Yazar "Taş, Abdullah" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 22
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Ani işitme kayıpları hastaların transkraniyal doppler ultrasonografi ile değelendirilmesi(2006) Asil, Talip; Karasalihoğlu, Ahmet R.; Yağız, Rcep; Uzun, Cem; Taş, Abdullah; Şan, HaldunAmaç: Vasküler patolojiyi belirleme açısından, ani işitme kayıplı olguların değerlendirilmesinde transkraniyal Doppler ultrasonografinin yeri araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Ani işitme kaybı tanısı konmuş 13 hasta (11 erkek, 2 kadın; ort. yaş 46.6±17.7; dağılım 18-66) çalışmaya alındı. Kronik otitis media, diğer orta kulak hastalıkları ve kulak ameliyatı öyküsü olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Bütün hastalara saf ses odyometri, impedans odyometrisi, transient evoked otoakustik emisyon, işitsel beyin sapı yanıtları ve transkraniyal Doppler ultrasonografi yapıldı. Kontrol grubu, kulak hastalığı, gürültülü yerde çalışma ve ototoksik ilaç kullanma öyküsü olmayan, otoskopik ve odyometrik değerlendirmede patoloji saptanmayan, hasta grubuyla yaş ve cinsiyet bakımından farklılık bulunmayan sağlıklı 19 bireyden (12 erkek, 7 kadın; ort. yaş 46.8±6.9; dağılım 33-58) oluşturuldu. Bulgular: Ani işitme kayıplı olguların hasta tarafta vertebral arter ortalama akım hızı ve sistolik akım hızı ortalamaları sağlam tarafa göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük, pulsatil indeks ortalaması ise yüksek bulundu. Çalışma grubunda, baziler arter ortalama akım hızı kontrol grubuna göre düşük bulundu. Sonuç: Transkraniyal Doppler ultrasonografi ani işitme kayıplı olgularda vertebral ve baziler arter sistemindeki vasküler etkilenmeyi değerlendirme amacıyla kullanılabilir.Öğe A case of epithelial-myoepithelial carcinoma of the parotid gland(2003) Taş, Abdullah; Yağız, Recep; Altaner, Şemsi; Koten, Muhsin; Karasalihoğlu, Ahmet RıfatEpiteliyal-myoepiteliyal karsinom tüm tükürük bezi neoplazmlarmın yaklaşık %1'ni oluşturur. Tümörlerin çoğu majör tükürük bezlerinden, özellikle de pa-rotis bezinden kaynaklanır. Epiteliyal-myoepiteliyal karsinomlu 65 yaşındaki erkek hastanın manyetik rezonans görüntülemesinde sol parotis bezinde dü-zensiz ve heterojen kitle görüldü. Hastaya yüzeysel parotidektomi uygulandı. Yirmi bir aylık takip süresinde herhangi bir komplikasyon ya da nüks saptanmadı.Öğe Çocuklarda görülen doğuştan boyun kitlelerinin klinik özellikleri(2007) İnan, Mustafa; Yağız, Recep; Taş, Abdullah; Ayvaz, Süleyman; Ada, ServetAmaç: Doğuştan boyun kitlesi görülen çocuklarda tanısal yaklaşımlar ve tedavi yöntemleri değerlendirildi. Hastalar ve Yöntemler: Hastanemizde 1996- 2003 yılları arasında doğuştan boyun kitlesiyle tedavi edilen toplam 36 hasta (20 kız, 16 erkek; ort. yaş 8.6±5.9; dağılım 1 ay-15 yaş) geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Olguların 13'ünde Dermoid kist, yedisinde tiroglossal duktus kisti (TDK), yedisinde brankiyal kist, dördünde tortikollis, dördünde kistik higroma ve birinde lipoblastoma saptandı. Tiroglossal duktus kisti tanısı konan hastaların tümünde kitle boyun cildine fistülizeydi. Brankiyal kistlerin ikisi sağ, diğerleri sol yerleşimliydi. Dermoid kist tanısı konan olgulardan biri lateral yerleşimliydi. Tanı için ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi ve tiroid sintigrafisi kullanıldı. Tortikollis tanısı konan üç hastada fizik tedavi, diğer hastalarda ise cerrahi tedavi uygulandı. Olgulardan dördünde ön tanıda yanılma oldu ve bu hastaların tümünün patoloji sonuçları dermoid kist olarak bildirildi. Sonuç: Çocukluk çağında boyun bölgesinde görülen doğuştan kitleler genellikle iyi huyludur. Dermoid kistler klinik özellikleri bakımından TDK ve brankiyal kistlerle karışabilir.Öğe Deneysel Olarak Oluşturulan Miringosklerozun Önlenmesinde Topikal Deksametazonun Etkisi(2017) Üstündağ, Murat; Bulut, Erdoğan; Altaner, Şemsi; Taş, Abdullah; Yağız, Recep; Koçyiğit, MuratAmaç: Deneysel olarak sıçan timpanik membranlarında miringotomi ile oluşturulan miringosklerozun önlenmesinde, topikal deksametazonun etkinliğini otomikroskopik ve histolojik muayeneler ile araştırmayı amaçladık. Yöntemler: Sprague-Dawley cinsi 21 sıçan (42 kulak) otomikroskopik muayeneler sonrası rastgele üç gruba [deneysel cerrahi grubu (beş sıçan), kontrol grubu (8 sıçan), çalışma grubu (8 sıçan)] ayrıldı. Tüm gruplardaki sıçanların her iki timpanik membranlarına miringotomi yapıldı. Miringotomi sonrası deney grubundaki sıçan kulaklarına ek işlem yapılmadı. Deneysel cerrahi grubundaki kulaklara %0.9 NaCl, çalışma ve kontrol grubundaki kulaklara ise topikal olarak deksametazon uygulandı. Kontrol ve çalışma gruplarındaki uygulama dokuz gün boyunca tekrarlandı. Çalışmanın 10. gününde tüm gruplardaki kulaklar otomikroskopik ve histolojik olarak değerlendirildi. Otomikroskopik değerlendirmede miringoskleroz gelişimi ve yaygınlığı, histolojik incelemede ise; inflamasyon, zar kalınlığı ve miringoskleroz şiddeti değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızda topikal deksametazon uygulanan çalışma grubunda, kontrol ve deney gruplarına göre otomikroskopik olarak miringoskleroz gelişiminin daha az olduğu saptandı. Ayrıca, çalışma grubunda miringosklerozun daha az kadranı etkilediği görüldü. Histolojik olarak incelemede, inflamasyon varlığı çalışma grubunda, deneysel cerrahi ve kontrol gruplarına göre anlamlı olarak daha az görüldü. Ortalama zar kalınlığı değerleri çalışma grubunda deneysel cerrahi grubuna göre anlamlı olarak düşüktü. Miringoskleroz gelişimi yönünden gruplar arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmaz iken, miringoskleroz şiddeti yönünden çalışma grubundaki sıçan kulaklarının daha hafif etkilendiği saptandı. Sonuç: Çalışmamızın bulguları ışığında miringotomi sonrası topikal deksametazon uygulamasının miringosklerozun şiddeti ve yaygınlığını sınırlamada olumlu etkisi olacağını ileri sürebiliriz.Öğe Epiglot rekonstrüksiyonlu frontal anterior larenjektomi(2000) Karasalihoğlu, Ahmet R.; Uzun, Cem; Adalı, Mustafa Kemal; Koten, Muhsin; Küçükuğurluoğlu, Murat; Yağız, Recep; Taş, AbdullahAmaç: Epiglot rekonstrüksiyonlu frontal anterior larenjektomi yönteminin teknik özellikleri, endikasyonları, avantaj/dezavantajlar/ ve fonksiyonel sonuçlarını incelemek. Gereç ve Yöntem: 1985-1999 yılları arasında T1 b yada T2 glottik kanser nedeniyle epiglot rekonstrüksiyonlu frontal anterior larenjektomi operasyonu uygulanan 22 hasta fonksiyonel sonuçları açısından retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Tüm hastalar ortalama 14,5 (en az 8, en çok 18) günde yutabilmiş ve ortalama 17,5 (en az 9, en çok 27) günde dekanülmanı tolere edebilmişlerdir. Takibi bırakan bir hasta dışında bütün hastalar hayatta olup hiçbir hastada nüks gelişmemiştir. Takibi bırakan bu hasta ölmüş kabul edilirse, tümör kontrolü T1b lezyonlu hastalarda % 100, T2 lezyonlu hastalarda %89, 5 yıllık sağ kalım oranı T1b lezyonlu hastalarda %100 (n=7), T2 lezyonlu hastalarda %83 (n=6) dür. Hastaların hepsi telefonda dahi iletişim kurabilecek bir konuşmaya sahiptir. Sonuç: Epiglot rekonstrüksiyonlu frontal anterior larenjektomi, tek seanstı bir teknik oluşu, yaşlı ve genel durumu elverişli olmayan hastalarda da uygulanabilmesi ve fonksiyonel sonuçlarının olumlu olması nedeniyle ön komüssür rezeksiyonu gereken T1b ve T2 glottik kanserlerde etkin bir tedavi yöntemi olduğu kanısındayız.Öğe Frontal anterior laryngectomy with epiglottic reconstruction (Tucker's operation): Oncologic and functional results(2012) Yağız, Recep; Taş, Abdullah; Uzun, Cem; Adalı, Mustafa Kemal; Koten, Muhsin; Çiftçi, Elif; Karasalihoğlu, Ahmet RıfatAmaç: Epiglot rekonstrüksiyonlu frontal anterior larenjektomi (Tucker operasyonu) ile tedavi edilen hastaların fonksiyonel ve onkolojik sonuçlarını değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Eylül 1985-Kasım 2009 yılları arasında, erken glottik tümörü olan 58 hastaya Tucker operasyonu uygulandı. Dekanülasyon zamanı, nazogastrik sondanın çıkarılması, hastanede yatış ve onkolojik sonuçlar analiz edildi. Akustik analiz ve Ses Handikap Endeksi (SHE) vokal fonksiyon değerlendirmesi için kullanıldı. Bulgular: Ortalama dekanülasyon ve nazogastrik sonda çıkarılma süreleri sırasıyla 11,8 ve 15,4 gündü. Ortalama hastanede yatış süresi 19,3 gündü. Erken dekanülasyon uygulamasının hastaların dekanülasyon ve hastanede yatış sürelerini belirgin şekilde azalttığı bulundu. Beş yıllık genel sağ kalım oranı %81,5, primer hastalığa spesifik sağ kalım oranı %96,9 bulundu. On yıllık genel ve primer hastalığa spesifik sağ kalım oranları sırasıyla %67 ve %95,2 bulundu. Beş yıllık lokal kontrol oranı %95,4, nodal kontrol oranı %95,2 bulundu. Hastaların jitter, shimmer ve gürültü-harmonik oranı sırasıyla %8,1, %16,6 ve 0.51 bulundu. Bu değerler belirgin bir artışı gösteriyordu. Total SHE skoru ve alt grup skorlarından SHE-emosyonel hariç diğerleri hastaların hafif düzeyde ses sorunu yaşadığını gösterdi. Sonuç: Tucker operasyonu yüksek onkolojik ve tatminkar fonksiyonel sonuçlarıyla erken glottik karsinomların tedavisinde tercih edilebilecek tekniklerden biridir.Öğe Gürültüye bağlı işitme kaybında magnezyumun koruyucu etkisi(2006) Yıldırım, Çetin; Uzun, Cem; Karasalihoğlu, Ahmet Rifat; Yağız, Recep; Taş, Abdullah; Bulut, ErdoğanKobaylarda gürültüye bağlı koklear hasarın önlenmesinde magnezyumun koruyucu etkisi transient evoked otoacoustic emission (TEOAE) kullanılarak araştırıldı. Çalışma Planı: Normal auropalpebral refleksli 39 yetişkin kobay rastgele yöntemle kontrol (n=20) ve deney (n=19) gruplarına ayrıldı. Tüm kobaylara ses yalıtımlı kabinde, ortamdaki gürültü düzeyi ortalama 98±2 dB olacak şekilde, 10 gün süreyle günde 16 saat wide-band gürültü uygulandı. Deney grubundaki kobaylara, gürültü uygulamasından 15 gün önce oral yoldan 39 mmol/l MgCI2 verilmeye başlandı ve gürültü sonrası ölçümler tamamlanana kadar sürdürüldü. Gürültü uygulaması öncesi ve sonrasında her iki grupta otomikroskopik muayene, işitsel beyin sapı yanıtları (ABR) ve TEOAE ölçümleri yapıldı. Anormal bulgu saptanan kulaklarda orta kulak patolojisini elemek için timpanometri yapıldı. Bulgular: Kontrol grubunda, TEOAE response ve reprodüktibilite ortalamaları gürültü sonrasında anlamlı düşüş gösterirken (p<0.001), deney grubunda bu değerlerin anlamlı farklılık göstermediği görüldü. İki grup arasında, gürültü sonrası response ve reprodüktibilite değerleri açısından anlamlı farklılık bulundu (p<0.001). Her iki grupta da ABR eşik düzeyleri gürültü öncesine göre anlamlı yükselme göstermesine karşın (p<0.001), deney grubunda işitme eşiklerinin daha fazla korunduğu saptandı (p<0.001). Sonuç: Bulgularımız, gürültüye bağlı oluşan koklear hasarın önlenmesinde oral magnezyum tedavisinin etkili olabileceğini düşündürmektedir.Öğe İşitme kaybı açısından yüksek riskli yenidoğanlarda tarama testi olarak transient-evoked otoakustik emisyon ve beyin sapı uyarılı cevap odyometrisinin karşılaştırılması(2001) Taş, Abdullah; Yağız, Recep; Devren, Memduha; Uzun, Cem; Adalı, Mustafa K.; Koten, Muhsin; Karasalihoğlu, Ahmet R.Amaç: Bu çalışmada işitme kaybı açısından yüksek riskli yenidoğanlarda işitme bozukluğunun saptanmasında transient-evoked otoakustik emisyon (TEOAE) ve beyin sapı uyarılı cevap odyometrisi (BERA) tarama testi olarak kullanılarak sonuçlar karşılaştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Otuz altı riskli yenidoğanın 72 kulağına TEOAE ve BERA iki aşamalı olarak, yenidoğan hastaneden taburcu edilmeden hemen önce ve 8-12. aylarında uygulandı. Testlerin sonuçları "yanıt var" (pass), "yanıt yok" (fail), duyarlılık, özgüllük, yalancı pozitiflik, yalancı negatiflik oranları ve test süreleri açısından değerlendirildi. Bulgular: TEOAE'de ilk testte 58 kulakta, son testte 62 kulakta "yanıt var" saptanırken, BERA ilk testte 61 kulakta, son testte 62 kulakta "yanıt var" saptandı. BERA testinde özgüllük ve duyarlılık oranları daha yüksek, TEOAE testinde yalancı pozitiflik oranı daha yüksek bulundu. BERA test süresinin TEOAE test süresinden daha uzun olduğu gözlendi (p=0.001). Sonuç: İşitme kaybı açısından yüksek riskli yenidoğanlarda TEOAE ilk tarama testi olarak uygulanabilir. TEOAE'nin daha fazla yanlış pozitif sonuç verme özelliği de dikkate alınarak, otoakustik emisyon saptanmayan olgularda BERA testi yapılarak sonuçlar kesinleştirilebilir.Öğe İşitme kaybı için yüksek riskli yenidoğanlarda beyin sapı uyarılı cevap odyometrisi (BERA) ve transient evoked otoakustik emisyon (TEOAE)'un karşılaştırılması(Trakya Üniversitesi, 1999) Taş, Abdullah; Karasalihoğlu, Ahmet Rıfat47 ÖZET Toplumda orta ve ileri derecede işitme kaybı oranı her 1000 canlı doğumda 1-2 dir. Bu oran yüksek riskli yeni doğanlarda %2-5 oranına yükselir. İşitme kayıplı yeni doğanların erken teşhis ve eğitimin ideal mekanizması ; erken hasta identifikasyonu, güvenilir kantitatif işitme testleri ve uygun eğitim programlandır. Bizde bu çalışmamızda işitme kaybı açısından yüksek riskli yeni doğanlarda işitme bozukluğunun saptanmasında objektif iki yöntem olan TEOAE ve BERA nın tarama testi olarak kullanılmasında birbirleriyle karşılaştırdık. Bu amaçla 36 riskli yeni doğanın 72 kulağına TEOAE ve BERA testleri iki aşamalı olarak uygulandı. İlk testler yeni doğan hastaneden taburcu edilmeden hemen önce, son testler ise yeni doğanların 8- 12. aylarında uygulanmıştır. Uygulanan TEOAE ve BERA nın ilk ve son testlerinin "yanıt var" (pass), "yanıt yok" (fail), sensitivite, spesifite, yalancı pozitiflik, yalancı negatiflik oranlan ve her testin yapılış süreleri saptandı. TEOAE ilk testte "yanıt var" (pass) oranı %80.55, "yanıt yok" (fail) oranı %19.45, sensitivite %60, spesifite %87.1, yalancı pozitiflik %57.1, yalancı negatiflik %6.9, test süresi ortalama 4.39 dk. olarak saptandı. TEOAE son teste "yanıt var" (pass) oranı %86.1, "yanıt yok" (fail) oranı %13.9, sensitivite %60, spesifite %93.5, yalancı pozitiflik %40, yalancı negatiflik %6.5, test süresi ortalama 3.71 dk. olarak saptandı. BERA ilk testte "yanıt var" (pass) oranı %84.7, "yanıt yok" (fail) oranı %15.3, sensitivite %90, spesifite %96.8, yalancı pozitiflik %18.2, yalancı negatiflik %1.6, test süresi ortalama 11.9 dk. olarak saptandı. BERA son testte "yanıt var" (pass) oranı %86.1, "yanıt yok" IC, Ytes&öe&EîtftS KEMALİ48 (fail) oranı %13.9, test süresi ortalama 11.1 dk. olarak saptanmıştır. Sonuç olarak periferal işitme fonksiyonunu değerlendirmede en objektif metöd olarak kabul edilen BERA göreceli olarak zaman kaybettiren bir testtir. Uygulamak için yüksek teknik beceri ve yorumlamak için eğitilmiş uzman gereksinimi göstermektedir. TEOAE yeni doğan işitme fonksiyonunu değerlendirmede göreceli olarak daha hızlı, non invazif bir test tekniğidir. İşitme kaybı için yüksek riskli yeni doğanlarda TEOAE objektif bir test olarak BERA' dan önce uygulanabilir, ancak ilk haftalarda yapılan testlerde daha fazla olmak üzere yalancı pozitiflik olasılığı da mevcut olduğu için testin daha sonra sık aralarla tekrarlanması buna rağmen OAE saptanamayan olgularda mutlaka BERA testi yapılarak sonuçların kesinleştirilmesi önerilebilecektir.Öğe Kronik süpüratif otitis mediaya bağlı kafa içi komplikasyonları(2008) Yağız, Recep; Adalı, Mustafa Kemal; Taş, Abdullah; Uzun, Cem; Koten, Muhsin; Karasalihoğlu, AhmetAmaç: Kronik süpüratif otitis mediaya (KSOM) bağlı kafa içi komplikasyonların semptom ve bulguları, dağılım özellikleri, tanı ve tedavi yaklaşımlarını ve elde edilen sonuçları değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Kronik süpüratif otitis mediaya bağlı kafa içi komplikasyonu tanısı alan 42 olgunun (27 erkek, 15 kadın; ort. yaş 31.3; dağılım 9-74) verileri retrospektif olarak incelendi. Hastalar; yaş, cinsiyet, başvuru semptomları, otoskopik muayene bulguları, görülen komplikasyonlar, radyolojik inceleme, tedavi yöntemleri ve ameliyat bulguları yönünden değerlendirildi. Bulgular: Komplikasyonların görüldüğü en sık yaş grubu 31-40 yaş (%33.3) idi. Şiddetli baş ağrısı, bulantı-kusma, kulak ağrısı, pürülan kulak akıntısı ve ateş sık görülen semptom ve bulgulardı. Menenjit en sık görülen (15 hasta, %35.7) komplikasyondu. Beyin absesi (14 hasta, %33.3) ve lateral sinüs trombozu (10 hasta, %23.8) ikinci ve üçüncü sıklıkta görülen komplikasyonlardı. Olguların tümünde genel mortalite oranı %2.4 iken (tanı anında bilinci kapalı olan bir hasta), beyin abseli olgularda bu oran %7.1 idi. Sonuç: Kronik süpüratif otitis mediaya bağlı kafa içi komplikasyonları, yaşamı tehdit eden özelliği nedeniyle hala ciddi bir sorundur. Hastanın tanı anındaki bilinç düzeyi prognozu belirleyen önemli bir faktör olduğundan, erken tanı için aktif KSOM'li bir hastada şiddetli baş ağrısı, bulantı-kusma, kulak ağrısı ve ateş gibi semptom ve bulguların varlığında kafa içi komplikasyonu mutlaka hatırlanmalı ve ileri inceleme yapılmalıdır.Öğe Larenks kanseri nedeniyle ameliyat olan hastaların psikolojik semptom dağılımının incelenmesi(2007) Taş, Abdullah; Yağız, Recep; Uzun, Cem; Giran, Safiye; Taş, Memduha; Karasalihoğlu, Ahmet R.Amaç: Larenks kanseri nedeniyle parsiyel veya total larenjektomi uygulanan hastaların psikolojik semptomlerı incelendi. Hastalar ve Yöntemler: Total (n=41) veya parsiyel (n=22) larenjektomi uygulanan 63 hasta çalışmaya alındı. Ayrıca, yaş, cinsiyet ve sosyokültürel durum bakımından olgularla benzer 20 sağlıklı bireyden kontrol grubu oluşturuldu. Hastaların ameliyat sonrası poliklinik takiplerinde, belirti tarama testi olan SCL-90 R (Symptom Check List-90 Revised) ile psikolojik semptomlarının dağılımları incelendi. Bulgular: SCL-90 R testi ameliyat sonrası ortalama 20.6 ayda (dağılım 10-86 ay) uygulandı. Total larenjektomili hastalarda kontrol grubuna göre, kişiler arası ilişkilerde duyarlılık, depresyon, öfke-düşmanlık, fobik anksiyete ve genel semptom düzeyi skorlarının anlamlı derecede daha yüksek olduğu görüldü (p<0.05). Parsiyel larenjektomili hastaların skorları total larenjektomili hastalardan daha düşük, kontrol grubundan ise daha yüksek olmakla birlikte, kontrol grubu ile sadece öfke-düşmanlık semptomu bakımından anlamlı fark vardı (p<0.05). Sonuç: Total veya parsiyel larenjektomi uygulanan hastalara, cerrahiye bağlı psikososyal etkilerin en aza indirilmesi için psikolojik destek sağlanmalıdır.Öğe Larenks kanserli hastalarda vasküler endotelyal büyüme faktörü A ve C düzeylerinin prognoza etkisi(2011) Düzen, Burak; Taş, Abdullah; Demir, Muzaffer; Usta, Ufuk; Yağız, Recep; Koten, Muhsin; Karasalihoğlu, AhmetAmaç: Bu çalışmada, larenks kanserli hastalarda, vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEBF)-A ve C değerlerinin tümör evresi ve boyun lenf nodu tutulumu ile ilişkisi, ayrıca patoloji örneklerinde mikrodamar yoğunluğu ile tümör evresi arasındaki ilişki değerlendirilerek prognozdaki etkisi belirlendi. Hastalar ve Yöntemler: Çalışmaya larenks skuamöz hücreli kanser nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan 33 erkek hasta (ort. yaş 57.8±7.2 yıl; dağılım 49-69 yıl) ile 13 sağlıklı erkek denekten (ort. yaş 54.2±6.1 yıl; dağılım 41-62 yıl) oluşan kontrol grubu alındı. Hastalar iki gruba ayrıldı: Erken evre grubu T1 ve T2 evre tümörlü hastalardan oluşurken, ileri evre grubu T3 ve T4 evre tümörlü hastaları içermekte idi. Hastalar ameliyat öncesinde ve ameliyattan altı ay sonra plazma VEBF-A ve C seviyeleri açısından değerlendirildi. Patolojik örneklerde immünohistokimyasal boyama CD 31 kullanılarak yapıldı. Her bir hastada milimetrekareye düşen mikrodamar sayısı (mikrodamar yoğunluğu) belirlendi. Bulgular: Erken evre tümörlü hastaların ameliyat öncesi plazma VEBF-A seviyeleri kontrol grubuna göre anlamlı şekilde düşüktü, ancak ileri evre tümörlü hastaların ameliyat öncesi seviyeleri ile kontrol grubundaki seviyeler arasında anlamlı fark yoktu. Hem erken evre hem de ileri evre grubundaki hastaların ameliyat öncesi ile ameliyat sonrası altıncı aydaki VEBF-A düzeyleri arasında anlamlı fark yoktu. Lenf nodu tutulumu olan hastaların ameliyat öncesi plazma VEBF-C değerleri erken evre tümörleri bulunan hastalara göre belirgin şekilde düşüktü. Lenf nodu tutulumu olan olguların ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası altıncı ay VEBF-C değerleri arasında anlamlı fark yoktu. Lenf nodu tutulumu olan olgular ile lenf nodu tutulumu olmayan olguların ameliyat öncesi VEBF-C değerleri arasında anlamlı fark yoktu. Erken evre ve ileri evre tümörlü olguların mikrodamar yoğunlukları arasında anlamlı fark saptanmadı. Sonuç: Larenks kanserli hastalarda plazma VEBF-A değerinin yükselmediği, aksine erken evreli hastalarda düşük olduğu görüldü. Plazma VEBF-C değerleri ve boyun lenf nodu tutulumu arasında herhangi bir ilişki saptanmadı.Öğe Laryngeal osteoma: A rare cause of laryngeal obstruction(2010) Karasalihoğlu, Ahmet Rıfat; Taş, Abdullah; Yağız, Recep; Yalçın, Ömer; Koten, Muhsin; Koçyiğit, MuratOsteomlar selim, tipik olarak yavaş büyüyen, belirgin sınırlı, yoğun siklerotik kemik tümörleridir. Laringeal osteom çok enderdir. Biz bu çalışmamızda çok ender görülen laringeal osteomlu bir olgu sunuyoruz. Olgunun 3 yıldır ses kısıklığı ve 1 aydır nefes darlığı şikayeti vardı. İndirekt larinks muayenesinde, laringeal boşluğu dolduran supraglottik kitle vardı. Kitle mikrolaringoskopik aletler kullanılarak tam olarak çıkarıldı. Operasyon sonrası hastanın şikayetleri tam olarak geriledi. Laringeal osteomlu olgu tedavisi ile literatür eşliğinde sunulmuştur.Öğe Long-Term Evaluation After Supracricoid Partial Laryngectomy(2018) Çiftçi, Elif; Karasalihoğlu, Ahmet Rıfat; Yağız, Recep; Taş, Abdullah; Güven, Selis Gülseven; Adalı, Mustafa Kemal; Koten, MuhsinObjective: Supracricoid partial laryngectomy is one of the partial laryngectomy proce- dures designed to maintain adequate functionality. We intend to determine the effects of voice, res- piration functions that effect life quality in the long term, and how much they differ based on the chosen surgical procedure after supracricoid partial laryngectomy. Material and Methods: We as- sessed 26 patients with supracricoid partial laryngectomy (SCPL) with cricohyoidopexy, 9 patients with SCPL cricohyoidoepiglottopexy and 10 healthy individuals within our research. All of the pa- tients were evaluated with acoustic and perceptual voice analysis, aspiration, dysphagia, voice hand- icap index, laryngostroboscopy one year after supracricoid partial laryngectomy with cricohyoidopexy or cricohyoidoepiglottopexy. Results: Thirty-five patients (34 male, 1 female) were included in the study group to determine the postoperative, long term functional effects of SCPL. We found that, even though patients suffered from disabilities related with voice, findings in fuctional results in supracricoid partial laryngectomy patients were favorable. Conclusion: As a conclusion, SCPL could be performed in chosen cases of advanced laryngeal malignancies as an alternative sur- gical method, preserving swallowing, speaking and swallowing functions, providing acceptable func- tional results as expressed by patients. When SCPL patients were evaluated postoperatively in the long-term, using acoustic voice analysis, laryngostroboscopic examination and voice handicap index, even though they suffered from voice weaknesses, functional results were generally found to be ac- ceptable.Öğe Nazal obstrüksiyon cerrahi sonuçlarının akustik rinometri ölçümleri ile değerlendirilmesi ve burun tıkanıklığının gündüz uykululuk hali üzerine etkisi(2012) Şeneldir, Lütfü; Koten, Muhsin; Adalı, Mustafa Kemal; Yağız, Recep; Taş, Abdullah; Karasalihoğlu, Ahmet RıfatAmaç: Bu çalışmada burun tıkanıklığı nedeniyle ameliyat edilen hastalarda, burun tıkanıklığı bulguları hasta ve doktor analog skalaları ile değerlendirildi, akustik rinometri ölçümlerinin uyumu ve burun tıkanıklığının gündüz uykululuk haline etkisi araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Bu çalışmaya Ağustos 2007 ile Eylül 2008 tarihleri arasında burun tıkanıklığı yakınmasıyla başvuran ve cerrahi tedavi uygulanan 55 hasta (40 erkek, 15 kadın; ort yaş 30 yıl; dağılım 15-56 yıl) dahil edildi. Ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası dönemde her iki nazal kavitede akustik rinometri ölçümleri yapıldı. Burun tıkanıklığı, hasta ve doktor analog skalaları ile derecelendirildi. Burun tıkanıklığının, gündüz uykululuk haline etkisini değerlendirmek üzere, Epworth uykululuk skalası (ESS) kullanıldı. Bulgular: Hasta ve doktor analog skalaları ile akustik rinometri değerleri arasında ameliyat öncesi dönemde istatistiksel olarak anlamlı korelasyon vardı; ameliyat sonrası dönemde istatistiksel olarak anlamlı korelasyon yoktu. Hasta ve doktor analog skalaları arasında hem ameliyat öncesi hem de ameliyat sonrası dönemde istatistiksel olarak anlamlı korelasyon izlendi. Ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası dönemdeki ESS skorları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı. Sonuç: Akustik rinometri, yapılan ameliyatın sonuçlarını ve etkisini ortaya koymada objektif veriler sunan güvenilir bir yöntemdir. Analog skalalar da hastanın burun tıkanıklığının derecesini belirlemede yararlı yöntemlerdir. Burun tıkanıklığının gündüz uyuklama yakınmasında artışa neden olan etkisi bulunmaktadır.Öğe Ototoksisitenin odyolojik monitörizasyonu(2005) Taş, Abdullah; Yağız, RecepOtotoksisite, çe.itli terapötik ajanların veya kimyasal maddelerin iç kulak yapılarında veya fonksiyonlarında hasar yaratma etkisi olarak tanımlanabilir. Etkilenen kısım koklea, vestibül veya her ikisi olabilir. Ototoksisitenin başlıca semptomları işitme kaybı, kulak çınlaması, baş dönmesidir. Günümüzde ototoksisitenin monitörizasyonu için mevcut odyolojik yöntemlerin sayısı artmıştır. Bu amaçla konvansiyonel odyometri, yüksek frekans odyometri, elektrokokleografi, otoakustik emisyon (OAE), işitsel beyin sapı yanıtları (ABR) kullanılmaktadır. Bu derlemede ototoksisitenin monitörizasyonunda kullanılan odyometrik yöntemlerin değerlendirilmesi amaçlandı.Öğe Parotis bezi tümörü nedeniyle ameliyat edilen olguların cerrahi ve histopatolojik sonuçlarının değerlendirilmesi(2009) Taş, Abdullah; Giran, Safiye; Yağız, Recep; Yalçın, Ömer; Koten, Muhsin; Adalı, Mustafa Kemal; Karasalihoğlu, AhmetAmaç: Parotis tümörü ile kliniğimize başvuran olguları retrospektif olarak incelemek; uygulanan cerrahi işlemleri, histopatolojik sonuçları, görülme oranlarını, takip sürelerini ve komplikasyonları değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Ocak 2000 ile Mayıs 2008 tarihleri arasında kulak önünde ve/veya kulak altında şişlik şikayeti ile başvuran 56 hasta (38 erkek, 18 kadın; ort. yaş 52.7; dağılım 7-86) çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, ameliyat şekli, ameliyat sonrası histopatolojik sonuçları ve takip süreleri kaydedildi. Bulgular: Bir erkek olgu iki taraflı lezyon nedeniyle iki kez ameliyat oldu. Ameliyat sonrası histopatoloji sonuçlarına göre olguların 37'si selim (%64.9), 20'si habis (%35.1) idi. Selim tümör olarak pleomorfik adenom (13 olgu) ve Whartin tümörü (13 olgu) eşit sayıda saptandı. Cerrahi yöntem olarak parsiyel yüzeyel parotidektomi, yüzeyel parotidektomi veya total parotidektomi uygulandı. Bu tedaviye ek olarak bazı olgularda boyun diseksiyonu uygulandı. En sık görülen komplikasyon geçici fasyal sinir parezisi idi. Sonuç: Parotis bezi tümörlerinin tedavisinde selim olanlarda yüzeyel veya parsiyel yüzeyel parotidektomi yeterli bir tedavidir. Habis tümörlerde ise yüzeyel, total parotidektomi uygulanmalı, boyun kitlesi olan olgulara boyun diseksiyonu, fasyal sinir tutulu olgularda ise fasyal sinir dallarının rezeksiyonları ve onarımları yapılmalıdır. Tümör tipine göre ameliyat sonrası radyoterapi ve kemoterapi tedaviye eklenmelidir.Öğe Primary nasopharyngeal tuberculosis(2009) Taş, Abdullah; Yağız, Recep; Koçyiğit, Murat; Karasalihoğlu, Ahmet R.Primer nazofarengeal tüberküloz servikal lenfa-denopati ile karşımıza çıkan nadir bir hastalıktır. Nazofarengeal tüberkülozun nazofarengeal karsi-nomdan ayrımı oldukça zordur. Tanı için histolojik ve bakteriolojik değerlendirme gerekmektedir. On dokuz yaşında erkek hasta boyunda kitle, burunda tıkanma, gece terlemeleri ve kilo kaybı yakınmaları ile kliniğimize başvurdu. Hastanın klinik görünümü nazofarenksin malign tümörü ile benzerdi. Histolojik ve bakteriolojik olarak çalışılarak tüberküloz tanısı kondu. Uygulanan antitüberküloz tedavisinden sonra hastanın yakınmaları düzeldi. Bu yazıda primer nazofarengeal tüberküloz olgusu sunuldu.Öğe Sportif SCUBA dalıcılarında KBB sorunları, tedavileri ve korunma yolları(2001) Yağız, Recep; Taş, Abdullah; İnan, Nurkan; Uzun, Cem; Çiçek, FikriAmaç: SCUBA dalıcılarında ortaya çıkan KBB sorun-ları ve bu sorunlardan korunma ve tedavi yolları değerlendirildi. Çalışma Planı ve Yöntemler: Dalışa engel bir patoloji bulunmayan 37 sportif SCUBA dalıcı (8 kadın, 29 erkek; ört. yaş 26; dağılım 19-38) izlendi ve takiplerde sapta-nan dalışa bağlı patolojiler değerlendirildi. Bu dalış patolojileri ve dalış sırasındaki nedenler analiz edildi. Bulgular: Yapılan 1941 dalışın sadece 60'ında (%3.1), çoğu hafif düzeylerde olan dalışa bağlı 65 patoloji saptandı. Bunların büyük çoğunluğu (%94) KBB alanına girmekteydi. En sık, iniş fazındaki orta kulak barotravması (%55) görüldü. Nezleli iken yapı-lan 16 dalışın 14'ünde orta kulak barotravması oluştu. Sadece bir dalıcıda, iç kulak barotravması sonucu kalıcı çınlama gelişti; diğer bütün patolojiler sekelsiz düzeldi. Sonuç: Dikkatli muayene ile uygun eğitim ve tedbirler alındığında sportif SCUBA dalıcılığının oldukça güvenli bir spor olduğu sonucuna varıldı.Öğe Streptomisin ototoksisitesinin transient evoked otoakustik emisyon ile monitörizasyonu(2000) Uzun, Cem; Yağız, Recep; Adalı, Mustafa Kemal; Koten, Muhsin; Taş, Abdullah; Küçükuğurluoğlu, Murat; Karasalihoğlu, Ahmet R.Amaç: Streptomisin tedavisi sırasında oluşabilecek ototoksisite nedeniyle, transient evoked Otoakustik emisyonlarda (TEOAE) ve saf ton odyometride olası değişiklikleri belirlemek ve ototoksisite monitorizasyonunda her iki testi karşılaştırmak. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, ortalama 1g/gün dozda streptomisin alan 38 olgunun toplam 73 kulağı, TEOAE ve saf ton odyometri ile streptomisin tedavisi öncesi, tedavi süresince ve tedavi bitiminden bir ay sonra izlendi. Ve her iki testin sonuçlan birbiri ile karşılaştırıldı. Bulgular: Olguların tedavi öncesi ve sonrası ölçümleri karşılaştırıldığında, saf ton odyogramlarında herhangi bir işitme kaybı bulgusu saptanmamıştır. TEOAE ölçümlerinde ise, reproduktibilite parametresinde anlamlı değişiklikler saptanmazken (p>0.05), emisyon amplitüdlerinde tedavi sonunda anlamlı düşüş saptanmıştır (p<0.05). Tedavi bitiminden bir ay sonra yapılan son kontrolde ise emisyon amplitüdlerinde tam olmayan bir artış (iyileşme) tespit edilmiştir. Sonuç: Streptomisin tedavisi sırasında saf ton odyoınetriye yansıyan herhangi bir işitme kaybı bulgusu olmaksızın meydana gelen TEOAE amplitüdlerindeki bu değişiklikler, muhtemelen streptomisinin erken ototoksik etkisi sonucu oluşan, iç kulağın geri dönüşümlü fonksiyonel değişikliklerini göstermektedir. Bu nedenle, streptomisin Ototoksisitesinin monitorizasyonunda, kalıcı işitme kaybı meydana gelmeden ototoksisite için yüksek riskli hastaların önceden saptanmasında, TEOAE saf ton odyometriden üstün olabilir.