Yazar "Koten, Muhsin" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 20
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Akut solunum sıkıntısı yapan kombine larengopyosel ve trakeotomisiz tedavisi(1999) Uzun, Cem; Koten, Muhsin; Adalı, Mustafa K.; Karasalihoğlu, Ahmet R.; Şahin, Oğuz B.; Özel, Serhan E.Enfekte larengosele larengopyosel denir ve oldukça nadir görülür. Özellikle internal komponenti olanlar, akut solunum yolu tıkanıklığına yol açabilir. Acil medikal tedavi ile, trakeotomiye gerek kalmayabilir. Bu makalede, kombine larengopyoselli 52 yaşında bir erkek hasta ve tedavisi sunulmuştur. Akut solunum sıkıntısı ve boyunda şişlik şikayetiyle başvuran hastaya, oksijen, intravenöz antibiyotik ve steroid tedavisi uygulandı. Bu tedavi sonucu, solunum sıkıntısı kısa sürede hafifledi, trakeotomi gerekmedi. Lezyon eksternal yaklaşımla çıkarıldı. Altı aylık izlemde, şu ana kadar herhangi bir nüks ve karsinom gelişimi saptanmadı.Öğe A case of epithelial-myoepithelial carcinoma of the parotid gland(2003) Taş, Abdullah; Yağız, Recep; Altaner, Şemsi; Koten, Muhsin; Karasalihoğlu, Ahmet RıfatEpiteliyal-myoepiteliyal karsinom tüm tükürük bezi neoplazmlarmın yaklaşık %1'ni oluşturur. Tümörlerin çoğu majör tükürük bezlerinden, özellikle de pa-rotis bezinden kaynaklanır. Epiteliyal-myoepiteliyal karsinomlu 65 yaşındaki erkek hastanın manyetik rezonans görüntülemesinde sol parotis bezinde dü-zensiz ve heterojen kitle görüldü. Hastaya yüzeysel parotidektomi uygulandı. Yirmi bir aylık takip süresinde herhangi bir komplikasyon ya da nüks saptanmadı.Öğe Epiglot rekonstrüksiyonlu frontal anterior larenjektomi(2000) Karasalihoğlu, Ahmet R.; Uzun, Cem; Adalı, Mustafa Kemal; Koten, Muhsin; Küçükuğurluoğlu, Murat; Yağız, Recep; Taş, AbdullahAmaç: Epiglot rekonstrüksiyonlu frontal anterior larenjektomi yönteminin teknik özellikleri, endikasyonları, avantaj/dezavantajlar/ ve fonksiyonel sonuçlarını incelemek. Gereç ve Yöntem: 1985-1999 yılları arasında T1 b yada T2 glottik kanser nedeniyle epiglot rekonstrüksiyonlu frontal anterior larenjektomi operasyonu uygulanan 22 hasta fonksiyonel sonuçları açısından retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Tüm hastalar ortalama 14,5 (en az 8, en çok 18) günde yutabilmiş ve ortalama 17,5 (en az 9, en çok 27) günde dekanülmanı tolere edebilmişlerdir. Takibi bırakan bir hasta dışında bütün hastalar hayatta olup hiçbir hastada nüks gelişmemiştir. Takibi bırakan bu hasta ölmüş kabul edilirse, tümör kontrolü T1b lezyonlu hastalarda % 100, T2 lezyonlu hastalarda %89, 5 yıllık sağ kalım oranı T1b lezyonlu hastalarda %100 (n=7), T2 lezyonlu hastalarda %83 (n=6) dür. Hastaların hepsi telefonda dahi iletişim kurabilecek bir konuşmaya sahiptir. Sonuç: Epiglot rekonstrüksiyonlu frontal anterior larenjektomi, tek seanstı bir teknik oluşu, yaşlı ve genel durumu elverişli olmayan hastalarda da uygulanabilmesi ve fonksiyonel sonuçlarının olumlu olması nedeniyle ön komüssür rezeksiyonu gereken T1b ve T2 glottik kanserlerde etkin bir tedavi yöntemi olduğu kanısındayız.Öğe Evaluation of Surgical and Histopathologic Results of Patients Operated for Parotid Gland Tumor(Aves Yayincilik, Ibrahim Kara, 2009) Tas, Abdullah; Giran, Safiye; Yagiz, Recep; Yalcin, Oemer; Koten, Muhsin; Adali, Mustafa Kemal; Karasalihoglu, AhmetObjectives: To investigate the patients with parotid tumors retrospectively and to evaluate the surgical procedure, histopathologic results, incidence, follow-up time and complications. Patients and Methods: The study included 56 patients (38 males, 18 females; mean age 52.7 years; range 7 to 86 years) who presented with a mass below or in front of the ear between January 2000 and May 2008. The data regarding patient age, sex, surgical procedure, postoperative histopathologic results and follow-up time were recorded. Results: One of the male patients underwent operation twice because of the bilateral parotid mass. According to the postoperative histopathologic results, 37 of the cases were benign (64.9%), and 20 of them were malign (35.1%). Pleomorphic adenoma (13 patients) and Whartin tumor (13 patients) incidence were similar. Partial superficial parotidectomy, superficial parotidectomy, and total parotidectomy were performed. In addition, some of the patients underwent neck dissection. The most frequent complication was transient facial nerve paresis. Conclusion: For the management of benign parotid gland tumors, superficial or partial superficial parotidectomy is a sufficient surgery. For malign tumors, superficial or total parotidectomy; in cases with neck masses, neck dissection; and in cases involving the facial nerve, facial nerve resection and reconstruction should be performed. According to the type of tumor, postoperative radiation therapy and chemotherapy should be performed as well.Öğe Frontal anterior laryngectomy with epiglottic reconstruction (Tucker's operation): Oncologic and functional results(2012) Yağız, Recep; Taş, Abdullah; Uzun, Cem; Adalı, Mustafa Kemal; Koten, Muhsin; Çiftçi, Elif; Karasalihoğlu, Ahmet RıfatAmaç: Epiglot rekonstrüksiyonlu frontal anterior larenjektomi (Tucker operasyonu) ile tedavi edilen hastaların fonksiyonel ve onkolojik sonuçlarını değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Eylül 1985-Kasım 2009 yılları arasında, erken glottik tümörü olan 58 hastaya Tucker operasyonu uygulandı. Dekanülasyon zamanı, nazogastrik sondanın çıkarılması, hastanede yatış ve onkolojik sonuçlar analiz edildi. Akustik analiz ve Ses Handikap Endeksi (SHE) vokal fonksiyon değerlendirmesi için kullanıldı. Bulgular: Ortalama dekanülasyon ve nazogastrik sonda çıkarılma süreleri sırasıyla 11,8 ve 15,4 gündü. Ortalama hastanede yatış süresi 19,3 gündü. Erken dekanülasyon uygulamasının hastaların dekanülasyon ve hastanede yatış sürelerini belirgin şekilde azalttığı bulundu. Beş yıllık genel sağ kalım oranı %81,5, primer hastalığa spesifik sağ kalım oranı %96,9 bulundu. On yıllık genel ve primer hastalığa spesifik sağ kalım oranları sırasıyla %67 ve %95,2 bulundu. Beş yıllık lokal kontrol oranı %95,4, nodal kontrol oranı %95,2 bulundu. Hastaların jitter, shimmer ve gürültü-harmonik oranı sırasıyla %8,1, %16,6 ve 0.51 bulundu. Bu değerler belirgin bir artışı gösteriyordu. Total SHE skoru ve alt grup skorlarından SHE-emosyonel hariç diğerleri hastaların hafif düzeyde ses sorunu yaşadığını gösterdi. Sonuç: Tucker operasyonu yüksek onkolojik ve tatminkar fonksiyonel sonuçlarıyla erken glottik karsinomların tedavisinde tercih edilebilecek tekniklerden biridir.Öğe Intracranial Complications of Chronic Suppurative Otitis Media(Ekin Tibbi Yayincilik Ltd Sti-Ekin Medical Publ, 2008) Yagiz, Recep; Adali, Mustafa Kemal; Tas, Abdullah; Uzun, Cem; Koten, Muhsin; Karasalihoglu, AhmetObjectives: To evaluate the clinical signs and symptoms, diagnosis-treatments, distributions and outcomes of patients with intracranial complications due to chronic suppurative otitis media (CSOM). Patients and Methods: Data of 42 patients (27 males, 15 gemales; mean age 31.3 years; range 9 to 74 years) diagnosed as intracranial complication due to CSOM were reviewed retrospectively. Patients were investigated on the basis of age, sex, symptoms, findings of otoscopic examination, complications, radiological evaluations, methods of management and findings at the operation. Results: Complications occurred predominantly in patients between 31 and 40 years of age (33.3%). Severe headache, nausea-vomiting, otalgia, purulent otorrhea and fever were the most common signs and symptoms. Meningitis was the most common (115 patients, 35.7%), brain abscess (14 patients, 33.3%) and lateral sinus thrombosis (10 patients, 23.8%) were second and third common complications. The overall mortality rate was 2.4% (in one patient who was comatose on admission), whereas it was 7.1% for patients with brain abscess. Conclusion: Intracranial complications of CSOM are still a serious problem due to life-threatening condition. If a patient with active CSOM has severe headache, nausea-vomiting, otalgia and fever, otogenic intracranial complication should be considered, and detailed evaluation should be performed for early diagnosis since the level of consciousness on admission is an important prognostic factor.Öğe İşitme kaybı açısından yüksek riskli yenidoğanlarda tarama testi olarak transient-evoked otoakustik emisyon ve beyin sapı uyarılı cevap odyometrisinin karşılaştırılması(2001) Taş, Abdullah; Yağız, Recep; Devren, Memduha; Uzun, Cem; Adalı, Mustafa K.; Koten, Muhsin; Karasalihoğlu, Ahmet R.Amaç: Bu çalışmada işitme kaybı açısından yüksek riskli yenidoğanlarda işitme bozukluğunun saptanmasında transient-evoked otoakustik emisyon (TEOAE) ve beyin sapı uyarılı cevap odyometrisi (BERA) tarama testi olarak kullanılarak sonuçlar karşılaştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Otuz altı riskli yenidoğanın 72 kulağına TEOAE ve BERA iki aşamalı olarak, yenidoğan hastaneden taburcu edilmeden hemen önce ve 8-12. aylarında uygulandı. Testlerin sonuçları "yanıt var" (pass), "yanıt yok" (fail), duyarlılık, özgüllük, yalancı pozitiflik, yalancı negatiflik oranları ve test süreleri açısından değerlendirildi. Bulgular: TEOAE'de ilk testte 58 kulakta, son testte 62 kulakta "yanıt var" saptanırken, BERA ilk testte 61 kulakta, son testte 62 kulakta "yanıt var" saptandı. BERA testinde özgüllük ve duyarlılık oranları daha yüksek, TEOAE testinde yalancı pozitiflik oranı daha yüksek bulundu. BERA test süresinin TEOAE test süresinden daha uzun olduğu gözlendi (p=0.001). Sonuç: İşitme kaybı açısından yüksek riskli yenidoğanlarda TEOAE ilk tarama testi olarak uygulanabilir. TEOAE'nin daha fazla yanlış pozitif sonuç verme özelliği de dikkate alınarak, otoakustik emisyon saptanmayan olgularda BERA testi yapılarak sonuçlar kesinleştirilebilir.Öğe Kobaylarda transient evoked otoakustik emisyon ölçüm yöntemi(2000) Uzun, Cem; Yağız, Recep; Koten, Muhsin; Adalı, Mustafa Kermal; Karasalihoğlu, Ahmet RıfatAmaç: Kobaylarda transient evoked otoakustik emisyonlar (TEOAE) için bir ölçüm yöntemi belirlemek ve kobay ile insan TEOAE'lerini karşılaştırmak. Çalışma Planı ve Yöntemler: Normal işitme saptanan sekiz kobayın (guinea pig) 15 kulağında ILO88 (ver 4.20B) cihazı ile TEOAE'ler ölçüldü. Kullanılan yöntemde, ilk 20 milisaniyedeki (msn) orijinal ölçüm, emisyonun başlangıç süresi ile 10. msn arasında rekonstrükte edildi. Ölçümlerin gerçek biyolojik cevabı yansıttığı ve TEOAE'leri doğru olarak ölçtüğünü saptamak için, canlı ve anestezik ilaçla yaşamları sonlandırılan kobaylar arasındaki emisyonlar ve 10 dk süreyle 110 dB, 1 kHz saf ton veya 10 dk süreyle 110 dB wide-band akustik uyaran öncesi ve sonrası ölçümler karşılaştırıldı. Kobay ve insan TEOAE'lerinin karşılaştırılması için, aynı cihazla 15 normal işitmeli, erişkin insan kulağındaki emisyonlar ölçüldü. Bulgular: Canlı-ölü ve gürültü öncesi-sonrası ölçümler sonucu, probun kobay kulağına uyumu için kullanılan adaptörlerin artefaktının ve stimulusun kulak yolundaki ses yansımasının elimine edilerek, TEOAE'lerin doğru olarak kaydedildiği gösterildi. Dominant TEOAE latans ve emisyon bitiş süreleri ortalaması sırasıyla, kobaylarda 2.34±0.67 ve 5.80±0.79 msn, insanlarda 6.53±1.52 ve 17.58±1.35 msn bulundu. Sonuç: Kobaylarda TEOAE'lerin insanlara göre daha kısa süreli olması ve dominant emisyon latans ortalamasının 2.5 msn'nin altında olması nedeniyle, insanlarda kullanılan 2.5-20 msn arasındaki ölçüm yerine çalışmamızda kullanılan rekonstrüksiyon tekniğinin, kobay TEOAE ölçümünde daha gerçekçi bir yöntem olduğunu düşünüyoruz.Öğe Kronik süpüratif otitis mediaya bağlı kafa içi komplikasyonları(2008) Yağız, Recep; Adalı, Mustafa Kemal; Taş, Abdullah; Uzun, Cem; Koten, Muhsin; Karasalihoğlu, AhmetAmaç: Kronik süpüratif otitis mediaya (KSOM) bağlı kafa içi komplikasyonların semptom ve bulguları, dağılım özellikleri, tanı ve tedavi yaklaşımlarını ve elde edilen sonuçları değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Kronik süpüratif otitis mediaya bağlı kafa içi komplikasyonu tanısı alan 42 olgunun (27 erkek, 15 kadın; ort. yaş 31.3; dağılım 9-74) verileri retrospektif olarak incelendi. Hastalar; yaş, cinsiyet, başvuru semptomları, otoskopik muayene bulguları, görülen komplikasyonlar, radyolojik inceleme, tedavi yöntemleri ve ameliyat bulguları yönünden değerlendirildi. Bulgular: Komplikasyonların görüldüğü en sık yaş grubu 31-40 yaş (%33.3) idi. Şiddetli baş ağrısı, bulantı-kusma, kulak ağrısı, pürülan kulak akıntısı ve ateş sık görülen semptom ve bulgulardı. Menenjit en sık görülen (15 hasta, %35.7) komplikasyondu. Beyin absesi (14 hasta, %33.3) ve lateral sinüs trombozu (10 hasta, %23.8) ikinci ve üçüncü sıklıkta görülen komplikasyonlardı. Olguların tümünde genel mortalite oranı %2.4 iken (tanı anında bilinci kapalı olan bir hasta), beyin abseli olgularda bu oran %7.1 idi. Sonuç: Kronik süpüratif otitis mediaya bağlı kafa içi komplikasyonları, yaşamı tehdit eden özelliği nedeniyle hala ciddi bir sorundur. Hastanın tanı anındaki bilinç düzeyi prognozu belirleyen önemli bir faktör olduğundan, erken tanı için aktif KSOM'li bir hastada şiddetli baş ağrısı, bulantı-kusma, kulak ağrısı ve ateş gibi semptom ve bulguların varlığında kafa içi komplikasyonu mutlaka hatırlanmalı ve ileri inceleme yapılmalıdır.Öğe Larenks kanserli hastalarda vasküler endotelyal büyüme faktörü A ve C düzeylerinin prognoza etkisi(2011) Düzen, Burak; Taş, Abdullah; Demir, Muzaffer; Usta, Ufuk; Yağız, Recep; Koten, Muhsin; Karasalihoğlu, AhmetAmaç: Bu çalışmada, larenks kanserli hastalarda, vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEBF)-A ve C değerlerinin tümör evresi ve boyun lenf nodu tutulumu ile ilişkisi, ayrıca patoloji örneklerinde mikrodamar yoğunluğu ile tümör evresi arasındaki ilişki değerlendirilerek prognozdaki etkisi belirlendi. Hastalar ve Yöntemler: Çalışmaya larenks skuamöz hücreli kanser nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan 33 erkek hasta (ort. yaş 57.8±7.2 yıl; dağılım 49-69 yıl) ile 13 sağlıklı erkek denekten (ort. yaş 54.2±6.1 yıl; dağılım 41-62 yıl) oluşan kontrol grubu alındı. Hastalar iki gruba ayrıldı: Erken evre grubu T1 ve T2 evre tümörlü hastalardan oluşurken, ileri evre grubu T3 ve T4 evre tümörlü hastaları içermekte idi. Hastalar ameliyat öncesinde ve ameliyattan altı ay sonra plazma VEBF-A ve C seviyeleri açısından değerlendirildi. Patolojik örneklerde immünohistokimyasal boyama CD 31 kullanılarak yapıldı. Her bir hastada milimetrekareye düşen mikrodamar sayısı (mikrodamar yoğunluğu) belirlendi. Bulgular: Erken evre tümörlü hastaların ameliyat öncesi plazma VEBF-A seviyeleri kontrol grubuna göre anlamlı şekilde düşüktü, ancak ileri evre tümörlü hastaların ameliyat öncesi seviyeleri ile kontrol grubundaki seviyeler arasında anlamlı fark yoktu. Hem erken evre hem de ileri evre grubundaki hastaların ameliyat öncesi ile ameliyat sonrası altıncı aydaki VEBF-A düzeyleri arasında anlamlı fark yoktu. Lenf nodu tutulumu olan hastaların ameliyat öncesi plazma VEBF-C değerleri erken evre tümörleri bulunan hastalara göre belirgin şekilde düşüktü. Lenf nodu tutulumu olan olguların ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası altıncı ay VEBF-C değerleri arasında anlamlı fark yoktu. Lenf nodu tutulumu olan olgular ile lenf nodu tutulumu olmayan olguların ameliyat öncesi VEBF-C değerleri arasında anlamlı fark yoktu. Erken evre ve ileri evre tümörlü olguların mikrodamar yoğunlukları arasında anlamlı fark saptanmadı. Sonuç: Larenks kanserli hastalarda plazma VEBF-A değerinin yükselmediği, aksine erken evreli hastalarda düşük olduğu görüldü. Plazma VEBF-C değerleri ve boyun lenf nodu tutulumu arasında herhangi bir ilişki saptanmadı.Öğe Laryngeal osteoma: A rare cause of laryngeal obstruction(2010) Karasalihoğlu, Ahmet Rıfat; Taş, Abdullah; Yağız, Recep; Yalçın, Ömer; Koten, Muhsin; Koçyiğit, MuratOsteomlar selim, tipik olarak yavaş büyüyen, belirgin sınırlı, yoğun siklerotik kemik tümörleridir. Laringeal osteom çok enderdir. Biz bu çalışmamızda çok ender görülen laringeal osteomlu bir olgu sunuyoruz. Olgunun 3 yıldır ses kısıklığı ve 1 aydır nefes darlığı şikayeti vardı. İndirekt larinks muayenesinde, laringeal boşluğu dolduran supraglottik kitle vardı. Kitle mikrolaringoskopik aletler kullanılarak tam olarak çıkarıldı. Operasyon sonrası hastanın şikayetleri tam olarak geriledi. Laringeal osteomlu olgu tedavisi ile literatür eşliğinde sunulmuştur.Öğe Long-Term Evaluation After Supracricoid Partial Laryngectomy(2018) Çiftçi, Elif; Karasalihoğlu, Ahmet Rıfat; Yağız, Recep; Taş, Abdullah; Güven, Selis Gülseven; Adalı, Mustafa Kemal; Koten, MuhsinObjective: Supracricoid partial laryngectomy is one of the partial laryngectomy proce- dures designed to maintain adequate functionality. We intend to determine the effects of voice, res- piration functions that effect life quality in the long term, and how much they differ based on the chosen surgical procedure after supracricoid partial laryngectomy. Material and Methods: We as- sessed 26 patients with supracricoid partial laryngectomy (SCPL) with cricohyoidopexy, 9 patients with SCPL cricohyoidoepiglottopexy and 10 healthy individuals within our research. All of the pa- tients were evaluated with acoustic and perceptual voice analysis, aspiration, dysphagia, voice hand- icap index, laryngostroboscopy one year after supracricoid partial laryngectomy with cricohyoidopexy or cricohyoidoepiglottopexy. Results: Thirty-five patients (34 male, 1 female) were included in the study group to determine the postoperative, long term functional effects of SCPL. We found that, even though patients suffered from disabilities related with voice, findings in fuctional results in supracricoid partial laryngectomy patients were favorable. Conclusion: As a conclusion, SCPL could be performed in chosen cases of advanced laryngeal malignancies as an alternative sur- gical method, preserving swallowing, speaking and swallowing functions, providing acceptable func- tional results as expressed by patients. When SCPL patients were evaluated postoperatively in the long-term, using acoustic voice analysis, laryngostroboscopic examination and voice handicap index, even though they suffered from voice weaknesses, functional results were generally found to be ac- ceptable.Öğe Nazal obstrüksiyon cerrahi sonuçlarının akustik rinometri ölçümleri ile değerlendirilmesi ve burun tıkanıklığının gündüz uykululuk hali üzerine etkisi(2012) Şeneldir, Lütfü; Koten, Muhsin; Adalı, Mustafa Kemal; Yağız, Recep; Taş, Abdullah; Karasalihoğlu, Ahmet RıfatAmaç: Bu çalışmada burun tıkanıklığı nedeniyle ameliyat edilen hastalarda, burun tıkanıklığı bulguları hasta ve doktor analog skalaları ile değerlendirildi, akustik rinometri ölçümlerinin uyumu ve burun tıkanıklığının gündüz uykululuk haline etkisi araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Bu çalışmaya Ağustos 2007 ile Eylül 2008 tarihleri arasında burun tıkanıklığı yakınmasıyla başvuran ve cerrahi tedavi uygulanan 55 hasta (40 erkek, 15 kadın; ort yaş 30 yıl; dağılım 15-56 yıl) dahil edildi. Ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası dönemde her iki nazal kavitede akustik rinometri ölçümleri yapıldı. Burun tıkanıklığı, hasta ve doktor analog skalaları ile derecelendirildi. Burun tıkanıklığının, gündüz uykululuk haline etkisini değerlendirmek üzere, Epworth uykululuk skalası (ESS) kullanıldı. Bulgular: Hasta ve doktor analog skalaları ile akustik rinometri değerleri arasında ameliyat öncesi dönemde istatistiksel olarak anlamlı korelasyon vardı; ameliyat sonrası dönemde istatistiksel olarak anlamlı korelasyon yoktu. Hasta ve doktor analog skalaları arasında hem ameliyat öncesi hem de ameliyat sonrası dönemde istatistiksel olarak anlamlı korelasyon izlendi. Ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası dönemdeki ESS skorları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı. Sonuç: Akustik rinometri, yapılan ameliyatın sonuçlarını ve etkisini ortaya koymada objektif veriler sunan güvenilir bir yöntemdir. Analog skalalar da hastanın burun tıkanıklığının derecesini belirlemede yararlı yöntemlerdir. Burun tıkanıklığının gündüz uyuklama yakınmasında artışa neden olan etkisi bulunmaktadır.Öğe Nazal obstrüksiyon cerrahisinin, preoperatif ve postoperatif dönemde uygulanan SCL-90 R belirti tarama testi ve subjektif burun tıkanıklığı bulgularıyla uyumunun değerlendirilmesi(2011) Şeneldir, Lütfü; Koten, MuhsinAmaç: Burun tıkanıklığı nedeniyle ameliyat edilen hastalarda, ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası dönemde hastanın ifade ettiği burun tıkanıklığı şikayetiyle, doktorun saptadığı burun tıkanıklığı bulgularının uyumunu incelemek ve burun tıkanıklığınınoluşturabileceği olası psikososyal değişiklikleri,gösterebilmek amacıyla bu çalışmayı planladık. Hastalar ve Yöntemler: Bu çalışma, Ağustos 2007 ile Eylül 2008 tarihleri arasında burun tıkanıklığışikayetiyle başvurup cerrahi uygulanan 55 hasta ve hiçbir şikayeti olmayan, nazal muayenesinde patoloji saptanmayan, olgulara benzer yaş, cinsiyet ve sosyokültürel durumda, 20 kişilik kontrol grubu oluşturularak yapıldı. Hastaların ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası dönemde burun tıkanıklığı hasta ve doktor analog skalaları ile derecelendirildi. Hastaların psikososyal olumsuzlukları ve psikolojik semptom dağılımını gösterebilmek için Belirti tarama testi (SCL 90-R) kullanıldı. Bulgular: Hasta ve doktor analog skalaları arasındahem ameliyat öncesi hemde ameliyat sonrası dönemde istatistiksel olarak anlamlı korelasyon izlendi. Ameliyat sonrası hasta grubunda, ameliyat öncesi hasta grubuna göre, SCL-90 R testi alt gruplarından, somatizasyon, ek skala (uyku) ve genel semptom düzeyi skorlarında anlamlı ölçüde azalma saptandı. Sonuç: Analog skalalar, hastanın burun tıkanıklığınınderecesini belirlemede yararlı yöntemlerdir. Burun tıkanıklığı ve bunun olumsuz sonuçları hastalarda somatizasyon ve uyku bozukluklarınasebep olabilmektedir. Nazal obstrüksiyon cerrahisi ile psikososyal semptom şiddetinde azalma olabilmektedir.Öğe Objective acoustic and aerodynamic analyses of voice after frontal anterior laryngectomy with epiglottoplasty(Aves, 2020) Koder, Ahmet; Karasalihoglu, Ahmet Rifat; Adali, Mustafa Kemal; Koten, Muhsin; Uzun, Cem; Yagiz, Recep; Tas, AbdullahObjective: !n this study, we aimed to pe:form an objective analysis of the acoustic and aerodynamic characteristics of vc.lice dunng the pteGpeiative peUod and the ea:ly and late postopetative pr'' r, at110Öğe Parotis bezi tümörü nedeniyle ameliyat edilen olguların cerrahi ve histopatolojik sonuçlarının değerlendirilmesi(2009) Taş, Abdullah; Giran, Safiye; Yağız, Recep; Yalçın, Ömer; Koten, Muhsin; Adalı, Mustafa Kemal; Karasalihoğlu, AhmetAmaç: Parotis tümörü ile kliniğimize başvuran olguları retrospektif olarak incelemek; uygulanan cerrahi işlemleri, histopatolojik sonuçları, görülme oranlarını, takip sürelerini ve komplikasyonları değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Ocak 2000 ile Mayıs 2008 tarihleri arasında kulak önünde ve/veya kulak altında şişlik şikayeti ile başvuran 56 hasta (38 erkek, 18 kadın; ort. yaş 52.7; dağılım 7-86) çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, ameliyat şekli, ameliyat sonrası histopatolojik sonuçları ve takip süreleri kaydedildi. Bulgular: Bir erkek olgu iki taraflı lezyon nedeniyle iki kez ameliyat oldu. Ameliyat sonrası histopatoloji sonuçlarına göre olguların 37'si selim (%64.9), 20'si habis (%35.1) idi. Selim tümör olarak pleomorfik adenom (13 olgu) ve Whartin tümörü (13 olgu) eşit sayıda saptandı. Cerrahi yöntem olarak parsiyel yüzeyel parotidektomi, yüzeyel parotidektomi veya total parotidektomi uygulandı. Bu tedaviye ek olarak bazı olgularda boyun diseksiyonu uygulandı. En sık görülen komplikasyon geçici fasyal sinir parezisi idi. Sonuç: Parotis bezi tümörlerinin tedavisinde selim olanlarda yüzeyel veya parsiyel yüzeyel parotidektomi yeterli bir tedavidir. Habis tümörlerde ise yüzeyel, total parotidektomi uygulanmalı, boyun kitlesi olan olgulara boyun diseksiyonu, fasyal sinir tutulu olgularda ise fasyal sinir dallarının rezeksiyonları ve onarımları yapılmalıdır. Tümör tipine göre ameliyat sonrası radyoterapi ve kemoterapi tedaviye eklenmelidir.Öğe Possible Ototoxic Effects of Topical Rifamycin Application: An Electrophysiological and Ultrastructural Study(Galenos Yayincilik, 2017) Abayli, Cihan; Kul, Yusuf; Koten, Muhsin; Karasalihoglu, Ahmet Rifat; Tas, Abdullah; Yagiz, Recep; Bulut, ErdoganObjective: This study aimed to investigate possible ototoxicity associated with topical rifamycin application via electrophysiological tests and ultrastructural examinations. Methods: Electrophysiological assessment was performed with tympanometry, auditory brainstem response (ABR), and distortion product otoacoustic emission (DPOAE) measurements. This study was conducted on 40 ears of 20 guinea pigs that were detected to have normal hearing thresholds. The animals were randomly assigned to three groups: Group 1 (n=12) received 0.1 mL rifamycin, Group 2 (n=8) received 0.1 ml gentamycin, and Group 3 (n=20) received 0.1 mL physiological saline. The antibiotics and saline solutions were administered via intratympanic injections. After five injections every other day, electrophysiological tests were performed again on the 15th day. After electrophysiological measurements, the temporal bones of all guinea pigs were prepared for ultrastructural examinations and the cochlear surface morphology was examined by scanning electron microscopy (SEM). Results: The animals in group 3 did not show a statistically significant change in their DPOAE signal/noise ratio (SNR) or ABR thresholds (p>0.05). In groups 1 and 2, the reduction in the DPOAE SNR and the increase in the ABR threshold were statistically significant (p<0.05). Regarding SEM examination results, the animals in groups 1 and 2 showed statistically significant outer hair cell damage and cochlear degeneration due to the ototoxic effect of the drugs (p<0.05), whereas the animals in group 3 showed no significant damage (p>0.05). Conclusion: The results indicate that rifamycin application to the middle ears of guinea pigs has mild ototoxic effects on their inner ears.Öğe Seröz otitis media olgularında orta kulak efüzyonunun tipi ile etyopatogenez ve tedavi yöntemleri arasındaki ilişkiler(Trakya Üniversitesi, 1989) Koten, Muhsin- 97 - ÖZET Bu çalışmanın ana bulguları; seröz otitis medialar orta kulaktaki efüzyona göre ayrıldığında seröz sıvı bulunan I. evre olguların mirengotomiye en iyi cevap veren grup olduğu ve etyopatogenez yönünden ise bu grupta mekaniğe (obstrüksi- yona) göre infeksiyon etyolo jsiinin fazla bulunmuş olduğu; Müköz sıvı bulunan II. evre olgularda ventilasyon tüpü takıl masının uygun tedavi seçimi olacağı ve etyopatogenez yönünden ise mekanik obstrüksiyonun infeksiyon etyolo jisinden daha sık bulunduğu şeklindedir (Evre I'de başarı % 80.4, Evre Il'de başarı % % 56.9). Seröz otitis media olgularında patogenezde rolü olabi leceği gerekçesiyle yeni bir parametre olarak Obstetrik pato loji insidansı araştırılmış ve olguların % 30.0'ında bulun muştur. Bu oran normal popülasyonda % 20.8 olup aradaki fark istatistiki olarak anlamlı bulunmuştur. Ayrıca, seröz otitis media'daki olguları efüzyonun tü rüne göre ve etyolojiye göre ayrı ayrı gruplandırıp birbirle riyle karşılaştırdığımızda; I. Evrede infeksiyon etyolojinin fazla olduğu, II. evrede ise mekanik (obstrüksiyon) etyoloji nin fazlalığı saptanmakla birlikte istatistiksel olarak an lamsız bulunduğu; global olarak bakıldığında da infeksiyon etyolo jisinin mekanik (obstrüksiyon) etyolojisine oranla daha ağırlıklı olduğu kanısına varılmaktadır.Öğe Sportif SCUBA dalıcılığın işitme üzerine etkisi: Araştırmada karşılaşılan sorunlar ve bilgilendirme önerileri(2001) Uzun, Cem; Adalı, Mustafa Kemal; Koten, Muhsin; Karasalihoğlu, Ahmet Rıfat; Adalı, İnci; Devren, MemduhaAmaç: Sportif SCUBA dalıcılığının işitme üzerine olumsuz etkisi olup olmadığını araştırmak. Çalışma Planı: Dalışlar öncesi, 30 dalıcıda saf-ton odyometri, 23 dalıcıda transient-evoked otoacoustic emission (TEOAE) ölçümü ve dokuz dalıcıda yüksek frekans odyometri yapıldı. Dalıcılar yıllık takibe alınarak, bu testler tekrarlandı. Bulgular: Başka bir şehre taşınma gibi çeşitli sorunlar nedeniyle, yıllık takiplerde ancak yedi dalıcıda saf ton odyometri ve dördünde TEOAE testleri tekrar yapılabildi. Takiplerde, hiçbir dalıcıda saf ton işitme eşiklerinde, klinik olarak anlamlı kabul edilen 10 dB veya daha fazla bir fark oluşmadı. Benzer kontrollerle karşılaştırıldığında, dalıcıların işitme ortalamaları, yüksek frekans İşitme eşikleri dahil, hemen hemen bütün frekanslarda daha iyi bulundu. Bununla birlikte, bir dalıcının bir kulağındaki dalış öncesi saptanan TEOAE, bir yıl sonraki ölçümde negatif bulundu. Sonuç: Bulgularımız sportif SCUBA dalıcılığının İşitme üzerine olumsuz etkisi olmadığını göstermesine rağmen, konu üzerinde daha çok sayıda örnek ve daha düzenli takipli çalışmalara gerek vardır.Öğe Streptomisin ototoksisitesinin transient evoked otoakustik emisyon ile monitörizasyonu(2000) Uzun, Cem; Yağız, Recep; Adalı, Mustafa Kemal; Koten, Muhsin; Taş, Abdullah; Küçükuğurluoğlu, Murat; Karasalihoğlu, Ahmet R.Amaç: Streptomisin tedavisi sırasında oluşabilecek ototoksisite nedeniyle, transient evoked Otoakustik emisyonlarda (TEOAE) ve saf ton odyometride olası değişiklikleri belirlemek ve ototoksisite monitorizasyonunda her iki testi karşılaştırmak. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, ortalama 1g/gün dozda streptomisin alan 38 olgunun toplam 73 kulağı, TEOAE ve saf ton odyometri ile streptomisin tedavisi öncesi, tedavi süresince ve tedavi bitiminden bir ay sonra izlendi. Ve her iki testin sonuçlan birbiri ile karşılaştırıldı. Bulgular: Olguların tedavi öncesi ve sonrası ölçümleri karşılaştırıldığında, saf ton odyogramlarında herhangi bir işitme kaybı bulgusu saptanmamıştır. TEOAE ölçümlerinde ise, reproduktibilite parametresinde anlamlı değişiklikler saptanmazken (p>0.05), emisyon amplitüdlerinde tedavi sonunda anlamlı düşüş saptanmıştır (p<0.05). Tedavi bitiminden bir ay sonra yapılan son kontrolde ise emisyon amplitüdlerinde tam olmayan bir artış (iyileşme) tespit edilmiştir. Sonuç: Streptomisin tedavisi sırasında saf ton odyoınetriye yansıyan herhangi bir işitme kaybı bulgusu olmaksızın meydana gelen TEOAE amplitüdlerindeki bu değişiklikler, muhtemelen streptomisinin erken ototoksik etkisi sonucu oluşan, iç kulağın geri dönüşümlü fonksiyonel değişikliklerini göstermektedir. Bu nedenle, streptomisin Ototoksisitesinin monitorizasyonunda, kalıcı işitme kaybı meydana gelmeden ototoksisite için yüksek riskli hastaların önceden saptanmasında, TEOAE saf ton odyometriden üstün olabilir.