Yazar "Puyan, Fulya Öz" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 6 / 6
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Bethesda Kategori ÖBA/ÖBFL için Malignite Oranları: Tek Merkez Deneyimi(2016) Can, Nuray; Salt, Semra Aytürk; Taştekin, Ebru; Sezer, Yavuz Atakan; Çelik, Mehmet; Puyan, Fulya Öz; Usta, UfukAmaç: Tiroidnodüllerinin prevelansı yüksek olmasına rağmen, bu nodüller için malignite oranları düşüktür. Bu nedenle, cerrahi yaklaşım gerektiren malign nodülleri, benign nodüllerden ayırmak çok önemlidir. Ultrasonografi, ultrasonografi eşliğinde ince iğne aspirasyonu ve ayrıca Tiroid Sitopatolojisi için Bethesda Raporlama Sistemi tiroid nodüllerinin değerlendirilmesinde fayda sağlamaktadır. Ancak, bu sistem 'Önemi Belirsiz Atipi/ Önemi Belirsiz Foliküler Lezyon (ÖBA/ÖBFL)' olarak adlandırılan problemli bir kategori içermektedir. Bu kategori için son zamanlarda bildirilen malignite yüzdeleri %5 ile %96,7 arasında değişmektedir. Bu çalışmada merkezimizde incelenen ilk ince iğne aspirasyon tanısı ÖBA/ÖBFL olan tiroid nodüllerindeki malignite oranlarının sunulması amaçlanmaktadır. Yöntem: Yedi yıl süresince, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilimdalı'nda (Edirne, Türkiye) incelenen hastaların tanıları (ince iğne aspirasyon ve tiroidektomi) geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: İnce iğne aspirasyon sitolojisinde ÖBA/ÖBFL tanısı alan 153 hastadan 68'inde (%44,4) histopatolojik tanı papiller tiroid karsinomu, 1'inde (%7) foliküler karsinom ve 1'inde (%7) de medüller karsinom idi. Tartışma ve Sonuç: Tiroid Sitopatolojisi için Bethesda Raporlama Sistemi bazı tanı kategorilerinde standardizasyon sağlamışsa da, ÖBA/ÖBFL kategorisi hala subjektif sitolojik kriterleri barındırmakta ve farklı çalışmalarda oldukça değişken histolojik malignite oranları bildirilmektedir. Bu nedenle, immünositokimya ve özellikle moleküler testler gibi yardımcı yöntemlerin kullanılması tiroid nodüllerinin preoperatif tanısında faydalı olabilir.Öğe Doksorubisine bağlı ekstravazasyon hasarında pentoksifilinin etkisi(2012) Karasoy, Ayşin Yeşlada; Kıyak, Medeni Volkan; Yenidünya, Mehmet Oğuz; Puyan, Fulya ÖzGiriş ve Amaç: Ekstravazasyon yaralanması, damar dışına kaçan farmakolojik veya fizyolojik olmayan ajanların doku yıkımı yapması ile karakterize bir durumdur. Kemoterapötik olarak sıkça kullanılan doksorubisinin ekstravazasyonu sonucu gelişen tam kat cilt nekrozu kanser hastalarının önemli bir morbidite kaynağıdır. Bu ilerleyici doku nekrozu ağrı, ülserasyon, şekil ve fonksiyon bozukluğuna neden olan doku kaybına yol açabilir. Bu yaralanmalarda çeşitli tedavi seçenekleri önerilmesine rağmen, bu gibi lezyonların tedavisi hakkında fikir birliği sağlanmamıştır. Bu çalışmanın amacı sıçan ekstravazasyon modelinde pentoksifilinin etkisini ve kullanım zamanıyla etkinlik ilişkisini belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Ağırlıkları 300-350 gr olan 30 adet Wistar-Albino sıçanların tümüne 1 mg doksorubisin, 1cc izotonik içinde intradermal olarak enjekte edildi. Hayvanlar 3 gruba ayrılarak 50mg/kg/gün pentoksifilin intraperitoneal olarak günde iki kez (12 saat ara ile) uygulandı. Gruplar sırayla: Grup 1: hasar ile aynı gün tedaviye başlandı (n=10), Grup2: hasardan sonraki gün tedaviye başlandı (n=10), Grup 3: kontrol grubu (sadece serum fizyolojik verildi). Yaralanmadan 7, 10, 12 ve 15 gün sonra enjeksiyon yerinde ülser boyutu görüntü analiz programı yöntemi ile ölçüldü. Biyopsi materyali tüm nekrotik dokuları ve çevresindeki sağlıklı dokuyu içerecek şekilde elde edildi. Bulgular: Grup 1 ve 2‘deki nekroz boyutları, grup 3 (kontrol grubu) ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0,01). Grup 1 nekroz alanı grup 2 ile benzerdi, iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Sonuç: Bu veriler sıçanlarda doksorubisin ile gerçekleştirilen ekstravazasyon hasarının azaltılmasında pentoksifilinin hasardan hemen sonra ya da 1 gün sonra kullanılması anlamlı fark olmadığından yaralanmanın süresi ne olursa olsun kullanılmasının yararlı olduğunu göstermektedir.Öğe Mide adenokarsinomlarında nöroendokrin diferansiyasyon(Trakya Üniversitesi, 2002) Puyan, Fulya Öz; Özyılmaz, FilizÖZET Adenokarsinomlar, midenin en sık görülen malign tümörleridir. Gelişen endoskopik incelemeler sayesinde sıklığında artış gözlenen nöroendokrin tümörlerin (NET) prognozları ise daha iyidir. Bu farklılık sebebiyle adenokarsinomlarda nöroendokrin diferansiyasyon (NED) araştırılmakta, prognozla ilişkisi incelenmtektedir. Çalışmamızda 1986-2001 yılları arasındaki 75 gastrektomi materyali seçilerek, WHO sınıflamasına göre yeniden değerlendirildi. İmmunohistokimyasal yöntemle kromogranin-A, sinaptofizin, nöron-spesifik-enolaz, gastrin, serotonin, somatostatin kullanılarak nöroendokrin hücre varlığı araştırıldı. 14 vakada tanı değişikliğine gidildi. Buna göre vakalarımız 32 tübüler, 24 taşlı yüzük hücreli, 7 müsinöz, 2 papiller adenokarsinom, 3 erken mide karsinomu ile 7 NET'ten oluştu. NET'lerin 3'ü iyi diferansiye nöroendokrin karsinom, 4'ü mikst endokrin-ekzokrin tümör idi. Vakalar kromogranin-A ve/veya sinaptofizin pozitifliğine göre NED gösteren ve göstermeyen grup olarak ikiye ayrıldı. NED izlenen grup klasik adenokarsinom minimal endokrin komponent (KAMEK), NED göstermeyen grup klasik adenokarsinom (KA) olarak isimlendirildi. Kontrol grubu olarak 7 NET vakası seçildi. 68 adenokarsinom vakasından 42' si (%61.8) KAMEK grubunu oluşturdu. Gruplar histopatolojik olarak karşılaştırıldı. KAMEK grubunun erkeklerde sık izlendiği, genellikle ülseröz görünüme sahip olduğu saptandı. KA ve KAMEK grupları arasında tümör lokatizasyonu, histolojik grade, müsin varlığı ve evre açısından istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmadı. WHO ve Lauren sınıflamalarına göre incelendiğinde tümör tipi ile NED varlığı arasında bir korelasyon saptanmadı. Atrofık gastrit, intestinal metaplazi, endokrin hücre hiperlazisi ve G hücre hiperplazisi ile yapılan karşılaştırmalarda gruplar arasında belirgin fark görülmedi. 86Tümör tipi, diferansiyasyonu ve evresiyle ilişki saptayamadığımız NED, mide adenokarsinomlarında tümör komponentinin az bir kısmını oluşturduğu için prognoza etki etmemektedir. Bu nedenle KAMEK grubu vakalar klasik adenokarsinomlar gibi izlenmeli ve tedavi edilmelidir. Bununla beraber mikst endokrin-ekzokrin tümör varlığı kuşkusu doğduğunda, tümörün seyrinin konvansiyonel adenokarsinomlardan farklı olabileceği düşüncesiyle, vakaya immunobistokimyasal yöntemler uygulanarak NED'in araştırılması ve buna göre tanının verilmesi önem taşımaktadır. 87Öğe Parathyroid carcinoma: A rare cause of hyperparathyroidism(2010) Sezer, Atakan; Puyan, Fulya Öz; Sarıkaya, Ali; İrfanoğlu, Mehmet EminParatiroid karsinomları primer hiperparatiroidinin nadir nedenleri arasında yer alır. Bu tümörler tüm primer hiperparatiroidilerin %0.4-1'inde görülür ve paratiroid bezininin diğer hastalıklarından ayrımı zordur. Daha once paratiroid adenoma tanısı ile opere olan 61 yaşında bayan hasta kliniğimize paratiroid karsinomu şüphesi ile başvurdu. Hastanın klinik muayenesinde tiroid glandın sağ tarafında kitle palpe edildi ve radyolojik incelemeler tanıyı destekledi. Hastaya tiroidektomi, paratiroidektomi, boyun diseksiyonu ve strap kas eksizyonu yapıldı ve patolojik incelemede paratiroid karsinomu tanısı kondu. Hasta oral kalsiyum ve kalsitriol tedavisi ile sorunsuz olarak taburcu edildi.Öğe The Progress of Next Generation Sequencing in the Assessment of Myeloid Malignancies(2019) Puyan, Fulya Öz; Alkan, SerhanThe introduction and advances on next-generation sequencing have led to novel ways to integrate simultaneous assessment of multiple target genes in routine laboratory analysis. Assessment of myeloid neoplasms with targeted next-generation sequencing panels shows evidence to improve diagnosis, assist therapeutic decisions, provide better information about prognosis, and better detection of minimal residual disease. Herein, we provide information for application and utilization of next-generation sequencing studies with a focus on the most important mutations in acute myeloid leukemia, myelodysplastic syndrome, myeloproliferative neoplasms, and other myelodysplastic/myeloproliferative neoplasms in order to integrate them into the daily clinical practice.Öğe Schweninger-Buzzi tipi primer anetoderma(2010) Arıcan, Özer; Yeşiltepe, Menekşe; Puyan, Fulya ÖzAmaç: Anetoderma; mid-dermal elastik dokunun kaybı ile giden iyi seyirli nadir bir dermatoz olup atrofik, oval ya da yuvarlak, deri renginde, fıtıklaşma veya cep oluşumları gösteren, gevşek görünümlü maküller ile seyreder. Klasik olarak primer (idiyopatik) ve sekonder (aynı bölgedeki bir inflamatuvar dermatozu takiben gelişen) olmak üzere ikiye ayrılır. Primer formu daha çok 20-40 yaşlarındaki kadınlarda gözlenir ve gövde en çok etkilenen bölgedir. Olgu sunumu: On dört yaşındaki sağlıklı bir erkekte bilateral üst ekstremite yerleşimli primer anetoderma olgusu sunularak kliniği, olası etyolojisi, ilişkili olabileceği durumlar ve sınırlı sayıdaki tedavi seçenekleri tartışılmıştır. Sonuç: Primer anetodermanın etyolojisi hâlâ bilinmemektedir.