Yazar "Tokuç, Burcu" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 20
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe The Burden of Premature Mortality in Turkey in 2001 and 2008(2016) Tokuç, Burcu; Ayhan, Serap; Varol, Gamze SaraçoğluBackground: Standard expected years of life lost (SEYLL) is a measure that is used to evaluate losses due to premature deaths. Aims: The present study provides an analysis of premature mortality in Turkey for the years 2001 and 2008 and supplies evidence for making policies and setting health agendas over the long term. Study Design: Cross-sectional study. Methods: This study calculated SEYLL by gender, age group and causes of death in Turkey in 2014. The SEYLL measure counts the years lost in a population as a result of premature mortality and is computed by multiplying the number of deaths and standard life expectancy at the age at which death occurs. Results: The burden of premature mortality in Turkey was calculated as 4 104 253 SEYLL and 4 472 443 SEYLL in 2001 and 2008, respectively. Among these 42.7% and 43.9% of SEYLL were in females in 2001 and 2008, respectively. The leading five causes of premature mortality in the Turkish population in 2001 were cardiovascular system diseases (34.72%), perinatal conditions (12.69%), neoplasms (12.51%), external causes of injury (7.66%), and infections and parasitic diseases (6.57%). In 2008, the major causes were cardiovascular diseases (41.17%), neoplasms (14.63%), respiratory system diseases (9.81%), perinatal conditions (5.59%), and external causes of injury (5.29%). Conclusion: The majority of the burden of premature mortality in Turkey is attributable to non-communicable diseases. While premature deaths from infections and parasitic diseases, perinatal conditions and congenital anomalies decreased between 2001 and 2008, deaths from cardiovascular diseases, neoplasms and respiratory system diseases increased dramatically. Coordinated efforts for effective national prevention programs (such as regular monitoring of adults for early diagnosis of cardiovascular diseases and for malignancies by family physicians) should be developed by policy makers to decrease preventable and premature deaths from non-communicable diseases.Öğe Edirne merkez İlçe ilköğretim okullarında çalışan öğretmenlerde sağlığı geliştirici davranışlar(2007) Tokuç, Burcu; Berberoğlu, UfukÖzet: Bu çalışmada, Edirne İli Merkez İlçe İlköğretim okullarında çalışan öğretmenlerin kimi sosyo-demografik özelliklerinin saptanması ve günlük yaşamlarındaki çeşitli davranışlarının Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği (Health Promotion Life-Style Profile) ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışma tanımlayıcı, kesitsel bir araştırmadır. Araştırmacılar tarafından hazırlanan bir anket formu ve Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği Edirne İli Merkez İlçede bulunan 33 İlköğretim Okulunda çalışan tüm öğretmenlere ulaştırılmıştır. 410 öğretmen çalışmaya katılmayı kabul ederek anket formundaki soruları yanıtlamıştır. Veriler SPSS Ver. 13.0 ile değerlendirilmiştir. Araştırmaya katılan öğretmenlerin, sağlığı geliştirici davranışlarının genel olarak iyi düzeyde olduğu, en yüksek puan ortalamasının beslenme, en düşük puan ortalamasının ise egzersiz alt grubunda olduğu, toplam ve kişiler arası destek puanlarının kadınlarda, egzersiz puanının erkeklerde anlamlı düzeyde yüksek olduğu, yaş arttıkça sağlığı geliştirici davranış puanlarının yükseldiği bulunmuştur. Öğretmenlerin, sağlığın geliştirilmesine yönelik bilgilerini artırmak amacıyla, mesleki eğitim süreçleri içinde sağlıkla ilgili derslerin bulunması, varolan sağlık bilgilerinin düzenli yapılacak hizmet içi eğitimlerle artırılarak, bunların doğru davranışlara dönüştürme ve iyi bir rol model olma çabalarının desteklenmeli ve sağlık personeli ile öğretmenlerin sürekli iletişim içinde olması sağlanmalıdırÖğe Edirne merkez ilçede prematür ölümler, 2004 ve 2008(2014) Eskiocak, Muzaffer; Tokuç, Burcu; Karakaya, MehmetAmaç: Bu çalışmada; Edirne Merkez ilçe ve bağlı köylerde 2004 ve 2008 yıllarında olan prematür ölüm nedenlerini ve bu ölümlere bağlı oluşan potansiyel yaşam yılı kayıplarını belirlemek amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma kesitsel bir araştırmadır. Edirne Merkez ilçe ve bağlı köylerde 2004 ve 2008 yılında meydana gelen ölümler mezarlık, hastane, belediye ve adli tabiplik kayıtlarından derlenmiştir. Ölümler zaman, yer, cinsiyet ve nedenlerine yönelik olarak incelenmiştir. Prematür ölümlere bağlı oluşan Potansiyel Yaşam Yılı Kayıpları (PYYK, Years Potential Life Lost) hesaplanmıştır. Bulgular: Edirne Merkez ilçede kaba ölüm hızı 2004 ve 2008 yıllarında sırasıyla binde 5.17 ve binde 5.48 olarak bulunmuştur. 65 yaş altında gerçekleşen ölümler prematür ölüm olarak değerlendirilmiştir. Prematür ölüm oranları 2004 yılında %34.9, 2008 yılında %35.5 olarak tespit edilmiştir. Prematür ölümlerin 2004 yılında %69.9'u, 2008 yılında %65.8'i erkek ölümleridir ve 2004 yılında %14.3'ü, 2008 yılında %8.1'i kırsalda gerçekleşmiştir. Prematür ölümlere bağlı PYYK 2004 yılında 4809 yıl, 2008 yılında 4929 yıldır. Her iki yılda prematür ölüme neden olan ilk beş ölüm nedeni; dolaşım sistemi hastalıkları, kanserler, iyi tanımlayan durumlar, kazalar, solunum sistemi hastalıklarıdır. Sonuç: Edirne Merkez ilçede prematür ölümler tüm ölümlerin yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır ve en sık görülen prematür ölüm nedenleri dolaşım sistemi hastalıkları ve kanserlerdir.Öğe Edirne merkezinde 15-49 yaş evli kadınların aile planlaması(2005) Tokuç, Burcu; Eskiocak, Muzaffer; Ekuklu, Galip; Saltık, AhmetAmaçlar: Bu çalışmada Edirne İli Merkez ilçede yaşayan 15-49 yaş kadınların doğurganlık profilinin ortaya çıkarılması ve aile planlaması konusundaki bilgi düzeylerinin, kontraseptif yöntem tercihlerinin ve kullanma oranlarının ve bu yöntemler konusundaki bilgi kaynaklarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem ve Gereçler: Çalışma , Haziran-Ağustos 2001 tarihleri arasında Edirne Merkez ilçede yapılmıştır. Edirne Merkez İlçe ve bağlı köylerde yaşayan 42.957 15-49 yaş kadın, bu tanımlayıcı, kesitsel araştırmanın evrenini oluşturmuştur. 1998 TNSA verilerine göre AP yöntem kullanma sıklığı %64 olarak alınmış ve 239 kadın örnekleme seçilmiştir. 239 kadına tek bir araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme tekniği ile anket uygulanmış ve elde edilen veriler SPSS Ver.8.0 programında değerlendirilmiş, karşılaştırmalarda Ki-Kare testi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan kadınların %74.7'si herhangi bir kontraseptif yöntem kullanmaktadır. Bunların %20.9'u RİA, %16.3 kondom, % 8.7'i hap, %7.1'i tüp ligasyonu, %0.8'i enjeksiyon yöntemi kullanmaktadır. Kadınların %20.7'si emzirmeyi gebeliği önleyici bir yöntem olarak kullanmıştır. Geri çekme yöntemi halen evli çiftler arasında en yaygın yöntem olarak kullanılmaktadır. Ayrıca karşılanamayan gereksinim hala çok yüksektir. Edirne'de kadınların %17.7'si başka çocuk sahibi olmak istemediği halde herhangi bir kontraseptif yöntem kullanmamaktadır. Katılımcıların kontraseptif yöntemleri ve yöntemlerin sağlığa olan yarar ve zararlarını öğrendikleri kaynakların başında sağlık çalışanları gelmektedir. Kullanılan yöntemlerin %66.7'si devlet sektöründen, %33.3'ü özel sektör kuruluşlarından sağlanmaktadır. Sonuçlar: Aile planlamasında bugün gelinen noktaya bakıldığında; modern yöntem kullanımında önemli artışlar görülmektedir. Ancak, ülkemizde kadın sağlığına ilişkin göstergelerin hala çok kötü olduğu anımsanarak, bu konular analitik yaklaşımlarla değerlendirilmeli ve yöntem kullanım oranını artırmak, karşılanamayan gereksinimi azaltmak amacıyla yeni yaklaşımlar belirlenmelidir. Kadın sağlığını yakından ilgilendiren aile planlaması konusunda yalnızca pilot projeler olarak başlatılan programların, gereksinimi olan tüm kişileri kapsayacak biçimde yaygınlaştırılması ve sürekli olması sağlanmalıdır.Öğe Edirne ve Hayrabolu mesleki eğitim merkezi öğrencilerinde umutsuzluk ve sürekli kaygı düzeyleri(2009) Ekuklu, Galip; Tokuç, Burcu; Evren, S. M. HalilAMAÇ: Bu çalışma, çıraklık eğitim merkezine devam eden genç işçilerde sürekli kaygı durumunun ve umutsuzluğun saptanması ve bunların bazı sosyo-demografik değişkenlerle ilişkisini ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. YÖNTEM: Araştırma kesitsel tiptedir. Mayıs-2007’de Edirne ve Hayrabolu Mesleki Eğitim Merkezlerinde yürütülmüştür. Toplam 424 öğrenciden anketin yapıldığı günlerde MEM’de bulunan ve soruların tamamını yanıtlayan 254 öğrenci çalışma kapsamına alınmıştır. Öğrencilere; demografik ve sosyo-ekonomik özelliklerini ve çalışma ortamını sorgulayan 45 soruluk bir anket formu, Beck Umutsuzluk Ölçeği (BUÖ) ve Durumluluk-Sürekli Kaygı Envanteri (DSKÖ) gözlem altında uygulanmıştır. BULGULAR: Çalışmaya katılan 254 öğrencinin; %33,1’i kız, %66,9’u erkektir, yaş ortalaması 19,3±3,0 (15–27)’dir. Katılımcıların; %36,2’sinin herhangi bir sosyal güvencesi yoktur. Çırakların %11,4’ü haftada 7 gün çalıştığını, %89,0’u günde 8 saatten fazla çalıştığını belirtmiştir. Mesleki Eğitim Merkezi öğrencilerinin; Beck Umutsuzluk Ölçeği puanı 10,07±3,1 Sürekli Kaygı Ölçeği puanı 45,12±8,5 olarak hesaplanmıştır. BUÖ ve SKÖ puanları çalışan genç kızlarda, ailesinin MEM’e davam etmesini istediği gençlerde ya da meslek edinmek için MEM’e devam edenlerde, sosyal güvencesi olmayanlarda, ailesinin sosyo-ekonomik durumu kötü olanlarda ve çalıştığı işyerinde sağlığa zararlı olabilecek risklerin var olduğunu düşünenlerde daha yüksek bulunmuştur. SONUÇ: Öğrencilerin BUÖ ve SKÖ puanları yüksektir. Yaşam şartlarının güçlükleri yanında, çalışma yaşamındaki olumsuzluklar, öğrencilerde umutsuzluğu ve kaygıyı arttırmaktadır. Öğrencilerin çalışma nedenleri ve sorunları çok boyutludur. Nedenler ve sorunlar ayrıntılı olarak ortaya konulmalı ve çok sektörlü çalışmalarla çözümler üretilmelidir.Öğe Edirne'de erişkinlerde hepatit E virus enfeksiyonu epidemiyolojisi(2009) Eker, Alper; Tansel, Özlem; Kunduracılar, Hakan; Tokuç, Burcu; Yuluğkural, Zerrin; Mayda, Pelin YükselHepatit E virusu (HEV), asemptomatik seyirden gebe kadınlarda sıklıkla görülen fulminant hepatite kadar değişen klinik tablolara neden olabilmektedir. Hepatit E epidemilerinin çoğu kirli su kaynaklıdır ve virus fekal-oral yolla bulaşmaktadır. Yaygınlığı, toplumun sosyoekonomik düzeyi ile yakından ilişkilidir. Edirne'de ilk kez yapılan bu toplum tabanlı çalışmada, il merkezinde HEV seroprevalansının ve risk faktörlerinin saptanması amaçlanmıştır. Çalışmaya, Edirne il merkezinden nüfusu yansıtacak şekilde seçilen 15 yaş üzeri 582 kişi (273 erkek, 309 kadın) alınmış ve bu bireylerin serumlarında HEV IgC antikorları EUSA yöntemiyle araştırılmıştır. Çalışmamızda 3'ü erkek 11'i kadın olmak üzere toplam 14 kişide HEV-lgG antikor pozitifliği bulunmuş ve ilimiz için HEV seroprevalansı %2.4 olarak saptanmıştır. Seropozitif olan olguların yaş ortalaması 50.9 ± 16.8 yıl iken, seronegatif grubun yaş ortalaması 40.7 ± 16.9 yıl olarak belirlenmiş ve bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p= 0.027). Bu durumun, ilimizde su temini ve çevre sanitasyon koşullarının Türkiye'nin diğer bölgelerine göre daha iyi olması nedeniyle HEV sero- pozitifliğinin ileri yaşlara kaymasından kaynaklandığı düşünülmüştür. Seropozitif ve seronegatif olgular arasında sosyoekonomik düzey açısından anlamlı bir fark gözlenmemiş ve her iki grubun da yüksek sosyoekonomik düzeyde olduğu izlenmiştir. Risk faktörlerinin analizi sonünda; sebze ve meyvelerin yıkanmadan tüketilmesi (p= 0.015), yaşanılan evin betonarme olmaması (p= 0.044) ve hayvancılık ile uğraş (p= 0.046), seropozitif grupta istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptanmış, diğer faktörler (evde ya¬şayan kişi sayısı, hanede şebeke suyunun ya da kanalizasyonun olmaması, tuvaletin hane dışında olması, el yıkama alışkanlığının olmaması, ortak eşya kullanımı, çiğ sebze tüketimi, kan transfüzyonu, tıbbi operasyon, diş tedavisi, sarılık geçirme, sarılıklı kişi ile temas, düşük/ölü doğum, şüpheli cinsel ilişki öyküsü) için gruplar arasında anlamlı bir fark belirlenmemiştir (hepsi için p> 0.05). Edirne'de saptanan HEV sero- pozitiflik oranı (%2.4), ülke ortalamasından (yaklaşık %6) düşük bulunmuş olup, ülkemizin batı illerinden bildirilen sonuçlarla uyumludur. Sonuç%olarak, sebze/meyveyi yıkamadan tüketme alışkanlığı olanlarda seropozitifliğin yüksek olması hijyen kurallarına bireysel olarak uyulmamasının HEV ile karşılaşmada önemli bir risk oluşturduğunu göstermekte, hayvancılıkla uğraşanlarda seropozitifliğin anlamlı olarak yüksek olması ise ilimizdeki sporadik olgularda, kontamine sularla bulaşma dışında da bulaşma yolları olabileceğini düşündürmektedir.Öğe Evaluation of the nutritional status of male adolescents(2009) Turan, Çağrı; Öner, Naci; Garipağaoğlu, Muazzez; Küçükuğurluoğlu, Yasemin; Tokuç, Burcu; Acunaş, Betül AyşeAmaç: Bu çalışmanın amacı Türkiye'nin Edirne ilinin kırsal ve kentsel alanında yaşayan adolesan erkek öğrencilerin nutrisyonel durumlarını değerlendirmektir. Hastalar ve Yöntemler: Toplam 1004 erkek adolesanın (ort. yaş 14.4±1.7; dağılım 12-17) makronutrient ve mikronutrient alımları üç günlük diyet kayıtları ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Deneklerin enerji, kalsiyum, magnezyum, A, E, B1 (tiamin) vitaminleri, folik asit ve lif alımı önerilen günlük alımların altında saptanırken, protein, B2 (riboflavin), B6 vitaminleri ve demir alımları fazlaydı. Makronutrientlerin günlük enerji alımını oluşturan oranları önerildiği gibiydi. Kırsal ve kentsel alanda yaşayan adolesan erkeklerin nutrisyonel alımları farklılık göstermedi (p>0.05). Sonuç: Bölgemizde yaşayan erkek adolesanların bu bulgulara göre oluşturulacak diyet alım önerileri ve diyet menü örnekleri, eskiye göre daha sağlıklı dengeli besinsel duruma ulaşmalarına yardımcı olabilir.Öğe Histopathological Features of Gastrointestinal Stromal Tumors and the Contribution of DOG1 Expression to the Diagnosis(2015) Güler, Beril; Özyılmaz, Filiz; Tokuç, Burcu; Can, Nuray; Taştekin, EbruBackground: Gastrointestinal stromal tumors (GIST) have KIT or platelet-derived growth factor receptor ? (PDGFR?) mutations affecting receptor tyrosine ki-nase activity and do not benefit from classic treatment regimens.Aims: The aim of this study was to review the al-gorithm that may be followed for the diagnosis and differential diagnosis in GISTs by investigating the histomorphological parameters and expression charac-teristics of classical immunohistochemical antibodies used in routine tests in addition to DOG1 expression.Study Design: Diagnostic accuracy study.Methods: We reevaluated the histological and immu-nohistochemical parameters of 37 GISTs. The standard immunohistochemical diagnosis and differential diag-nosis panel antibodies (CD117, PDGFR?, CD34, vi-mentin, desmin, SMA, S-100, and Ki67) were studied on the tumor sections. We also used the popular marker DOG1 antibody with accepted sensitivity for GISTs in recent years and the PDGFR? immune marker for which the benefit in routine practice is discussed.Results: Classification according to progressive dis-ease risk groups of the 37 cases revealed that 54% were in the high risk, 19% in the moderate risk, 16% in the low risk, 8% in the very low risk and 8% in the no risk group.Cytological atypia, necrosis, mucosal invasion and the Ki67 index were found to be related to the progressive disease risk groups of the tumors (p<0.05).Positive immunoreaction was observed with CD117 and PDGFR? in all GISTs in the study (100%). Posi-tivity with the DOG1 antibody was found in 33 (89%) cases. CD34 was positive in 62% (23) of the cases.Conclusion: The CD117 antibody still plays a key role in GIST diagnosis. However, the use of DOG1 and PDGFR? antibodies combined with CD117 as sensitive markers can be beneficialÖğe İnmeli hastalarda nöromüsküler elektriksel stimülasyon uygulamasının yürüme hızı ve mesafesine etkisi(2007) Mesci, Nilgün; Özdemir, Ferda; Kabayel, Derya Demirbağ; Tokuç, BurcuAmaç: Bu çalışmada, inmeli hastalarda alt ektremite rehabilitasyonunda nöromüsküler elektriksel stimülasyon (NMES) uygulamasının yürüme hızı ve mesafesi üzerine etkinliği değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya inme sonrası hemiparezi gelişen 35 olgu dahil edildi. 17 olgu NMES, 18 olgu kontrol grubuna alındı. Tüm olgulara 4 hafta süre ile konvansiyonel rehabilitasyon programı uygulandı. NMES grubundaki hastalara bu tedaviye ek olarak, hemiplejik ayak dorsifleksörlerine NMES tedavisi uygulandı. Klinik değerlendirmeler tedavi öncesi ve sonrasında grup içi ve gruplar arasında karşılaştırıldı. Bulgular: Tedavi öncesi ve tedavi sonrası değerlendirmeler grupların kendi içinde karşılaştırıldığında, hem NMES hem de kontrol grubunda ayak bileği dorsifleksiyon eklem hareket açıklığı (EHA), alt ekstremite Brunnstrom evresi, 20 m yürüme testi, 6 dk yürüme testi ve fonksiyonel ambulasyon seviyesinde (FAS) anlamlı fark saptandı. NMES grubunda Modifiye Ashworth Skalasında (MAS) anlamlı azalma saptanırken, kontrol grubunda fark yoktu. Tedavi ile ortaya çıkan değişiklik düzeyi gruplar arasında karşılaştırıldığında; ayak bileği EHA, alt ekstremite Brunnstrom evresi ve MAS’ın NMES grubunda kontrol grubundan farklı olduğu görüldü. Fakat 20 m yürüme testi, 6 dk yürüme testi ve FAS’taki değişiklik açısından gruplar arasında fark yoktu.Sonuç: İnmeli hastalarda konvansiyonel rehabilitasyon programına ek olarak ayak dorsifleksör kaslarına NMES uygulanmasının yürüme hızı ve mesafesi üzerine etkisinin tek başına konvansiyonel rehabilitasyon uygulamasına üstün olmadığı düşünülmüştür.Öğe Jinokoloji polikliniğine başvuran kadınlarda genital enfeksiyon sıklığı ve genital hijyen davranışları(2013) Cangöl, Eda; Tokuç, BurcuAmaç: Bu çalışma, Uzunköprü Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Jinekoloji Polikliniğine başvuran kadınlarda genital enfeksiyon görülme durumunu ve bu kadınların genital hijyen davranışlarını belirlemek amacıyla yapıldı. Yöntem: Araştırma kesitsel ve tanımlayıcı bir çalışmadır. Herhangi bir nedenle Jinekoloji polikliniğine başvuran ve çalışmaya katılmayı kabul eden 402 kadın araştırma kapsamına alındı. Bulgular: Kadınlarda genital enfeksiyon görülme sıklığı %37.1 olarak belirlenmiştir. Kadınların %85.5’i pamuklu/penye kumaştan iç çamaşırı kullandığını, %58.9’u iç çamaşırlarını her gün değiştirdiklerini ifade etmişlerdir. Kadınların %50’i tuvaletten sonra ellerini yıkadıklarını, %66.5’i genital bölgenin temizliğini su ve tuvalet kağıdı ile birlikte yaptıklarını, %51.7’si genital bölgelerini, arkadan öne doğru temizlediğini ve tamamına yakını cinsel ilişkiden sonra hazneyi yıkadıklarını belirtti. Sonuç: Genital enfeksiyonlar evli olanlarda, iç çamaşırını sık değiştirmeyenlerde, genital bölge temizliğini su ve bez ile yapanlarda, perine temizliğini arkadan öne doğru yapanlarda ve cinsel ilişki sonrası hazneyi yıkayanlarda daha sık görüldü. Çalışmada, kadınların çoğunun yanlış genital hijyen uygulamaları yaptığı ve genital hijyen için eğitim gereksinimleri olduğu sonucuna varıldı.Öğe Kronik mekanik boyun ağrısı ile ilişkili faktörlerin irdelenmesi(2005) Yıldız, Mustafa; Tuna, Hakan; Tokuç, Burcu; Kokino, SiranuşÜlkemizde bel ağrısı ile ilişkili faktörlerle ilgili olarak birçok çalışmanın olmasına rağmen boyun ağrısı ile ilişki faktörlere ait veriler yeterli değildir. Bu eksikliği gidermek amacıyla çalışmayı planladık. Çalışmamızda 100 olgunun kronik boyun ağrısı ile demografik verileri, eğitim düzeyi, ekonomik durumu, meslek, iş memnuniyeti ve stresi, alışkanlıkları, egzersiz alışkanlıkları, boyun ağrısının şiddeti, ağrının süresi, maksimum ağrının yeri, ağrıyı başlatan veya şiddetlendiren faktörler, hafifleten faktörler arasındaki ilişki araştırıldı. Fiziksel yüklenme (%49) ağrıyı en çok başlatan/şiddetlendiren, ilaç (%66) ağrıyı en çok azaltan faktör olarak bildirildi. Boyun ağrısını başlatan/arttıran faktörler vücut pozisyonlarından eğilme (%34), ayağa kalkma (%29) ve yürüme (%29), baş hareketlerinden sola eğilme (%41), sağa eğilme (%40) ve arkaya eğilme (%40) olduğu tespit edildi. Mesleksel stresle birlikte ağrı şiddetinin arttığı saptandı (p<0.05). Sonuç olarak, kronik mekanik boyun ağrısı ile ilişkili faktörlerin iyi tanımlanmasına yönelik çalışmaların artması bunların hasta eğitim programlarında kullanılmasını sağlayacaktır.Öğe Menopoz sonrası kadınlarda hormon replasman tedavi süreci ve reprodüktif faktörlerin kemik mineral yoğunluğu üzerine etkileri(2007) Balkanlı, Petek Kaplan; Özden, Gülşah; Tokuç, Burcu; Yüce, Ali MAmaç: Menopoz sonrası kadınlarda hormon replasman tedavi (HRT) sürecinin ve parite, menopoz yaşı, menopoz süresi gibi reprodüktif faktörlerin kemik mineral yoğunluğu üzerine etkileri araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Menopoz Polikliniği'ne başvuran 322 menopoz sonrası kadının (ort. yaş 52.4±6.2; dağılım 38-76) yaş, reprodüktif öykü ve hormon replasmanı ile ilgili bilgileri arşivden çıkarıldı. Hastalar, östrojen kullanım süreleri ve halen kullanmakta olup olmadıklarına göre sınıflandırıldı ve bu özelliklerinin kemik mineral yoğunluğuna etkileri analiz edildi. Kadınların lomber vertebra, femur, trokanter ve wards kemik dansitometreleri DEXA (dual-energy X-ray absorpsiometri) yöntemiyle ölçüldü. Bulgular: Hormon replasman tedavisi kullanımı üç yıldan fazla olan menopoz sonrası kadınlardaki wards ve trokanter kemik mineral yoğunlukları, üç yıldan az olanlara göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Vertebral kemik yoğunlukları, üç yılın üzerinde HRT kullananlarda hiç kullanmayanlara göre daha yüksek saptandı. Wards ve vertebral kemik yoğunluğu değerleri, halen HRT'yi kullanmakta olan ve üç yıldan daha uzun süredir kullananlarda hiç HRT kullanmamış kadınlara göre daha yüksek tespit edildi. Geçmişte HRT kullanıp sonradan bırakmış olan kadınlarda kemik mineral yoğunluğu değerleri hiç HRT kullanmamış olan kadınlardan farklı olmadığı bulundu.. Parite ve menopoz sonrasında geçen süre artışının kemik yoğunluğunu düşürdüğü görüldü. Sonuç: Vertebra ve kalça kemik mineral yoğunlukları, HRT kullanımının ancak üç yıl veya daha uzun süreli kullanımlarında ve HRT'nin kullanıldığı dönem içinde artmaktadır. Parite ve menopoz sonrası geçen süre ise osteoporoz riskini artıran faktörlerdir.Öğe Nozokomiyal üriner sistem enfeksiyonlarında etiyolojik etkenler ve risk faktörleri(2008) Akkoyun, Sevinç; Kuloğlu, Hüsnüye Figen; Tokuç, BurcuNozokomiyal üriner sistem enfeksiyonu (NÜSE), en sık görülen hastane enfeksiyonlarından birisidir. Bu çalışmada, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde yatan hastalarda NÜŞE sıklığının, enfeksiyon etkenlerinin ve risk faktörlerinin araştırılması amaçlanmıştır. 1 Eylül 2004-1 Mart 2005 tarihleri arasında hastanede yatan 8704 erişkin hastadan 91'inde (yaş ortalaması 60.8±16.1 yıl; 46'sı kadın) 104 NÜSE atağı saptanmış ve hastanemizde kümülatif NÜSE insidansı %1.04, NÜSE atak hızı ise %î.19-olarak belirlenmiştir. NÜSE için saptanan en önemli risk faktörlerinin; üriner kateterizasyon (%78.8), son 15 gün içinde antibiyotik kullanımı (%60.6), fekal inkontinans (%33.7) ve enfeksiyon öncesinde cerrahi girişim [%29.8 (cerrahi girişimlerin %42'si ürolojik girişimdir)] uygulaması olduğu bulunmuştur. Kateterli hastalardaki atakların %37.8'inde kateterizasyonun devamının gerekli olmadığı belirlenmiştir. NÜSE ataklarının %26'sında hastada başka bir enfeksiyon odağı daha (pnömoni, batın içi enfeksiyon, yara yeri enfeksiyonu) mevcuttur. Antibiyotik kullanan hastaların %93.6'sının (59/63) kültürlerinde üreyen mikroorganizmalar, kullanılan antibiyotiklere dirençli bulunmuştur. İdrar kültürlerinden etken olarak 118 adet mikroorganizma (14'ü polimikrobiyal) izole edilmiş; en sık saptanan patojenlerin Escherichia coii (n: 48; %40.8), Candida spp. (n: 27; %23), Enterococcus spp. (n: 13; %11), Pseudomonas aeruginosa (n: 9; %7.6), Klebsiella pneumoniae (n: 8; %6.8) ve Acinetobacter spp. (n: 5; %4.2) olduğu izlenmiştir. E.coli izolatlarında en yüksek duyarlılık oranları imipenem ve nitrofurantoin (%100) ile amikasin (%97.7) için; en düşük duyarlılık oranları ise ampisilin (%26.7) ve amoksisilin-klavulanat (%44.4) için saptanmıştır. Enterococcus türlerinde glikopeptid direnci saptanmamış; penisilin ve nitrofurantoin duyarlılığı sırasıyla %38.5 ve %63.6 olarak belirlenmiştir. Diğer etken bakteri türlerinin az sayıda (<10) olması nedeniyle duyarlılık oranları hesaplanmamıştır. E.coli izolatlarının %27'sinde, Kpneumoniae izolatlarının %25'inde geniş spektrumlu beta-laktamaz (ESBL) üretimi saptanmış; ESBL pozitifliği saptanan grupta son 15 gün içinde antibiyotik kullanımı, saptanmayan gruba göre daha yüksek bulunmuştur (p=0.004). Ataklar sırasında alınan kan kültürlerinin %31.8'inde üreme olmuş ve NÜSE sonucu ölüm oranının, kan dolaşımı enfeksiyonu gelişen grupta istatistiksel olarak daha yüksek olduğu izlenmiştir (p=0.000). Atakların %20'si ölümlesonuçlanmış olup, NÜSE sonucu ölüm oranı %7.7 olarak izlenmiştir. Sonuç olarak, NÜSE ile ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonları ve mortalite oranlarının yüksek olması hastanemiz için ciddi bir sorun olarak tespit edilmiş, üriner kateterizasyon, rasyonel antibiyotik kullanımı ve nozokomiyal enfeksiyon kontrolü konularına daha fazla önem verilmesi gerektiği düşünülmüştür.Öğe Özel sağlık sigortacılığı ve halk sağlığı(Trakya Üniversitesi, 2004) Tokuç, Burcu; Saltık, AhmetÖZEL SAĞLIK SİGORTACILIĞI ve HALK SAĞLIĞI ÖZET Amaç : özellikle 1980 sonrasında ivmelenen özelleştirme dayatmalar bağlamındaki gelişmeleri ve günümüzde uygulanmaya çalışılan, sağlık hizmetlerinin özel sigorta şirketleri aracılığıyla finansmanına dayanan "Genel Sağlık Sigortası" modelini dikkate alarak, özel sağlık sigortacılığı sektörünü ve sağlık hizmetlerinin özel sağlık sigorta şirketleri aracılığı ile finansmanının Halk Sağlığı bilimi açısından irdelenmesi, Tezin ana amacıdır. Yöntem ve Gereç : Tez çalışması, ülkemizde sağlık hizmetlerinin finansmanı durumu ve özel sağlık sigortacılığının, bu hizmetlerin finansmanındaki yeri ve durumunu veriler ölçüsündede ortaya koyan Tanımlayıcı bir çalışmadır. Özellikle son 20 yıllık gelişimin de dikkate alınması nedeniyle retrospektif boyutu da vardır. Taranılan literatür bilgileri ve erişilebilen verilerin elverdiği ölçüde kimi çözümleyici yaklaşımlarda ortaya konmuştur. Bulgular : Sağlık hizmetlerinde en temel darboğaz, finansmandır. Bu hizmetlerin özelleştirilmesi bir örgütlenme modelinden çok, finansman sorununa çözüm üretecek bir model olarak ele alınmış vedayatılmıştır. 1980'Ierden bu yana süren "sağlıkta özelleştirme" akımı, kamu sağlık giderlerinin azaltılması ve kamu sağlık kurumlarının yıpranması/yıpratılması ile birlikte yürütülmüştür. Buna koşut olarak, sağlık hizmeti kullanıcıları giderek daha çok kişisel katkı vermeye zorlanmaktadır. Bu alanda en sık sözü edilen özel sigortacılığın, kamu sigortacılığından temel farkı, bunların ticari nitelikte olmaları ve kazanç amacı gütmeleri, Halk Sağlığı kaygısı olmayışıdır. Sonuç : Sağlık hizmetlerinin finansmanı, adil toplanan vergilerle devlet bütçesinden olmalı, bütçeden sağlığa en az %10 pay ayrılmalıdır. Sağlık bütçesi maliyet-yarar, maliyet- etkinlik analizleri ışığında, ussallıkla yapılmalıdır. Koruyucu hizmetler ve toplumsal öneme sahip sağlık sorunları birinci önceliği almalıdır. Toplum sağlığı ancak yeterli gelir, sağlıklı çevre, yeterli dengeli beslenme, nitelikli eğitim gibi koşulların varlığında gerçekleşecektir. Bu nedenle, yalnızca sağlık sisteminde değil, iş yaşamı, eğitim, tarım gibi yaşamın tüm alanlarında iyileştirmeler yapılmalı, bunun için gerekli olan eşitlik/hakkaniyet, demokrasi, tam bağımsızlık gibi kavramların savaşımı verilmelidir. Sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesi ulusal birlik, dayanışma ve Cumhuriyetin geleceği için açık ve yakın bir tehdittir. Tek çıkış, 224 sayılı yasanın güncellenerek yaşama geçirilmesindedir. Anahtar Sözcükler: Özel Sağlık Sigortası, Özelleştirme, Finansman, Halk Sağlığı, Sosyal Güvenlik, Sağlık Hakkı. 130Öğe Reklam ve çocuklar: çocukların gıda markalarını tanıması, beslenme alışkanlıklarını ve gıda tercihlerini etkiliyor mu?(2009) Tokuç, Burcu; Berberoğlu, Ufuk; Ekuklu, GalipAMAÇ: Bu çalışma okul çağındaki çocukların beslenme alışkanlıklarını, beslenme bilgisini belirlemek, halen reklam kampanyaları süren ticari gıda markalarını tanıma oranlarını saptamak, ticari gıda markalarını tanıma oranları ile beslenme alışkanlıkları ve beslenme bilgisi arasında ilişki olup olmadığını sorgulamak amacıyla yapılmıştır. YÖNTEM: Edirne İli Merkez İlçesinde 15 (% 45.5) ilköğretim okulunda yürütülen çalışma, kesitsel bir araştırmadır. Verilerin toplanmasında 3 bölümden oluşan bir anket formu kullanılmıştır. Birinci bölüm çocukların sosyo-demografik özellikleri ve beslenme alışkanlıkları, ikinci bölümde çocukların besin bilgileri ve besin tercihleri, üçüncü bölümde çocukların ticari gıda markalarını tanıma oranları sorgulanmıştır. BULGULAR: Çalışmaya 1018 öğrenci katılmıştır. Bu çalışmanın bulguları, daha önceki birçok çalışmanın 9-11 yaş grubu çocukların iyi beslenmedikleri yönündeki bulgularını doğrular niteliktedir. Çocukların çoğunluğu sağlıklı olmadığı bilinen cips, çikolata-gofret vb. tatlı gıdaları, kola vb. gazlı içecekleri fast-food türü yiyecekleri sık tükettiğini (en az günde 1 kez) belirtmiştir. Çocuklar sağlıklı besinleri bilmekte (med:8) ancak daha az tercih etmektedir (med:5). Öğrencilerin %84.9’u marka etiketlerinin yarıdan fazlasını doğru olarak tanımlamıştır. Reklam etiketlerini tanıma oranlarının yüksekliği cips ve benzeri gıdaların sık tüketimi ile, fast food tarzı gıdaların sık tüketimi ile, gazlı içeceklerin sık tüketimi ile ilişkili bulunmuştur. Sağlıklı besinleri daha fazla tanımlayan çocukların reklam etiketlerini tanıma oranları da yüksek bulunmuştur. SONUÇ: Bu çalışma gıda reklamları ile kötü beslenme arasındaki ilişki için güçlü kanıtlar sunmamakla birlikte gıda reklamlarının çocukları etkilediğine dikkat çekmektedir.Öğe The relationship of fuhrman nuclear grade, tumor stage and Sarcomatoid differentiation with survival in renal cell carcinomas(2012) Taştekin, Ebru; Öz, Fulya Puyan; Kaplan, Mustafa; Tokuç, Burcu; Yürüt, Vuslat Çaloğlu; Özyılmaz, Filiz; Kutlı, A. KemalAmaç: Renal hücreli karsinom, böbrek tubul epitelinden kaynaklanan malign bir tümördür. Çalışmamızda bu tümörlerin histolojik özellikleri, boyutu, evrelendirme, nükleer derecelendirme ve sarkomatoid diferansiyasyon parametreleri ile sağkalım arasındaki ilişki araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: 2000-2008 yılları arasında renal hücreli karsinom tanısı almış 78 nefrektomi olgusu 2004 Dünya Sağlık Örgütü sınıflamasına göre yeniden değerlendirildi. Beş histolojik alt tipte sınıflandırılan olguların Fuhrman Nükleer Dereceleri, evreleri, sarkomatoid diferansiyasyon varlığı ve sağkalım oranları kaydedildi. Tüm parametrelerin birbirleriyle ilişkileri istatistiksel yöntemlerle değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızda yüksek nükleer derece, ileri evre ve sarkomatoid diferansiyasyon gösteren olgularda sağkalım süreleri kısaydı (p<0,05). Sonuç olarak, renal hücreli karsinomlarda prognostik değeri olan histopatolojik parametreler ile sağkalım arasında literatürle uyumlu olarak anlamlı ilişki saptandı. Sonuç: Renal Hücreli Karsinomların değerlendirilmesinde kullanılan Fuhrman nükleer dereceleme, evre ve sarkomatoid diferansiyasyon sağkalım ile ilişkili önemli parametrelerdir. Fuhrman nükleer derecelemenin mutlaka doğru yapılması ve tumor içinde izlenen en yüksek derecenin raporlanması uygundur. Literatürde çok sayıda çalışma yapılmamış olmakla birlikte tümörde sarkomatoid diferansiyasyon varlığı sağkalım oranlarını anlamlı ölçüde azaltmaktadır. Sarcomatoid diferansiasyonu da içeren histopatolojic parametrelerin doğru değerlendirilmesi ve patoloji raporunda bildirilmesi çok önemlidir.Öğe Seçilen iki fabrikada vardiyalı çalışanlarda gündüz uykululuğu sıklığı ve gündüz uykululuğuna bağlı anksiyete ve depresyon riski(2015) Saraçoğlu, Gamze Varol; Tokuç, Burcu; Doğan, Sultan; Çelikkalp, Ülfiye; Saraçoğlu, AtillaAmaç: Bu çalışma, iki farklı fabrikada vardiyalı çalışan işçilerde Gündüz Uykululuğu (GU) varlığının saptanması ve GU sorunu ile anksiyete ve depresyon arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Kesitsel tipteki çalışmanın evrenini Tekirdağ'da iki ayrı fabrikada vardiyalı olarak çalışan toplam 307 işçi oluşturmuş ve çalışmaya katılmayı kabul eden 289 işçiye Kişisel Bilgi Formu, Epworth Uykululuk Ölçeği (EUÖ), Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği (HAD) uygulanmıştır. Anketi eksiksiz dolduran 246 işçi araştırmaya dahil edilmiş (%80.1), karıştırıcı etmenler uzaklaştırıldıktan sonra analitik değerlendirmeler 201 işçi üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Çalışma grubundaki gündüz uykululuğu sıklığı %10.4 bulunmuştur. HAD ölçeğine göre işçilerin %13.4'ünde anksiyete riski, %49.8'inde depresyon riski tespit edilmiştir. Vardiyalı çalışanlarda gündüz uykululuğu sıklığı, depresyon riski sıklığı ve anksiyete riski sıklığı yüksek bulunmuş ancak her üç değişkende de fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Yapılan lojistik regresyon analizinde, gündüz uykululuğu ile anksiyete arasında ilişki saptanırken (OR=3.20; %95GA: 1.12-9.29), vardiyalı çalışmanın etkisi saptanmamıştır. Depresyon ile vardiyalı çalışma ve gündüz uykululuğu arasında da anlamlı ilişki bulunmamıştır. Sonuç: Çalışma grubunda GU riski saptanan kişilerde anksiyete düzeyleri yüksek bulunmuştur. Sorun saptananların ileri tanı ve tedavi için üst basamağa sevkleri önerilmiştir. Vardiyalı çalışma, GU ve anksiyete düzeyi arasındaki ilişkiyi inceleyen geniş kapsamlı çalışmalar yapılmalıdır.Öğe Solunum yoğun bakım hastalarında mortalite oranları ve ilişkili faktörlerin belirlenmesi(2007) Altıay, Gündeniz; Tabakoğlu, Erhan; Özdemir, Levent; Tokuç, Burcu; Çevirme, Leyla; Hatipoğlu, Osman Nuri; Çağlar, TuncayBu çalışmanın amacı solunum yoğun bakım ünitesinde mortalite oranları ve bunu etkileyen faktörleri belirlemektir. Mayıs 2003 – Mayıs 2005 tarihleri arasında solunum yetmezliği ile başvuran, ardışık toplam 150 hasta Trakya Üniversite Hastanesi Göğüs Hastalıkları bölümünde, ileriye yönelik olarak değerlendirildi. 135 hasta çalışmaya dahil edildi. Çalışma dışı bırakılan hastalar; ilk 24 saat içinde ölenler (n:8) ve malign hastalığı olanlar (n:7) idi. Hastaların 92’si erkek, 43’ü kadın ve yaş ortalaması 64.9 ± 12.9 idi. Mortalite oranı %32.6 (44 hasta) idi. En yüksek mortalite oranı (%54.2) ağır pnömoni/ sepsis olgularında idi. Hastanede ölen ve yaşayanların karşılaştırılmasında t-testi ve ki-kare testi kullanılmıştır. Hastanede ölümü belirleyen bağımsız faktörler lojistik regresyon analizi ile bulunmuştur. Mortalite artışını bağımsız olarak etkileyen durumlar; aritmi varlığı (Odds oranı (OR): 8.10; %95 CI: 2.67 – 24.58, p<0.05), invaziv mekanik ventilasyon gereksinimi (OR: 6.04; %95 CI: 1.88 – 19.34, p<0.05), kardiyotonik ihtiyacı (OR: 5.36; %95 CI: 1.67 – 17.22, p<0.05) ve ventilatör ile ilişkili pnömoni gelişimi (OR: 5.21; %95 CI: 1.54 – 17.63, p<0.05) idiÖğe Which Threats to Global Health Pose a Problem for Turkey’s Health?(2019) Tokuç, Burcu[Abtract Not Available]Öğe Work-related musculoskeletal disorders at two textile factories in Edirne, Turkey(2013) Berberoğlu, Ufuk; Tokuç, BurcuObjective: “Work-related musculoskeletal disorders” (WMSDs) is a term used to describe a painful or disabling injury to the muscles, tendons or nerves caused or aggravated by work. WMSDs are preventable or at least can be delayed. The aim of this study to determine the work related musculo-skeletal disorders and risk levels of the these factory workers. Study Design: Cross sectional study. Material and Methods: This is a cross-sectional study conducted at two textile factories in Edirne, Turkey and it involved 381 workers. The questionnaire used for data collection consisted of two parts. The first part described some socio-demographic features, working conditions and health problems of workers in the previous four weeks. In the second part, a Rapid Upper Limb Assessment (RULA) Employer Assessment worksheet was used. Results: In the assessment of the upper limbs of the workers, the arm/wrist score (AWS) is 5.9±1.7 (3-11); neck, trunk, legs score (NTLS) is 5.3±2.5 (3-11); and total score (TS) is 5.5±1.3 (3-7). The ages of the workers are significantly associated with higher RULA scores (r=0.207, p=0.000). AWS, NTLS and TS of the women workers were found to be statistically significantly lower than for the men. Conclusion: Musculoskeletal disorders are a common problem among textile workers. Employers can prevent WMSD hazards by properly designing the jobs or workstations and selecting the appropriate tools or equipment.