Yazar "Kürüm, Turhan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 17 / 17
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Akut inferior miyokard infarktüsünde sirkumfleks arter ve sağ koroner arter tıkanmasının giriş elektrokardiyogramından ayırımı(1999) Kürüm, Turhan; Türe, Mevlüt; Özçelik, Fatih; Özbay, Gültaç; Korucu, Cengiz; Eker, Hüseyin; Öztekin, ErhanBu çalışmada inferior akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçirmekte olan hastaların giriş elektrokardiyografilerinden infarktüsten sorumlu arteri (İSA) tahmin etmek için veya koroner arter hastalığının yaygınlığının İSA'i tahmin etme yeteneğini değiştirip değiştirmeyeceğini tayin etmek için giriş EKG'sinin anjiyografik bulgularla karşılaştırılması amaçlanmıştır. İnferior AMİ (DII, DIII, ve/veya aVF'de (1 mm ST-segment elevasyonu) nedeniyle yatırılan 151 hastadan 137 olguya AMİ sonrası ilk 14 gün içinde anjiyografik tetkik uygulandı. DI, aVL ve V1'den V6'ya kadar olan derivasyonlarda 1 mm ST-segment yüksekliği veya depresyonu araştırıldı. Koroner anjiyografi standart yöntemlerle yapıldı. (% 50 çap stenozu olan damarlar belirlendi. İSA'in sirkumfleks (Cc) veya sağ koroner arter (RCA) olmasına göre 2 ana grup oluşturuldu. Bu gruplar koroner arter hastalığının yaygınlığının EKG üzerine etkisini değerlendirmek için 4 alt gruba bölündü. İlk altgrup tek damar tutulumu olarak Cc veya RCA'dan oluştu. İkinci altgrup Cc veya RCA'nın İSA olması koşuluyla tek ve iki damar tutulumlarını kapsadı. Üçüncü altgrup tek, iki ve üç damar tutulumundan oluştu. Dördüncü altgrup sadece Cc+RCA veya RCA+Cc tutulumlarını kapsadı. İki ana grupta ve dört alt grupta İSA Cc olduğunda V1 veya V2'de ST depresyonunun olması RCA tutulumuna göre anlamlı derecede fazla bulundu (p:0.044, p:0.04, p:0.045, p:0.048, sırasıyla). İSA'in Cc olması durumunda V1 veya V2'de ST depresyonu bulunmasının sensitivitesi sırasıyla %100, %91, %84 ve %83, spesifitesi %47, %41, %37 ve %36, negatif prediktif değeri %100, %96, %88 ve %87 olarak bulundu. Sonuç olarak inferior AMİ bulguları gösteren hastalarda V1 veya V2'de ST-segment depresyonunun varlığı Cc tutulumu için duyarlı bulundu, ancak özgül bulunmadı. V1 veya V2'de ST-segment depresyonu yokluğunda Cc tutulumunun olmaması yüksek negatif prediktif değeri olarak elde edildi ve Cc tutulumunun mevcut koroner arter hastalığının yaygınlığından etkilenmediği görüldü.Öğe Akut miyokard enfarktüsü sonrası doppler ekokardiyografi ile sol ventrikül diastolik fonksiyonlarının seri olarak incelenmesi ve diyastolik fonksiyonun infarktüsle ilgili damarlar ile ilişkisinin araştırılması(Trakya Üniversitesi, 1996) Kürüm, Turhan; Özbay, Gültaç44 VII. ÖZET Akut miyokard infarktüsü sonrası sol ventrikülün diastolik fonksiyonunu inceleyen çalışmalar sistolik fonksiyonunu inceleyen çalışmalara göre daha azdır. Bu çalışmada miyokard infarktüsünün sol ventrikülün diastolik fonksiyonu üzerine olan etkisini değerlendirmek amaçlanmıştır. Otuz erkek hasta Doppler ekokardiografi ile infarktüslerinin 2, 4, 7, 10, 21, ve 42. günlerinde seri olarak izlenmiş ve koroner anjiografi tüm hastalara çalışma sonunda uygulanmıştır. Akım örnekleri; bozulmuş gevşeme akım örneği gösterenler Tip I (E/A<1, İVRT>N, DT>N), restriktif akım örneği gösterenler Tip II (E/A>2, İVRTE/A>1, IVRT1, IVRT=N, DT=N) olmak üzere dörde ayrılmıştır. Ayrıca infarktüs yerleşiminin diastolik fonksiyon üzerine etkisini belirlemek için hasta grubu içinde anterior ve inferior infarktüs grubu olmak üzere iki grup oluşturulmuştur. Tüm çalışma gurubu günlere göre incelendiğinde 2. günde patolojik diyastolik akım varlığının %76 olduğu ve bu oramn 42. günde %96'ya varan bir artış gösterdiği tesbit edilmiştir. Bu akım örneklerinden pseudonormal (Tip İÜ) akım örneği olguların önemli bir kısmında saptanmıştır. Anterior infarktüs grubunda ise inferior gruba göre daha fazla ventrikül duvar bozukluğunun ve daha yüksek SVDSB'nın yol açtığı restriktif tip (Tip E) diastolik akım örneğine gidiş gözlenmiştir. Sonuç olarak akut miyokard infarktüsü diyastolik disfonksiyon gelişimini kolaylaştırmakta ve infarkt yerleşimi ile de bu disfonksiyonun ciddiliği artış göstermektedir.Öğe Akut miyokard infarktüsünde kollateral akımla ST - segment ve T - dalga değişimi arasındaki ilişkinin klinik önemi(1998) Korucu, Cengiz; Özbay, Gültaç; Kürüm, Turhan; Kadı, HasanAkut miyokard infarktüsü (AMİ) geçiren hastaların, ilk dakikaları ile ilk saatlerinde elektrokardiyografilerinde görülen ST segment yüksekliği genellikle 24-48 saat içinde izoelektrik hatta dönerken T dalgası negatifleşmektedir. Bazı hastalarda ise bu değişim görülmemekte, ST segment yüksekliği ve T dalga pozitifliği 72 saatten fazla devam etmektedir. AMİ'nden sonra kollateral akım varlığını inceleyen çalışmalarda, erken dönemde kollateral akım gelişiminin bazı hastalarda yeterli, bazı hastalarda ise yetersiz oluştuğu bildirilmiştir. Kollateral akımın ST segment ve T dalga değişimi ile ilişkisini araştırmak amacıyla 1995-1997 yılları arasında AMİ tanısıyla koroner bakım ünitesine yatırılarak tedavi edilen ve koroner anjiyografileri yapılarak infarktüsten sorumlu arteri (İSA) tam tıkalı olan 22 hasta incelendi. ST Segment yüksekliği ve T dalga pozitifliği 72 saatten daha fazla devam eden 10 hasta (Grup A) ile ST segment yüksekliği 72 saatten önce izoelektrik hatta dönerek T dalgası negatifleşen 12 hasta (Grup B) yaş, cins, koroner arter hastalığı için risk faktörleri, Killip sınıflamasına göre kalp yetersizliği gelişme sıklığı, preinfarktüs anjina, ventriküler taşikardi-flbrilasyon oluşumu, maksimum ve toplam ST segment yüksekliği, maksimum ve toplam resiprokal değişiklikler, QRS skoru, anjiyografide Rentrop sınıflamasına göre kollateral akım dereceleri birbirleri ile karşılaştırıldı. İki grup arasında yaş, cins, risk faktörleri, preinfarktüs anjina, maksimum ve toplam resiprokal değişiklik açısından anlamlı fark yoktu. Toplam ST segment yüksekliği ve maksimum ST segment yüksekliği Grup A'daki hastalarda anlamlı olarak daha fazla idi (sırasıyla p<0.01, p<0.01). QRS skoru, kalp yetersizliği, düşük ejeksiyon fraksiyonu ve duvar hareket kusuru skoru Grup A'da anlamlı olarak artmış bulundu (sırasıyla p<0.05, p<0.05, p<0.01, p<0.05). Rentrop 3 kollateral akım, Grup A'da hiç yok iken Grup B'deki tüm hastalarda mevcuttu. Sonuç olarak, ST segment yüksekliği ve T dalga pozitifliği 72 saatten daha fazla devam eden hastalarda, kollateral akımın yetersiz olduğu hemodinamik bozulmanın kolaylaştığı kanısına varıldı.Öğe Akut önyük değişikliklerinin erken post-infarktüs dönemde sol ventrikülün Doppler parametreleri üzerine etkisi(1998) Kadı, Hasan; Eker, Hüseyin; Özbay, Gültaç; Kürüm, Turhan; Korucu, CengizBu çalışma erken post-infarktüs dönemdeki hastalarda akut önyük değişikliklerinin Doppler transmitral, aort akım örnekleri ve sistolik zaman intervalleri (SZİ) üzerine olan etkisini değerlendirmek için farmakolojik yöntem olarak isosorbid dinitrat (İSDN) ve non-farmakolojik olarak da pasif bacak yükseltilmesinin (PBY) kullanılmasıyla yapıldı. Çalışmaya akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçiren ve ortalama yaşları 53.4+8.7 yıl olan 30 erkek hasta ile kontrol grubu olarak ortalama yaşları 55.2+7.6 yıl olan 19 normal sağlıklı erkek katıldı. İSDN kullanımından sonra hem hasta grubunda hem de kontrol grubunda sırasıyla; E hızı azaldı (p<0.001, p<0.001), deselerasyon zamanı arttı (p<0.001, p<0.01), ve E/A oranı azaldı (p<0.001, p<0.05). Sol ventrikül ejeksiyon zamanı azaldı (p<0.01, p<0.05), pre-ejeksiyon periyod arttı (p<0.01, p<:0.05), aort hız (p<0.001, p<0.05), aort VTİ (p<0.001, p<0.05) ve kardiyak output azaldı (p<0.01, p<0.05). PBY sonrası hasta grubunda E hızı arttı (p<0.01) , E/A oranı yükseldi (p<0.01), deselerasyon zamanı (DZ) azaldı (p<0.05). Normal kişilerde PBY ile mitral erken akımı (p<0.05) ve E VTİ (p<0.05) arttı. SZİ her iki grupta da değişmedi. Kardiyak output'ta değişim olmadı. Sonuç olarak14 İSDN bağlı akut önyük azalması her iki grupta hem erken diyastolik akımı hem de aortik akımı önemli derecede düşürerek ve SZİ değiştirerek sistolik ve diyastolik disfonksiyonu taklit eden akım örnekleri oluşturdu,2 PBY hasta grubunda restriktif tip diyastolik disfonsiyon örneğine gidiş gösterdi. PBY hem hasta grubunda hem de kontrol grubunda kardiyak output'u yükseltmede yetersiz kaldı.Öğe Anterior veya antero-inferior akut miyokard infarktüsünde giriş elektrokardiyogramının çok damar hastalığını öngörmedeki değeri(1999) Eker, Hüseyin; Öztekin, Erkan; Özbay, Gültaç; Kürüm, Turhan; Özçelik, Fatih; Korucu, CengizBu çalışmada anterior akut miyokard infarktüsü (AMİ) ve anterior-inferior AMİ sırasında hastaların giriş EKG'lerinde infarktüsten sorumlu arter veya çok damar hastalığının tahmin edilmesi için giriş EKG'si ile koroner anjiyografik bulguların karşılaştırılması amaçlanmıştır. Üç yıl içerisinde anterior AMİ tanısı ile yatırılan 86 hasta çalışmaya alındı. Hastalar prekordiyal derivasyonlarda en az komşu iki derivasyonda >1 mm ST-segment elevasyonunun bulunmasıyla birlikte DII, DIII, aVF'den en az ikisinde >1 mm ST-segment elevasyonu veya ST-segment depresyonu göstermelerine göre değerlendirildi. Anjiyografi ilk 14 gün içinde yapıldı ve koroner arterlerde en az > % 50 darlık bulunması dikkate alındı. Hastalar damar tutulumu olarak sol ön inen arter (LAD) veya çok damar hastalığı olanlar şeklinde gruplandırıldı. Çok damar hastalığı LAD+Sirkumfleks arter (Cc) veya LAD+sağ koroner arter (RCA) veya LAD+Cc+RCA birlikteliği olarak kabul edildi. Buna göre a) inferior resiprok gösteren anterior AMİ'lü hastalar, b) inferior elevasyon gösteren anterior AMİ'lü hastalar, c) anterior AMİ geçiren bütün hastalar inferior bölgede ST-segment değişikliklerine göre LAD veya çok damar tutulumu bakımından incelendi. İnferior resiprok gösteren anterior AMİ'de aVL (p: 0.017) ve V6'da (p: 0.01) ST-segment depresyonu görülmesi çok damar hastalığı lehine olarak anlamlı bulundu. İnferior elevasyon gösteren anterior AMİ'lü iki grup arasında ST segment yüksekliği bakımından damar tutulumlarını öngörmede derivasyonlar arasında istatistiksel bir farklılık tesbit edilmedi. Anterior AMİ geçiren bütün olgular incelendiğinde DI, aVL, V4, V5 ve V6'da ST-segment depresyonunun bulunması çok damar hastalığı lehine istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p: 0.04, p: 0.03, p: 0.02, p: 0.04, p: 0.0009, sırasıyla). Sonuç olarak inferior resiproklu anterior AMİ geçiren hastalarda anterolateral derivasyonlarda ST-segment depresyonu bulunmasının, çok damar hastalığını giriş elektrokardiyografisinden öngörmede yararlı olacağı kanaatine varıldı.Öğe Arterial distensibility in Wegener’s granulomatosis: a carotid - femoral pulse wave velocity study(2007) Yıldız, Mustafa; Kürüm, Turhan; Soy, Mehmet; Yıldız, Banu ŞahinAmaç: Çalışmanın amacı, kronik enflamasyon Wegener granülomatoz (WG)’lu hastalarda vasküler fonksiyonları bozup arteryel nabız dalga hızı (NDH)’nı artırabilir, hipotezini araştırmaktır.Yöntemler: Yaş ve cinsiyet olarak uyumlu 5 WG’lu hasta ve 5 sağlıklı kontrol grubu çalışmaya dahil edildi. Aortik NDH, on-line nabız dalga kaydına izin veren ve otomatik ölçüm yapan Complior Colson (Fransa) cihazı ile belirlendi.Bulgular: Karotis-femoral (aortik) NDH kontrol grubuna göre WG’lu hastalarda daha yüksek bulundu (p=0.04). Nabız dalga hızı ve kalp hızı arasında pozitif yönde korelasyon saptarken (r=0.75, p=0.01), NDH ile antropometrik ve diğer hemodinamik değişkenler arasında anlamlı korelasyon izlemedik (p>0.05). Ek olarak WG’lu hastalarda, NDH ve sedimantasyon arasında pozitif korelasyon saptadık (r=0.90, p=0.03). Sonuç: Wegener granülomatoz’lu hastalarda NDH artmış arteryel genişleyebilirlik azalmıştır. Karotis-femoral (aortik) NDH artmış arteryel hastalık riski olan hastaların teşhisinde kolay ve non-invazif bir teknik olabilir. (Anadolu Kardiyol Derg 2007; 7: 281-5)Öğe Effect of carvedilol on P-wave duration and P-wave dispersion in patients with systolic heart failure(2009) Tatlı, Ersan; Aktöz, Meryem; Barutçu, Ahmet; Kürüm, Turhan; Altun, ArmağanAmaç: Karvedilol tedavisi, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunu artırır, ventriküler disfonksiyonun şiddetini, morbidite ve mortaliteyi azaltır. Ancak sistolik kalp yetmezlikli hastalarda karvedilolün P dalga dispersiyonu ve süresi üzerine etkileri bilinmemektedir. Bu çalışmada kalp yetmezliği olan hastalarda karvedilolün P dalga süresi ve dispersiyonu üzerine olan etkilerini araştırdık. Hastalar ve Yöntemler: Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu %40'ın altında olan kalp yetmezlikli 56 hasta ileriye dönük olarak çalışmaya alındı. Karvedilol kalp yetmezliğinin standart tedavisine ek olarak verildi. Başlangıçta ve karvedilol tedavisinin dördüncü ayında fizik muayene, radyonüklid çalışma ve başlangıç maksimum ve minimum P-dalga süresi ve P-dalga dispersiyonu ölçümleri yapıldı. Bulgular: Karvedilol tedavisi ile maksimum P dalga süresi ve P-dalga dispersiyonu belirgin olarak azaldı. Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ve NYHA fonksiyonel sınıfı karvedilol tedavisi sonrası düzeldi. (Maksimum P-dalga süresi; 126±9 ms'den 120±7ms'ye; p=0.001, P- dalga dispersiyonu; 51±7 ms'den 46±5 ms'ye geriledi; p=0.001). Sonuç: Karvedilol tedavisi maksimum P-dalga süresi ve P-dalga dispersiyonunu direkt (doğrudan) ve indirekt (dolaylı) olarak azaltır. Bu kalp yetmezliği olan hastalarda atriyal fibrilasyon görülme sıklığını azaltabilir.Öğe Erken post-infarktüs dönemde nitrat kullanımının Doppler parametreleri üzerine etkisi(1998) Kürüm, Turhan; Kadı, Hasan; Korucu, Cengiz; Eker, Hüseyin; Özbay, GültaçAmaç: Bu çalışmada erken post-infarktüs dönemdeki hastalarda nitratın Doppler transmitral ve aort akım örnekleri üzerine olan etkisi araştırıldı.. Materyal ve metod: Çalışmaya akut miyokard infarktüsü geçiren ve ortalama yaşları 53.4±8.7 yıl olan 30 erkek hasta ile kontrol grubu olarak ortalama yaşları 55.2±7.6 yıl olan 19 normal sağlıklı erkek katıldı. Hastaların nitrat kullanımına verdikleri yanıtı değerlendirmek amacıyla akut miyokard infarktüsünün onuncu gününde pulsed Doppler ekokardiyografı ile transmitral ve aortik akım örneklerinin kaydı yapıldı. Hasta grubu ve kontrol grubunda nitrat kullanımı öncesi ve sonrası Doppler değerleri kıyaslandı. Bulgular: E hızı azaldı (p<0,001, p<0.01), deselerasyon zamanı arttı (p<0.001, p<0.01), E/A oranı azaldı (p<0.001, p<0.05), kalp hızı arttı (p<0.001, p<0.001), isovolümik rölaksasyon zamanı arttı (IVRZ) (p<0.05, p<0.05), E VTİ/A VTİ azaldı (p<0.001, p<0.01), A hızında ve A VTİ'de önemli bir değişiklik olmadı, sol ventrikül ejeksiyon zamanı azaldı (SVEZ) (p<0.01, p<0.05), pre-ejeksiyon periyod (PEP) arttı (p<0.01, p<0.05), PEP/SVEZ oranı arttı (p<0.01, p<0.05), aort hızı (p<0.001, p<0.05) ve aort VTİ azaldı (p<0.001, p<0.05), isovolümik kontraksiyon zamanı (İVKZ) azaldı (p<0.05, p<0.05), kardiyak output azaldı (p<0.01, p<0.05). Sonuç: Nitrata bağlı akut önyük azalması her iki grupta da hem erken diyastolik akımı hem de aortik akımı önemli derecede düşürerek sistolik ve diyastolik disfonksiyonu taklit eden akım örnekleri oluşturduğundan nitrat kullanımı altında Doppler ekokardiyografık incelemelerin yanlış sonuç vereceği kanısına varıldı.Öğe Farklı bel çevresi eylem düzeylerine sahip hipertansif kadın hastalarda nabız dalga hızı değerlerinin karşılaştırılması(2004) Yıldız, Mustafa; Kürüm, Turhan; İnince, Murat; Vardar, Selma Arzu; Aykut, PınarAmaç: Bu çalışmada Dünya Sağlık Örgütü ve uluslararası kılavuz komiteleri bel çevresi değerlerine göre farklı obezite düzeyleri tanımlamıştır. Bu çalışmanın amacı farklı obezite değerlerine sahip sağlıklı, hipertansif kadın hastalarda karotis-femoral nabız dalga hızı (NDH) değerlerinin karşılaştırılmasıdır.Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya bel çevresine göre eylem düzeyi 2 olan (n=52) ve eylem düzeyi 1 olan (n=20) hipertansif kadın hasta katıldı. Bel çevresi alt kaburga ile crista iliaca arası orta hattan ölçüldü. Korotis-femoral NDH Complior cihazı (Createch Industrie, Fransa) kullanılarak ölçüldü.Bulgular: Eylem düzeyi 2 olan hastalarla eylem düzeyi 1 olan hastalar karşılaştırıldığında sırasıyla, NDH (12.28±2.42, 13.09±2.52 m/s; p=0.22), yaş (53±9.9, 58±10.6 yıl p=0.09), sistolik kan basıncı (151.92±13.50, 155.00±14.04 mmHg; p=0.40), diyastolik kan basıncı (89.32±11.11, 88.00±12.07 mmHg; p=0.67) ve kalp tepe atımı (77.25±6.12, 79.65±6.36 atım/dakika; p=0.15) açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı. Beklenen şekilde beden-kitle indeksi (29.20±3.12, 27.33±2.90; p=0.02) eylem düzeyi 2 olan grupta eylem düzeyi 1 olan gruba göre daha fazla ölçüldü.Sonuç: Bel çevresine göre eylem düzeyi 1 ve 2 olan hastaların karotis-femoral NDH farklılık göstermemektedir. Bu bulgu farklı obezite değerlerine sahip hipertansif kadınlarda sekonder koruma programı uygulanırken göz önünde bulundurulmalıdır.Öğe Genç erkek ve kadınlarda akut miyokard infarktüsü sıklığı ve koroner anjiyogramlarında cinse bağlı farklılıklar(1999) Kürüm, Turhan; Eker, Hüseyin; Özçelik, Fatih; Altun, Armağan; Demir, Muzaffer; Özbay, GültaçBu çalışmada, kırk yaşından önce akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçiren erkek ve kadınların/coroner anatomisini, klinik özelliklerini, risk faktörlerini ve doğal inhibitor eksikliğini değerlendirmek amaçlanmıştır. Ocak 1995- Aralık 1998 tarihleri arasında koroner bakım ünitesine AMI nedeniyle yatırılan 1344 hasta arasında 40 yaş ve altında olan genç erkek ve kadınlar çalışmaya alındı. Her hasta için hipertansiyon (HT), diabetes mellitus (DM), sigara kullanımı, aile öyküsü ve hiperkolesterolemi gibi risk faktörleri araştırıldı. Koagülasyon bozukluğu yönünden Antitrombin III (AT III), protein C (PC), Protein S (PS) gibi doğal inhibitörler, takip hastalarında (n:14 erkek) araştırıldı. Kadın hastalar için adet durumu veya menapozal öykü sorgulandı. Koroner anjiografi ve sol ventrikülografi standart tekniklerle yapıldı. Enfarktüs yerleşimi, hasta damar sayısı, tıkalı damarı olan hasta sayısı, her bir cinsiyet için kaydedildi. Olguların 956'sı (%71) erkek, 3887 (%29) kadın idi. Kırk yaş veya 40 yaşından küçük hastaların sayısı 49 (%3.6) olarak bulundu. Bu olguların 8'i (%2) kadın, 4ü (%4.3) erkek idi (p:0.048). Her iki cins arasında HT, DM, aile öyküsü, sigara kullanımı bakımından fark yoktu. Hiperkolesterolemi erkeklerde kadınlardan daha fazla bulundu (p:0.04). Kadın hastaların beşinde (62%) 1-damar hastalığı, üçünde (38%) 2 damar hastalığı vardı. On dört erkek olguda (34%) koroner arterler normal olup, 17 (41%) hastada 1-damar hastalığı, 10 (24%) hastada 2-damar hastalığı bulundu. AMİ geçiren erkek hastalarda normal koroner arter, kadın hastalara göre anlamlı olarak fazla bulundu (%34 vs %0, p:0.05). Her iki cinste 3-damar hastalığı veya sol ana koroner hastalığı saptanmadı. Hiç bir kadın hasta menapoza girmemişti. İki kadın hasta oral kontraseptif kullanıyordu. Doğal inhibitor eksikliği olarak 1 hastada AT III, 3 hastada PC eksikliği bulundu. Sonuç olarak, genç hastalarda AMİ sıklığı kadınlarda erkeklere göre daha düşük bulunmuştur. Normal koroner arter ve risk faktörü olarak hiperkolesteroleminin varlığı AMİ geçiren erkek hastalarda, kadın hastalara göre daha fazla tespit edilmiştir. Doğal inhibitor eksikliği AMİ etyolojisinde sık olarak bulunmuştur.Öğe Hemodiyaliz hastalarında arteriyel distansibilite ve ultrafiltrasyonun distansibiliteye etkisi(2002) Özbay, Gültaç; Özbahar, Yalçın; Gül, Çetin; Yıldız, Mustafa; Kürüm, TurhanAMAÇ: Distansibilite arteriyel sistemin önemli bir özelliğidir ve distansibilite değişiklikleri kardiyovasküler fonksiyonları önemli ölçüde etkileyebilir. Bu çalışmada kronik hemodiyaliz hastalarında arteriyel kompliyans ve distansibilite özellikleri ile distansibilite üzerine ultrafiltrasyonun etkileri araştırıldı. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya yaş ortalamaları 41.0±16.3 yıl olan 10 normotansif hemodiyaliz hastası ve yaş ortalamaları 37.1+11.8 yıl olan 10 sağlıklı kontrol grubu alınmış olup arteriyel distansibilite nabız dalga hızı ölçümleri ile belirlendi. Bu ölçümler karotis-femoral arterler kullanılarak Complior cihazı ile yapıldı. BULGULAR: Hemodiyaliz hastalarında nabız basıncı ve nabız dalga hızı kontrol grubuna göre daha yüksek bulundu (sırası ile p=0.001, p=0.03). Ultrafitrasyon öncesi ve sonrası ölçülen nabız dalga hızı değerinde anlamlı değişiklik saptanmazken sistolik kan basıncı ve vücut ağırlığında anlamlı azalma tesbit edildi (sırası ile p=0.37, p=0.05, p=0.01). SONUÇ: Sonuç olarak artmış kardiyovasküler hastalık riskinin bir göstergesi olduğu ifade edilen nabız dalga hızı hemodiyaliz hastalarında yüksek olarak tesbit edilmiş olup bu hastalarda ultrafiltrasyonun distansibilite üzerine önemli bir etkisinin olmadığı görülmüştür.Öğe Hipertansiyonun tahmini için çoklu tahmin modellerinin karşılaştırılması (Sinir ağları, lojistik regresyon ve esnek ayırma analizleri)(2005) Türe, Mevlüt; Ömürlü, İmran Kurt; Yavuz, Ebru; Kürüm, TurhanAmaç: Bu çalışmada, primer hipertansiyonun tahminlenmesinde lojistik regresyon analizi (LR, Logistic Regression Analysis), esnek diskriminant analizi (EAA, Flexible Discriminant Analysis) ve sinir ağları (SA, Neural Networks) yöntemlerinin karşılaştırılması amaçlandı. Yöntemler: Aile hikayesi, lipoprotein A, trigliserid, sigara kullanımı ve vücut kitle indeksi tahminleyici değişkenler olarak ele alındı. Veriler, 2001 yılında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Kliniğinden elde edildi. Kontrol ve hipertansiyonlu bireylerden oluşan grupların tahminlenmesinde LR, EAA ve SA yöntemleri kullanıldı. Modellerin performansları ROC analiz ile karşılaştırıldı. Bulgular: Bütün modellerin ROC eğrisi altındaki alanları 0.793-0.984 aralığında yer aldı. Sinir ağlarının duyarlılık, özgüllük ve doğruluk oran-ları %90'dan daha yüksek bulundu. Sinir ağları ve LR ile SA ve EAA'nın ROC eğrisi altında kalan alanları istatistiksel olarak farklı bulundu (sırasıyla, p<0.001 ve p<0.001). Buna karşın EAA ve LR'nin ROC eğrisi altında kalan alanları istatistiksel olarak farklı bulunmadı (p>0.05). Sonuç: Aile hikayesi, lipoprotein A, trigliserid, sigara kullanımı ve vücut kitle indeksi değişkenlerinin, kontrol ve hipertansiyonlu hasta gruplarını tahmin etmede kullanılabileceğine ve SA nın performansının LR ile EAA'dan istatistiksel olarak daha iyi olduğuna karar verildi.Öğe Kararlı anjinada karnitin' in efor kapasitesine etkisi(1998) Özbay, Gültaç; Kürüm, Turhan; Kadı, HasanAmaç:Kararlı anginası olan 16 hastada egzersiz testi kullanarak karnitinin (2000 mg/gün oral) egzersiz performansı üzerine olan etkisinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Egzersiz testi plasebo döneminde ve sekiz haftalık karnitin kullanımı sonrası yapıldı. Bulgular: Plasebo döneminde ortalama egzersiz süresi 383. l±199.8 saniye idi. Bu süre sekiz haftalık karnitin kullanımı ile 512.3±181.1 saniyeye (p<0.01) yükseldi. Plasebo döneminde l mm ST depresyonunun oluşması için gereken zaman 193.8±155.2 saniye iken sekiz haftalık karnitin kullanımı sonrası bu süre 300.2±186.9 saniyeye (p<0.05) çıktı. Plasebo dönemiyle karşılaştırınca, sekiz haftalık tedavi süresinin .sonunda aynı egzersiz yükünde daha az ST segment depresyonu gelişti (p<0.01). Aynı iş yükünde kalp hızı ve kan basıncı ürünü, iki test dönemi arasında önemli bir farklılık göstermedi (p>0.05). Sonuç: Bu çalışmanın sonunda, karnitinin kararlı anginah hastalarda egzersiz toleransını düzelttiği kanısına varıldıÖğe Kilo fazlalığı ve obezite tanısı almış hipertansif olgularda karotis-femoral nabız dalga hızı değerlerinin karşılaştırılması(2004) Yıldız, Mustafa; Aykut, Pınar; Vardar, S. Arzu; Gül, Çetin; İnnice, Murat; Kürüm, TurhanAmaç: Nabız dalga hızı, periferik arter dalga formlarından yararlanılarak geniş arterlerin elastisitesini değerlendirmede kullanılan bir tekniktir. Bu çalışmada Dünya Sağlık Örgütü'nce tariflenen beden kitle indeksi (BKİ) sınırlarına göre, kilo fazlalığı (BKİ: 25-29.9 kg/$m^2$) ve obez (BKİ$geq$30 kg/$m^2$) olarak kabul edilen hipertansif olgularda arteriyel duvar sertliğinin bir indeksi olan nabız dalga hızı değerleri incelenmiştir.Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 26 obez ve 57 kilo fazlalığı tanısı almış hipertansif hasta dahil edildi. Nabız dalga hızı, karotis ve femoral arterler kullanılarak, online nabız dalga kaydına ve nabız dalga hızının otomatik hesaplanmasına imkan veren Complior cihazı ile hesaplandı.Bulgular: Her iki grup arasında (sırası ile kilo fazlalığı ve obez) yaş (p=0.43), cins (p=0.59), sistolik kan basıncı (151.92±14.13, 155.57±12.98 mmHg; p=0.26), diyastolik kan basıncı (87.71±11.95, 88.26±11.04 mmHg; p=0.84, nabız dalga hızı (12.96±2.63, 12.02±2.55 m/s; p=0.13) ve kalp tepe atımı (77.75±6.05, 78.19±6.76 atım/dakika; p=0.76) açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı.Sonuç: Karotis-femoral nabız dalga hızı değerleri farklı BKİ'ne sahip hipertansif hastalarda benzerlik göstermektedir.Öğe Pürülan perikarditli bir hemodiyaliz hastasında intraperikardiyal fibrinolitik tedavi(2001) Yıldız, Mustafa; Özbay, Gültaç; Gül, Çetin; Aktöz, Meryem; Kürüm, TurhanPürülan perikarditlerde yüksek fibrin içeriği nedeni ile gelişebilecek konstrüktif perikarditin önlenmesinde zamanında uygulanacak etkili drenajın rolü büyüktür. Perikardiyal drenajın yetersiz olduğu pürülan perikarditli olgularda ise intraperikardiyal fibrinolitik tedavi bir seçenek olabilir. Bu yazıda kronik böbrek yetersizlikli bir olguda bu seçenek tartışılmıştır.Öğe Supraventriküler aritmi kliniği ile görülen bir multipl endokrin neoplazi tip-2A olgusu(1999) Kürüm, Turhan; Özbay, Gültaç; Hatipoğlu, Ahmet; Candan, Latife; Eker, HüseyinSenkop nedeniyle sevk edilen ve elektrokardiyografisinde supraventriküler aritmi saptanan 49 yaşındaki erkek hasta, tiroid medüller kanseri nedeniyle tedavi edilmekte olup son bir yıldan beri çarpıntı atakları, baş dönmesi, terleme artışı tanımlamaktadır. Klinik izlemlerde hipotansiyon ve hipertansiyon atakları görülmüştür. Laboratuvar incelemesinde Vanil Mandelik Asid ve Metanefrin düzeyi yüksek bulunmuştur. Feokromositoma ön tanısı ile hastaya cerrahi eksplorasyon yapılmış ve patolojik olarak feokromositoma tanısı konmuştur. Hasta, medüller tiroid kanseri ve feokromositoma birlikteliği nedeniyle multipl endokrin neoplazi sendromu tip-2A yönünden incelenmiştir.Öğe Trakya Bölgesi'nde görülen 45 perikardit olgusunun etyoloji, tanı ve tedavi yönünden değerlendirilmesi(2000) Eker, Hüseyin; Öztekin, Erkan; Özbay, Gültaç; Kürüm, Turhan; Özçelik, Fatih; Korucu, Cengiz1995-1998 yılları arasında Kardiyoloji servisine effüzyonlu perikardit tanısı alarak yatırılan olgular etyoloji, tanı ve tedavi yöntemleri yönünden geriye dönük olarak değerlendirildi. Yirmi iki kadın, 23 erkek, toplam 45 olgu çalışmaya alındı. Olguların yaşları 14 ile 90 yaş (ortalama 45.8±19.2 yaş) arasında değişmekte idi. Etyoloji olarak en sık tüberküloz perikardit, viral perikardit ve neoplastik perikardit tesbit edildi. Altı olguda neden bulunamadı. Tanı ve/veya tedavi amacıyla 28 hastaya toplam 33 kez perikardiyosentez yapıldı. Dört hastada perikardiyosentez sırasında kardiyak rüptür oldu. Bu olgulardan biri işlem sırasında, biri postoperatif 10.günde öldü. Olguların 14'üne kardiyosentez sonrası cerrahi girişim (tüp drenajı, perikardiyektomi veya perikardiyo plevral pencere) uygulandı. Cerrahiye verilen bir hasta ameliyat sırasında inferior vena cava rüptürü nedeniyle öldü. Perikardiyosentez komplikasyonu %8, perikardiyosentez komplikasyonuna bağlı mortalite %4, cerrahi mortalite %7 ve toplam mortalite %6 olarak bulundu. Bölgemizde en sık perikardit nedenlerinin tüberküloz perikardit, viral perikardit ve neoplastik perikardit olduğu görüldü. Perikardiyosentezin daha fazla major komplikasyon oluşturmasına rağmen mortalite üzerine etkisi cerrahiden daha düşük bulundu.