardiyovasküler risk faktörlerinin vücut yağ oranı arasında ilişki olduğunu saptadık.Kardiyovasküler hastalıklara eğilimi olan olguların değerlendirilmesinde, antropometrik ölçümlerin yanı sıra, vücut yağ oranı formülünün de kullanılabileceğini düşünmekteyiz. .Öğe The relationship between proinflammatory cytokine levels and fibrinolytic system in obese patients(2008) Gerenli, Murat; Tuğrul, Armağan; Demir, Muzaffer; Arıkan, Ender; Güldiken, Sibel; Azcan, ŞennurAmaç: Obez kişilerde proinflamatuar sitokinlerden TNF-? ve IL-6, fibrinolitik sistem parametrelerinden t-PA ve PAI-1 ve insülin direnci arasındaki ilişki araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Çalışmaya obez (VKİ ?30 kg/m2) olarak değerlendirilen 54 kişi (41 kadın, 13 erkek; ort. yaş 33.5) ve obezite sorunu olmayan (VKİ <25 kg/m2) 30 kişi (19 kadın, 11 erkek; ort. yaş 22.3) alındı. Fibrinojen düzeyleri koagülometrik olarak ve TNF-?, IL-6, t-PA, PAI-1 düzeyleri ELISA yöntemiyle ölçüldü. Bulgular: Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, obez kişilerde fibrinojen (p<0.01), PAI-1 (p<0.001), TNF-? (p<0.01) ve IL-6 düzeyleri (p<0.001) anlamlı derecede yüksek, t-PA düzeyi (p<0.001) ve t-PA/PAI-1 oranı (p<0.001) anlamlı derecede düşük bulundu. Obezlerde TNF-? ile t-PA (p=0.007) ve t-PA/PAI-1 oranı (p=0.016) arasında ters ilişki saptandı. İnsülin direnci olan ve olmayan obez kişilerde parametreler arasında fark yoktu. Sonuç: Obezitede adipoz dokudan salgılanan özellikle TNF-? gibi inflamatuar sitokinlerin artması fibrinolizde azalmaya yol açar. Obez kişilerde görülen bu değişiklikler, insülin direncinden bağımsız olarak ateroskleroza neden olabilir.Öğe Subacute thyroiditis following treatment for cushing syndrome(2007) Taşkıran, Bengür; Güldiken, Sibel; Arıkan, Ender; Altun, Uğur Betül; Tuğrul, ArmağanTiroid hastalıkları sıklıkla Cushing sendromuna (CS) eşlik ederler. Nodüler veya diffüz guatr ile otoimmün tiroid hastalıkları, CS’nin seyrinde veya bu nedenle tedavi gördükten sonra ortaya çıkabilir. Yirmi dokuz yaşında kadın hasta kilo alımı, hipertansiyon ve hirsutismus nedeniyle başvurdu. incelemeler sonucu hiperkortizolemi saptandı. Bilgisayarlı tomografide sol sürrenal glandda 2.5-3 cm çapında kitle görüldü ve adrenalektomi yapıldı, adrenal kortikal adenoma tanısına varıldı. Birkaç gün sonra ortaya çıkan sol boyun, kulak ve baş ağrısının değerlendirilmesi sonucu subakut tiroidit tanısı konuldu. Literatürde daha önce bildirilmiş CS’ye eşlik eden subakut tiroidit olgusuna rastlanmamıştır.Öğe Subklinik hipotiroidili kadın hastalarda plazma total homosistein düzeyleri(2003) Arıkan, Ender; Kara, Müjdat; Güldiken, Sibel; Altun, Uğur Betül; Tuğrul, ArmağanAmaç: Bu çalışmada Subklinik hipotiroidinin plazma total homosistein düzeyleri üzerine olan etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: Çalışmaya yaşları ve cinsleri eşleştirilmiş olan Haşimoto tiroiditine bağlı olarak gelişen 15 subklinik hipotiroidili hasta ve 12 sağlıklı birey alındı. Dışlama kriterleri olarak diabetes mellitus, renal fonksiyon bozukluğu, karaciğer hastalıkları, hamilelik, sigara içimi, ilaç kullanımı gibi kriterler dikkate alındı. Tüm olguların antropometrik ölçütleri kayıt edildi. Sistolik ve diyastolik kan basınçları, rutin biyokimyasal ve hematolojik parametreleri ölçüldü. Serum B12, folik asit, plazma total homosistein düzeyleri bakıldı.Veriler arasındaki farklar ve ilişkilerin değerlendirilmesinde Mann-Whitney U ve Spearman testleri kullanıldı. Bulgular: Sistolik ve diyastolik kan basınçları, serum vitamin B12 ve folik asit, total kolesterol, trigliserid, yüksek dansiteli kolesterol, düşük dansiteli kolesterol düzeyleri, vücut kitle indeksi ve bel çevresi ölçümleri açısından hasta ve sağlıklı bireyler arasında farklılık yoktu. Plazma homosistein düzeyi subklinik hipbtiroidili vakalarda daha yüksek olmasına karşın istatistiksel bir anlamlılık bulunmadı/Plazma homosistein düzeyi ile vitamin B12, folik asit, TSH, serbest T3 ve serbest T4 arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Sonuç: Subklinik hipotiroidi ile homosistein ilişkisi açısından yapılan çalışma sayısı oldukça kısıtlıdır. Bu çalışmalarda da bizim bulgularımıza benzer şekilde subklinik hipotiroidi ile homosistein arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Çalışmaların verileri göz önüne alındığında subklinik hipotiroidide homosistein düzeyinin yükselmediğini düşünüyoruz.Öğe Subklinik hipotiroidizmde bilişsel işlevlerin olay ilişkili potansiyeller ile değerlendirilmesi(2008) Güldiken, Babürhan; Turgut, Nilda; Güldiken, Sibel; Tuğrul, Armağan; Taşkıran, Bengür; Peynirci, HandeAmaç: Aşikar hipotiroidizmde yavaşlamış bilgi değerlendirme hızı, yürütücü işlevlerde azalmış etkinlik ve öğrenme yeteneğinde zayıflama gibi bilişsel yetersizlik olabileceği yapılmış çalışmalarda gösterilmiştir. Subklinik hipotiroidizmin ise bilişsel işlevleri ne derece etkilediği belirsizdir. Bu çalışmada subklinik hipotiodizmi olan hastalarda olay ilişkili potansiyeller kayıtlanarak bilişsel yetilerdeki değişikliğin belirlenmesi amaçlandı.Yöntem: Çalışmaya 15 subklinik hipotiroidisi olan (normal T3 ve T4 hormon düzeyleri ile birlikte yüksek TSH düzeyi) ve yaşça eşlenmiş 20 sağlıklı birey alındı. Olgulara bilgi değerlendirme hızı, bilişsel değerlendirme kapasitesi ve algı yeteneği gibi bilişsel yetilerin ölçülebilmesi açısından yeterliliği gösterilmiş olan, işitsel olay ilişkili potansiyel kayıtlaması (P300 amplitüd ve latansı) yapıldı. Kayıtlama “odd-ball” paradigması ile 6 EEG elektrodu üzerinden gerçekleştirildi.Bulgular: İki grubun P200, N200 and P300 latans ve amplitüdleri arasında anlamlı bir fark gözlenmedi (p>0.05). Tiroid hormonları ile P300 latansları arasında bir ilişki bulunmadı.Sonuç: Subklinik hipotiroidizmde bilişsel yetilerde değişim ile ilgili çelişkili bildirimler mevcuttur. Bizim çalışmamız olay ilişkili potansiyeller ile değerlendirilebilen bilişsel fonksiyonlarda bir bozulma olmadığını göstermektedir.Öğe Tip 2 diabetes mellituslu hastalarda tiroid hastalığı(2009) Taşkıran, Bengür; Güldiken, Sibel; Peynirci, Hande; Altun, Uğur Betül; Tuğrul, ArmağanAmaç: Tiroid hastalıkları ve tip 2 diabetes mellitus (DM) toplumda sık görülen iki hastalıktır. Bu çalışmada, tip 2 diyabetik olgularda tiroid hastalıklarının sıklığını inceledik. Hastalar ve Yöntemler: Trakya Üniversitesi Endokrinoloji Bilim Dalında takip edilen tip 2 DM hastalarından tiroid fonksiyon testleri, anti-tiroglobulin antikoru, anti-tiroid peroksidaz antikoru ve tiroid ultrasonografi ve/veya sintigrafi sonuçları bulunan 306'sı retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Yirmi dokuz (%9.5) olguda Hashimoto tiroiditi, beşinde (%1.7) multinodüler guatr, üçünde (Graves hastalığı (%1) ve bir olguda (%0.3) toksik soliter adenom olmak üzere toplam 38 (%12.4) olguda tiroid hastalığı belirlendi. Sonuç: Yapılan inceleme sonucunda tip 2 DM olgularında tiroid hastalıklarına genel popülasyondakine benzer sıklıkla rastlandığını tespit ettik. Tip 2 DM'li hastaların, kardiyovasküler hastalık eğilimi yaratan başta hipotiroidi olmak üzere tiroid hastalıkları açısından genel popülasyon için geçerli olan öneriler dışında ayrıca taranmasına gerek olmadığı sonucuna vardık.