Yazar "Güldiken, Sibel" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 19 / 19
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe The association of gene polymorphisms of the angiotensin- converting enzyme and angiotensin II receptor type 1 with ischemic stroke in Turkish subjects of Trakya region(2009) Sipahi, Tammam; Güldiken, Babürhan Feyzullah; Güldiken, Sibel; Üstündağ, Sedat; Turgut, Nilda; Budak, Metin; Şener, SeralpAmaç: Bu çalışmanın amacı, Trakya bölgesinde yaşayan iskemik inme geçirmiş hastalarda ACE insersiyon/delesyon (I/D) ve AT1R (A1166C) gen polimorfizmlerinin sıklığını, vasküler risk faktörleri ve inme alt-grupları ile ilişkisini araştırmaktır. Hastalar ve Yöntemler: Çalışmaya 162 iskemik inme geçirmiş hasta ile 146 sağlıklı olgu alındı. İskemik inme hastaları, ORG 10172 Akut İnme Tedavisi (TOAST) kriterlerine göre büyük ve küçük damar hastalığı olarak inme alt gruplarına ayrıldı. ACE I/D polimorfizmi polimeraz zincir reaksiyonu (PZR), AT1R (A1166C) gen polimorfizmi ise PZR ve restriksiyon fragment uzunluk polimorfizmi (RFLP) yöntemleri kullanılarak yapıldı. Bulgular: Hasta grubundaki ACE I/D genotip dağılımı (DD=34.0%, ID=50.0%, II=16.0%), kontrol grubu ile karşılaştırıldığında (DD=34.3%, ID=49.7%, II=16.1%) fark bulunmadı. Ayrıca hasta grubundaki AT1R (A1166C) genotip dağılımları ile (AA=58.0%, CA=34.6% ve CC=7.4%) kontrol grubu ile karşılaştırıldığında (AA=60.1%, CA=35.7% ve CC=4.2%) anlamlı fark saptanmadı. Her iki inme alt grubu arasında ACE I/D ve AT1R (A1166C) polimorfizmlerinin dağılımı açısından farklılık bulunmadı. Sonuç: Çalışmamızda Trakya bölgesinde yaşayan insanlarda ACE I/D ve AT1R (A1166C) gen polimorfizmlerinin iskemik inme gelişmesinde genetik risk faktörleri olmadıkları belirlendi.Öğe A case of parathyroid carcinoma presenting with bone metastasis: Brief review of the literature(2012) Altun, Betül Uğur; Bilir, Betül Ekiz; Sezer, Atakan; Torun, Neşe; Atile, Neslihan Soysal; Çalık, Arzu; Güldiken, SibelPrimer hiperparatiroidinin (PHP) en nadir nedenlerinden olan paratiroid karsinom (PK) (<%1) az rastlanan bir malignitedir. PKun yol açtığı hiperparatiroidi sıklıkla metabolik kemik hastalığı ve renal komplikasyonlara yol açar ve mortaliteyi yükseltir. Lokal servikal invazyon, servikal lenf nodlarına yayılım ve akciğer ve kemik metastazları sık görülür. Olgu: 56 yaşında kadın hasta sağ kalçada ağrı yakınmasıyla başvurdu. Çekilen düz grafisinde pelviste kırık hattı izlendi. Muayenede boyun sol yanda kitle palpe edildi. Tetkiklerinde düzeltilmiş Ca=15,5 mg/dl, P=2,1 mg/dl, iPTH=880,2 pg/ml olması üzerine servisimizde interne edilen hastanın boyun US ve MIBI ile paratiroid adenomu saptandı. Kalçaya yönelik MRda metastazla uyumlu kemik lezyonları saptanması nedeniyle MIBI tüm vücuda yönelik yapıldı ve iskelet sisteminde yaygın malign hastalık olarak raporlandı. PET-BT ile değerlendirilen hastada organ metastazı saptanmadı ancak kemik metastazları doğrulandı. PK ön tanısıyla hastaya paratiroidektomi yapıldı. Post-op aç kemik sendromu gelişen hastanın Ca replasman tedavisi düzenlendi. Kemik metastazlarına yönelik radyoterapisi yapılmaktadır. PK nadir ancak agresif bir malignitedir ve PK öntanısıyla yapılan agresif cerrahi eksizyon hastanın kür şansını arttıran önemli etkenlerdendir. Yüksek Ca ve PTH düzeyleri ve boyunda palpabl kitle malignite açısından uyarıcı olmalıdır. Postoperatif hipokalsemi krizi sıklıkla beklenmelidir. PK için bilinen bir medikal tedavi yoktur. Radyoterapi hem lokal nüks hem metastaz için kullanılan tedavi modalitesidir.Öğe A Cross-Sectional Study of the Prevalence of Cardiovascular Disease in Adults with Type 2 Diabetes in Türkiye: The CAPTURE Study(2022) Bayram, Fahri; Bayraktaroğlu, Taner; Sargın, Mehmet; Şahin, İbrahim; Güldiken, Sibel; Dalbeler, Ayşegül; Sönmez, Yusuf AlperObjective: The primary objective of the CAPTURE study was to estimate the prevalence of cardiovascular disease (CVD) in adults with Type 2 diabetes mellitus (T2DM) across 13 countries from 5 continents. Here, we present the findings from Türkiye. Material and Methods: The non-interventional, cross-sectional CAPTURE study (NCT03811288; NCT03786406) was conducted across 15 centers in Türkiye. Standardized demographic and clinical data were collected from adults with T2DM who were treated by primary or specialist care physicians. The prevalences of CVD and its 7 subtypes were estimated. Descriptive statistics were used for data analysis. Results: Amongst the 801 participants (n=200 from primary care, n=601 from specialist care) with T2DM enrolled, 250 had established CVD, an estimated weighted prevalence of 31.2% (28.0-34.4) 95% confidence interval. Atherosclerotic CVD contributed to the majority (85.6%) of the CVD cases. An estimated 24.0% of the Türkiye sample had coronary heart disease (CHD). Heart failure was the second most predominant CVD subtype in Türkiye is correct sample (5.4%), followed by cardiac arrhythmia and conduction abnormalities (4.7%). Sodium-glucose co-transporter 2 inhibitors and glucagon-like peptide-1 receptor agonists with cardiovascular (CV) benefits were prescribed to 17.5% and 0.1% of the patients, respectively. Conclusion: Approximately 30% of participants with T2DM had established CVD in the CAPTURE Türkiye population, comparable to the global pooled prevalence. CHD was the major contributor and encompassed approximately 75% of the CVD cases. The use of glucose-lowering medication with CV benefits was low compared to the global pooled population, which may be due to the lack of reimbursement of these medications in Türkiye.Öğe Dirençli diyabetik nöropatik ağrıda puls elektromanyetik alan tedavisinin etkinliği(2010) Feyzioğlu, Pervin; Özdemir, Ferda; Güldiken, Sibel; Balcı, Kemal; Süt, NecdetAmaç: Diyabetik periferik nöropati, diyabetin en sık görülen ve özürlülüğe neden olan komplikasyonudur. Nöropatik ağrı sıklıkla çoklu farmakolojik tedaviye dirençlidir ve bu ajanların yan etkileri kullanımlarını sınırlar. Nöropatik ağrı tedavisinde farklı alternatif tedaviler araştırılmaktadır. Nonfarmakolojik tedavilerin sistemik yan etkileri düşüktür. Bu rasgele seçilmiş, plasebo kontrollü çalışmada, dirençli diyabetik nöropatik ağrıda puls elektromanyetik alan tedavisinin etkinliği araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Çalışma, rasgele ayrılan, 25 puls elektromanyetik alan tedavisi (PEMF) ve 25 plasebo grubunda olmak üzere 50 hastayla tamamlandı. Tedavi grubundaki hastaların her iki ayağına on ardışık gün ve günde 1 saat PEMF uygulandı. Olguların tedaviden önce, sonra ve 6. haftadaki kontrollerinde vizüel analog skala ve nöropatik ağrı skala değerlendirmeleri yapıldı. Elektronöromiyografi tetkikleri, tedaviden önce ve 6. hafta kontrollerinde değerlendirildi. Bulgular: Çalışmanın sonucunda, vizüel analog skala ile yapılan ağrı değerlendirmesinde tedavi sonunda %53, kontrol değerlendirmesinde %67 iyileşme saptandı. Nöropatik ağrı skalası farklı verilerinde saptanan düzelme, tedavi grubunda plasebo grubuna göre istatistiksel olarak anlamlıydı. Sinir ileti hızı çalışmalarında iki grup verileri arasında anlamlı istatistiksel fark saptanmadı. Sonuç: Puls elektromanyetik alan tedavisi, ağrı skorları ve polinöropati semptomları üzerindeki olumlu etkileri ile diyabetik nöropatik ağrı tedavisinde alternatif bir seçenek olarak düşünülebilir.Öğe Hipertansif hastalarda glikoz metabolizma bozukluğunun kardiyovasküler risk faktörlerine etkisi(2004) Arıkan, Ender; Güldiken, Sibel; Altun, Betül Uğur; Kara, Müjdat; Tuğrul, ArmağanAmaç: Hipertansiyon ve glikoz metabolizma kusuru birbirinden bağımsız, fakat sıklıkla birlikte bulunabilen kardiyovasküler risk faktörleridir. Bu çalışmanın amacı bu iki risk faktörünün bir arada bulunmasının diğer kardiyovasküler risk faktörlerini nasıl etkilediğini incelemektir. Çalışma Planı: Hipertansiyon nedeni ile başvuran ve 75 gr glikoz ile oral glikoz tolerans testi yapılan 178 kadın, 64 erkek olmak üzere 242 hastanın kayıtları irdelendi. OGTT sonuçlarına göre glikoz intoleransı ve diyabetikler bir gruba (Grup I), normal glikoz metabolizmasına sahip olan hastalar diğer bir gruba (Grup II) ayrıldı. Hastaların Hipertansiyon ve vücut kitle indeksleri, total kolesterol, trigliserid, HDL kolesterol, LDL kolesterol, aterojenik indeks, insülin direnci (HOMA), açlık kan şekeri, sistolik ve diyastolik kan basınçları, nabız basınçları karşılaştırıldı. Aterosklerotik hastalık hikayeleri belirlendi ve bu hastalıkların sıklığında farklılıklar araştırıldı. Bulgular: Glikoz metabolizması bozuk olan hipertansif hastaların yaş (< 0.01), sistolik (< 0.05) ve diyastolik (< 0.05) kan basınçları, nabız basınçları (< 0.05), açlık (< 0.0001) ve tokluk glikozları (< 0.01) ve trigliserid seviyeleri (< 0.05) diğer gruba göre anlamlı bir şekilde yüksek bulundu. Açlık (r: 0,135) ve 2. saat plazma glikoz seviyesi (r: 0.131) ile nabız basıncı ve açlık plazma insülin seviyesi ile plazma trigliserid seviyesi arasında pozitif korelasyon saptandı (r: 0,366). Sonuç: Hipertansif hastaların yaşları ilerledikçe, glikoz metabolizmasının bozulabilme riski artmaktadır. Bozuk glikoz metabolizması ile hipertansiyon bir arada bulunur ise ateroskleroz riskleri kötü yönde etkilenmektedir.Öğe Hipertiroidi ve hipotiroidili hastalarda solunum fonksiyonlarının değerlendirilmesi(2003) Güldiken, Sibel; Tuğrul, ArmağanTiroid hastalıklarında sık olarak karşılaşılan egzersiz kapasitesindeki azalma ve dispne gibi şikayetlerin, solunum sistemi ile olan ilişkisini incelemeyi amaçladık. Çalışmaya 30 hipertiroidili (20 kadın, 10 erkek), 30 hipotiroidili (30 kadın) ve 18 sağlıklı kontrol vakası (11 kadın, 7 erkek) alındı. Tüm vakalara solunum fonksiyon testleri uygulandı ve karbonmonoksit difüzyon kapasiteleri ölçüldü. Akciğer klerensi ve penetrasyon indeksi 99mTc-DTPA inhalasyon sintigrafisi ile incelendi. Her üç grubun solunum fonksiyon test sonuçlarında FVC, FEVİ/FVC, FEF25-75 ve PImax ve PEmax değerlerinin arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Hem hipertiroidili grubun hem de hipotiroidili grubun MVV değerleri kontrol grubuna göre daha düşüktü (p=0.03, p= 0.001). Hipertiroidili ve hipotiroidili grubun MVV değerleri ile PI max ve PE max değerleri arasında anlamlı korelasyon mevcuttu (p=0.01, p=0.001; p=0.008, p=0.001). Her üç grubun DLCO, DLCO/VA sonuçlan arasında anlamlı fark saptanmadı. Akciğer klirensleri arasında da gruplar arasında fark yoktu. Tiroid hastalıklarında görülen dispne şikayetinin nedeni olarak akciğer volüm, akım hızlan veya alveolokapiller membran değişimlerinden önce akciğer fonksiyonlannda rol oynayan ve miyopatiye bağlı geliştiği düşünülen kas güçsüzlüklerinin daha önemli olduğunu düşünmekteyiz.Öğe Metimazol Tedavisine Bağlı Serum Kreatin Kinaz Yüksekliği(2016) Bülbül, Buket Yılmaz; Çelik, Mehmet; Güldiken, Sibel; Salt, Semra Aytürk; Üstün, FundaGünümüzde hipertiroidi nedeniyle antitiroid ilaçlar sıkkullanılmaktadır. Metimazole bağlı kreatin kinazyüksekliği nadir görülen yan etkilerden biridir. Kreatinkinaz yüksekliği, rabdomiyoliz gelişme riski nedeniyledikkat edilmesi gereken bir durumdur. Biz bu yazımızda,Graves hastalığı nedeniyle metimazol tedavisi başlanan,takibinde miyalji şikayeti ortaya çıkan ve kreatin kinazyüksekliği saptanan hastayı sundukÖğe Obez olgularda vücut yağ oranının, antropometrik ölçümler ve kardiyovasküler risk faktörleri ile ilişkisi(2004) Güldiken, Sibel; Kara, Müjdat; Altun, Uğur Betül; Arıkan, Ender; Tuğrul, ArmağanGiriş: Bu çalışmada obez olgularda beden kitle indeksi (BKİ) ve yaşın kullanılarak hesaplandığı vücut yağ oranının, antropometrik ölçümler ve kardiyovasküler risk faktörleri ile ilişkisini incelemeyi amaçladık. Materyal ve Metod: Çalışmaya 86 obez olgu (BKİ > 30 kg/m2, 64 kadın, 22 erkek) ile 33 obez olmayan olgu (BKİ < 25 kg/m2, 22 kadın, 11 erkek) alındı. Tüm olguların yaş, antropometrik ölçümleri (kilo, boy, bel, kalça) ve kan basıncı değerleri kaydedildi. BKİ (kg/m2) ve bel-kalça oranları hesaplandı. Açlık serum glukozu, insülin düzeyi, lipid parametreleri çalışıldı. Insulin direnci homeostasis model assessment (HOMA-R) metoduna göre değerlendirildi. Olguların vücut yağ oranları [% yağ = 64.5 - 848 x (1/ BKİ) + 0.079 x yaş -1.64 x cinsiyet + 0.05 x cinsiyet x yaş + 39.0 x cinsiyet x (1 / BKİ)] formülüne göre hesaplandı. Bulgular: Hem kadın hem de erkek obez olgularda obez olmayanlara göre bel-kalça oranı, bel çevresi, vücut yağ oranı, sistolik ve diastolik kan basıncı değerleri, açlık insülin düzeyi ve HOMA-R düzeyi yüksek saptandı. Ayrıca obez kadınlarda açlık glukoz düzeyi, total kolesterol, trigliserid ve düşük dansiteli lipoprotein-kolesterol düzeyleri de obez olmayan kadınlara göre yüksekti. Obez kadınlarda vücut yağ oranı bel çevresi (p < 0.001, r = 0.868), sistolik kan basıncı (p <0.001, r = 0.433), dias¬tolik kan basıncı (p < 0.01, r = 0.340), açlık glukoz düzeyi (p < 0.001, r = 0.485), açlık insülin düzeyi (p < 0.001, r = 0.433) ve HOMA-R düzeyi (p < 0.001, r = 0.460), total kolesterol (p < 0.01, r = 0.334), trigliserid (p < 0.01, r = 0.371) ve LDL-kolesterol (p < 0,01, r = 0.321) ile pozitif ilişkiydi. Obez erkek grubun vücut yağ oranı ile bel çevresi (p < 0.001, r = 0.932), sistolik kan basıncı (p < 0.001, r = 0.625) ve diastolik kan basıncı (p < 0.001, r = 0.630), insülin (p < 0.01, r = 0.465), HOMA-R (p < 0.01, r = 0.502), trigliserid (p < 0.01, r = 0.454) ile pozitif, HDL-kolesterol düzeyi (p < 0.05, r = - 0.420) ile negatif ilişkili olduğu tespit edildi. Sonuç: Bu çalışmada, obez olgularda tespit edilen kardiyovasküler risk faktörlerinin vücut yağ oranı arasında ilişki olduğunu saptadık.Kardiyovasküler hastalıklara eğilimi olan olguların değerlendirilmesinde, antropometrik ölçümlerin yanı sıra, vücut yağ oranı formülünün de kullanılabileceğini düşünmekteyiz. .Öğe Plasma levels of asymmetric dimethylarginine and total homocysteine in first degree relatives of type 2 diabetic patients(2007) Güldiken, Sibel; Karadağ, Çetin Hakan; Demir, Muzaffer; Arıkan, Ender; Kara, MüjdatAmaç: Tip 2 diyabetik hastaların birinci derece yakınlarında, ailesinde diyabet öyküsü olmayan sağlıklı olgulara göre kardiyovasküler hastalıklar daha sık görülmektedir. Asimetrik dimetilarginin (ADMA) ve homosistein (Hcy) plazma düzeyleri kardiyovasküler hastalıklar ve endotel disfonksiyonuyla ilişkili göstergelerdir. Bu çalışmada, tip 2 diyabetik hastaların birinci derece yakınlarında ADMA ve Hcy plazma düzeyleri ile bu göstergelerle kardiyovasküler risk faktörleri arasındaki ilişkilerin incelenmesi amaçlandı. Hastalar ve Yöntemler: Dolaşımdaki ADMA ve Hcy düzeyleri 15 tip 2 diyabet hastasının birinci derece yakınında ve ailesinde diyabet öyküsü olmayan 15 kontrol olgusunda ölçüldü. Bulgular: Her iki grup arasında ADMA ve Hcy plazma düzeyleri açısından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Asimetrik dimetilarginin plazma düzeyi tip 2 diyabetik olguların birinci derece yakınlarında, bel çevresi (p=0.02), açlık insülin düzeyi (p=0.03), insülin direnci (p=0.01), total kolesterol (p=0.04) ve HDL kolesterol (p=0.03) ile ilişkiliydi. Sonuç: Bu sonuçlara göre, kardiyovasküler risk faktörlerine sahip olan tip 2 diyabetik olguların birinci derece yakınlarında, ADMA plazma düzeylerinin doğrudan endotel disfonksiyonunun gelişimine katkıda bulunmadığını düşünmekteyiz.Öğe Primer Hiperparatiroidili Hastalarda Metabolik Sendrom Sıklığı(2017) Çevik, Gökçen Tuğba; Güldiken, Sibel; Atile, Neslihan Soysal; Çelik, Hüseyin; Çelik, Mehmet; Salt, Semra Aytürk; Süt, NecdetAmaç: Çalışmamızda primer hiperparatiroidizm olgularında metabolik sendromun (MetS) sıklığının tespiti, metabolik sendrom parametrelerinin incelenmesi ve primer hiperparatiroidizmde MetS belirleyicilerinin tayini ile bu hastaların uzun dönem takibine ve yönetimine katkıda bulunmayı hedefledik.Yöntemler:Kliniğimizde Ocak 2005 ile Aralık 2014 tarihleri arasında takip edilen, primer hiperparatioidizm olarak tanımlanan, 18 yaşını doldurmuş, gebe olmayan, böbrek ve karaciğer yetmezliği ve diğer sistemik hastalıkları olmayan 78 hasta çalışmaya dahil edildi. Bulgular: Hastaların 62'si (%79,5) kadın, 16'sı (%20,5) erkek, K/E: 3,87, yaş ortalamaları 55,3±12,6 yıl olarak saptandı. Hastalardan 58 tanesinin primer hiperparatiroidizme ait semptom taşıdığı, 20 tanesinin semptomatik olmadığı tespit edildi. Hastalar "National Cholesterol Education Program-Adult Treatment Panel III" metabolik sendrom tanı kriterlerine göre değerlendirildiğinde, 32 hastada (%41) MetS tespit edildi. MetS'li primer hiperparatiroidi hastalarında üriner sisteme ait taş hastalığı sıklığı, MetS olmayanlara göre istatiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek tespit edildi (p=0,018). Sonuç: Çalışma grubumuzdaki primer hiperparatiroidizmli hastalarda metabolik sendrom sıklığının epidemiyolojik çalışmalardaki genel toplumun aynı yaş grubu bireylerindeki metabolik sendrom sıklığı ile benzer olduğu görüldü. Ancak bu hastalarda kardiyovasküler morbidite ve mortalite artışına neden olabilecek hipertansiyon, artmış bel çevresi, lipid profili bozukluğu gibi sendrom anormallikleri sıklıklarında artış olduğu saptandı.Öğe The relationship between proinflammatory cytokine levels and fibrinolytic system in obese patients(2008) Gerenli, Murat; Tuğrul, Armağan; Demir, Muzaffer; Arıkan, Ender; Güldiken, Sibel; Azcan, ŞennurAmaç: Obez kişilerde proinflamatuar sitokinlerden TNF-? ve IL-6, fibrinolitik sistem parametrelerinden t-PA ve PAI-1 ve insülin direnci arasındaki ilişki araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Çalışmaya obez (VKİ ?30 kg/m2) olarak değerlendirilen 54 kişi (41 kadın, 13 erkek; ort. yaş 33.5) ve obezite sorunu olmayan (VKİ <25 kg/m2) 30 kişi (19 kadın, 11 erkek; ort. yaş 22.3) alındı. Fibrinojen düzeyleri koagülometrik olarak ve TNF-?, IL-6, t-PA, PAI-1 düzeyleri ELISA yöntemiyle ölçüldü. Bulgular: Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, obez kişilerde fibrinojen (p<0.01), PAI-1 (p<0.001), TNF-? (p<0.01) ve IL-6 düzeyleri (p<0.001) anlamlı derecede yüksek, t-PA düzeyi (p<0.001) ve t-PA/PAI-1 oranı (p<0.001) anlamlı derecede düşük bulundu. Obezlerde TNF-? ile t-PA (p=0.007) ve t-PA/PAI-1 oranı (p=0.016) arasında ters ilişki saptandı. İnsülin direnci olan ve olmayan obez kişilerde parametreler arasında fark yoktu. Sonuç: Obezitede adipoz dokudan salgılanan özellikle TNF-? gibi inflamatuar sitokinlerin artması fibrinolizde azalmaya yol açar. Obez kişilerde görülen bu değişiklikler, insülin direncinden bağımsız olarak ateroskleroza neden olabilir.Öğe Role of Soluble Fas/Fas Ligand Pathway and Osteoprotegerin in Diabetic Foot Ulceration(2013) Güldiken, Sibel; Uğur, Betül Altun; Demir, Ahmet Muzaffer; Uğrul, Ayşe Armağan T; Taşkıran, BengürAmaç: Apopitoz ateroskleroza katkıda bulunur. Fas/Fas ligand apopitoz gelişimini teşvik ederken osteoprotegerinters yönde etki gösterir. Çalışmamızda diyabetik ayak patogenezinde bu apopitoz belirteçlerinin rolünü incelemeyiamaçladık. Yöntem ve Gereçler: Diyabetik ayağı bulunan 38 ve bulunmayan 25 tip 2 diyabet hastası, diyabetik olmayan 25kontrol hastasıyla birlikte çalışmaya alındı. Diyabetik ayak lezyonları Wagner sınıflandırmasına göre değerlendirildi.Serum örneklerinde solubl Fas, solubl Fas ligand ve osteoprotegerin düzeyleri ELISA yöntemiyle değerlendirildi. Bulgular: Osteoprotegerin, solubl Fas ve solubl Fas ligand düzeyleri, diyabetik ayak grubunda diyabetik ayağı bu- lunmayan diğer tip 2 diyabetli hastalar ve kontrol grubuna göre belirgin olarak daha yüksekti (sırasıyla; p<0.05,p<0.001, p<0.001). İleri düzeyde diyabetik ayak lezyonları bulunan hastalarda (Wagner 4-5), solubl Fas ve solubl Fasligand düzeyleri daha yüksekti (sırasıyla; p<0.01 ve p<0.01). Sonuç: Apopitotik yolağın, Fas/Fas ligand ve osteoprotegerin aracılığıyla diyabetik ayak ülserleri gelişiminde rolaldığını düşünüyoruz. Gangrenöz ayak lezyonlarında sFas and FasL düzeyi belirgin olarak daha yüksek olduğu içinsFas/FasL sistemi enflamasyon ve eşlik eden apopitoz sürecinin şiddetini gösterebilir.Öğe A simple method to evaluate the insulin sensitivity in non-obese women with polycystic ovary syndrome: Fasting insulin level(2004) Arıkan, Ender; Tuncer, Dilek; Okman, Kılıç Tülay; Güldiken, Sibel; Küçük, MustafaBu çalışmanın amacı, obez olmayan polikistik over sendromlu (PKOS) kadınlarda açlık glukoz ve insulin düzeylerinin kullanıldığı basit insulin duyarlılık testlerinin değerlendirilmesidir. Çalışmaya 25 obez olmayan PKOS'lu kadın ile 25 obez olmayan sağlıklı olgu alındı. Serum açlık glukoz, insulin, andojen ve gonadotropin düzeyleri ölçüldü. Açlık glukoz ve insulin düzeylerinin kullanıldığı basit insulin duyarlılık testleri (açlık insulin düzeyi, açlık glukoz/insulin oranı, homeostasis model assesment (HOMA-R), QUICKI indeks, Raynaud indeks, açlık Belfiore indeks, açlık insulin direnci indeksi (FIRI), hepatik insulin duyarlılık testi (ISIHOMA-R) ve Bennett indeksi) hesaplandı. PKOS'lu kadınlar ile kontrol grubunun yaş ve beden kitle indeksleri benzerdi. PKOS'lu grubun ortalama serum total testosteron (p < 0.001), DHEA-S (p < 0.05) düzeyleri daha yüksekti. Ortalama açlık serum glukoz (p < 0.01) ve insulin (p < 0.01) düzeyleri PKOS'lu kadınlarda control grubuna göre yüksekti. Basit insulin duyarlılık testlerinin tümü PKOS'lu grup ile kontrol grubu arasında farklılık göstermekteydi. Obez olmayan PKOS'lu kadınlarda açlık insulin düzeyi ile diğer testler arasında istatistiksel olarak güçlü bir korelasyon vardı. Obez olmayan PKOS'lu kadınlarda açlık insulin düzeyinin insulin duyarlılığının değerlendirilmesinde kullanılabilecek basit bir metod olduğunu düşünmekteyiz.Öğe Subacute thyroiditis following treatment for cushing syndrome(2007) Taşkıran, Bengür; Güldiken, Sibel; Arıkan, Ender; Altun, Uğur Betül; Tuğrul, ArmağanTiroid hastalıkları sıklıkla Cushing sendromuna (CS) eşlik ederler. Nodüler veya diffüz guatr ile otoimmün tiroid hastalıkları, CS’nin seyrinde veya bu nedenle tedavi gördükten sonra ortaya çıkabilir. Yirmi dokuz yaşında kadın hasta kilo alımı, hipertansiyon ve hirsutismus nedeniyle başvurdu. incelemeler sonucu hiperkortizolemi saptandı. Bilgisayarlı tomografide sol sürrenal glandda 2.5-3 cm çapında kitle görüldü ve adrenalektomi yapıldı, adrenal kortikal adenoma tanısına varıldı. Birkaç gün sonra ortaya çıkan sol boyun, kulak ve baş ağrısının değerlendirilmesi sonucu subakut tiroidit tanısı konuldu. Literatürde daha önce bildirilmiş CS’ye eşlik eden subakut tiroidit olgusuna rastlanmamıştır.Öğe Subklinik hipotiroidili kadın hastalarda plazma total homosistein düzeyleri(2003) Arıkan, Ender; Kara, Müjdat; Güldiken, Sibel; Altun, Uğur Betül; Tuğrul, ArmağanAmaç: Bu çalışmada Subklinik hipotiroidinin plazma total homosistein düzeyleri üzerine olan etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: Çalışmaya yaşları ve cinsleri eşleştirilmiş olan Haşimoto tiroiditine bağlı olarak gelişen 15 subklinik hipotiroidili hasta ve 12 sağlıklı birey alındı. Dışlama kriterleri olarak diabetes mellitus, renal fonksiyon bozukluğu, karaciğer hastalıkları, hamilelik, sigara içimi, ilaç kullanımı gibi kriterler dikkate alındı. Tüm olguların antropometrik ölçütleri kayıt edildi. Sistolik ve diyastolik kan basınçları, rutin biyokimyasal ve hematolojik parametreleri ölçüldü. Serum B12, folik asit, plazma total homosistein düzeyleri bakıldı.Veriler arasındaki farklar ve ilişkilerin değerlendirilmesinde Mann-Whitney U ve Spearman testleri kullanıldı. Bulgular: Sistolik ve diyastolik kan basınçları, serum vitamin B12 ve folik asit, total kolesterol, trigliserid, yüksek dansiteli kolesterol, düşük dansiteli kolesterol düzeyleri, vücut kitle indeksi ve bel çevresi ölçümleri açısından hasta ve sağlıklı bireyler arasında farklılık yoktu. Plazma homosistein düzeyi subklinik hipbtiroidili vakalarda daha yüksek olmasına karşın istatistiksel bir anlamlılık bulunmadı/Plazma homosistein düzeyi ile vitamin B12, folik asit, TSH, serbest T3 ve serbest T4 arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Sonuç: Subklinik hipotiroidi ile homosistein ilişkisi açısından yapılan çalışma sayısı oldukça kısıtlıdır. Bu çalışmalarda da bizim bulgularımıza benzer şekilde subklinik hipotiroidi ile homosistein arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Çalışmaların verileri göz önüne alındığında subklinik hipotiroidide homosistein düzeyinin yükselmediğini düşünüyoruz.Öğe Subklinik hipotiroidizmde bilişsel işlevlerin olay ilişkili potansiyeller ile değerlendirilmesi(2008) Güldiken, Babürhan; Turgut, Nilda; Güldiken, Sibel; Tuğrul, Armağan; Taşkıran, Bengür; Peynirci, HandeAmaç: Aşikar hipotiroidizmde yavaşlamış bilgi değerlendirme hızı, yürütücü işlevlerde azalmış etkinlik ve öğrenme yeteneğinde zayıflama gibi bilişsel yetersizlik olabileceği yapılmış çalışmalarda gösterilmiştir. Subklinik hipotiroidizmin ise bilişsel işlevleri ne derece etkilediği belirsizdir. Bu çalışmada subklinik hipotiodizmi olan hastalarda olay ilişkili potansiyeller kayıtlanarak bilişsel yetilerdeki değişikliğin belirlenmesi amaçlandı.Yöntem: Çalışmaya 15 subklinik hipotiroidisi olan (normal T3 ve T4 hormon düzeyleri ile birlikte yüksek TSH düzeyi) ve yaşça eşlenmiş 20 sağlıklı birey alındı. Olgulara bilgi değerlendirme hızı, bilişsel değerlendirme kapasitesi ve algı yeteneği gibi bilişsel yetilerin ölçülebilmesi açısından yeterliliği gösterilmiş olan, işitsel olay ilişkili potansiyel kayıtlaması (P300 amplitüd ve latansı) yapıldı. Kayıtlama “odd-ball” paradigması ile 6 EEG elektrodu üzerinden gerçekleştirildi.Bulgular: İki grubun P200, N200 and P300 latans ve amplitüdleri arasında anlamlı bir fark gözlenmedi (p>0.05). Tiroid hormonları ile P300 latansları arasında bir ilişki bulunmadı.Sonuç: Subklinik hipotiroidizmde bilişsel yetilerde değişim ile ilgili çelişkili bildirimler mevcuttur. Bizim çalışmamız olay ilişkili potansiyeller ile değerlendirilebilen bilişsel fonksiyonlarda bir bozulma olmadığını göstermektedir.Öğe Tek Taraflı Adrenal Kanamada PET/ BT’ de Yanlış Pozitif F-18 FDG Tutulumu(2016) Çelik, Mehmet; Bülbül, Buket Yılmaz; Aytürk, Semra; Üstün, Funda; Güldiken, SibelAltmış altı yaşında bayan hastanın özgeçmişindesürrenal insidentaloma ve hipertansiyon mevcut olup,travma öyküsü olmaksızın sol yan ağrısı ilekliniğinimize başvurmuştu. Batın USG ve MRG'deadrenal karsinom veya adrenal metastaz düşünülenhastanın, tüm vücut F-18 FDG-PET/BT'de tek taraflısürrenalde artmış FDG tutulumu nedeniyle malignadrenal kitle gibi bir görünüme sahipti. Bu belirtilerleadrenal kitle, primer adrenal karsinom veya adrenalmetastazı düşündürmekteydi. Nihai patolojik tanıadrenal kanama olarak raporlandı. Burada, literatürde denadir bildirilen, travma hikayesi olmaksızın tek taraflıadrenal kanamada artmış F-18 FDG tutulumu olan birolguyu sunmayı amaçladıkÖğe Tip 2 diabetes mellituslu hastalarda tiroid hastalığı(2009) Taşkıran, Bengür; Güldiken, Sibel; Peynirci, Hande; Altun, Uğur Betül; Tuğrul, ArmağanAmaç: Tiroid hastalıkları ve tip 2 diabetes mellitus (DM) toplumda sık görülen iki hastalıktır. Bu çalışmada, tip 2 diyabetik olgularda tiroid hastalıklarının sıklığını inceledik. Hastalar ve Yöntemler: Trakya Üniversitesi Endokrinoloji Bilim Dalında takip edilen tip 2 DM hastalarından tiroid fonksiyon testleri, anti-tiroglobulin antikoru, anti-tiroid peroksidaz antikoru ve tiroid ultrasonografi ve/veya sintigrafi sonuçları bulunan 306'sı retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Yirmi dokuz (%9.5) olguda Hashimoto tiroiditi, beşinde (%1.7) multinodüler guatr, üçünde (Graves hastalığı (%1) ve bir olguda (%0.3) toksik soliter adenom olmak üzere toplam 38 (%12.4) olguda tiroid hastalığı belirlendi. Sonuç: Yapılan inceleme sonucunda tip 2 DM olgularında tiroid hastalıklarına genel popülasyondakine benzer sıklıkla rastlandığını tespit ettik. Tip 2 DM'li hastaların, kardiyovasküler hastalık eğilimi yaratan başta hipotiroidi olmak üzere tiroid hastalıkları açısından genel popülasyon için geçerli olan öneriler dışında ayrıca taranmasına gerek olmadığı sonucuna vardık.Öğe Tip II Diabetes Mellitus'ta kardiyak otonom nöropatinin çeşitli klinik testlerle değerlendirilmesi(1999) Güldiken, Sibel; Tuğrul, ArmağanÇalışmamızda Tip II Diabetes Mellitus'lu vakalarda otonom nöropatinin yarattığı kardiyak etkileri incelemeyi planladık. Bu amaçla hastalara ve kontrol grubuna kardiyovasküler refleks testlerini uyguladık, QT dağılımlarını inceledik. Çalışmamız Ekim-1998, Ekim-1999 tarihleri arasında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Endokrinoloji Bölümü Diabetes Mellitus Polikliniğinde takip edilen 25 NIDDM hastası ve 15 sağlıklı kontrol grubundan oluşturuldu. NIDDM grubunu, otonom nöropatinin daha çok tespit edildiği beş yıl üzerinde diabet süresi olan ve polinöropatisi klinik veya laboratuvar olarak tespit edilmiş vakalar oluşturdu. Diabetik ve kontrol grubuna iskemik kalp hastalığını dışlamak amacıyla efor testi, hipertansiyonun olmadığını göstermek için 24 saatlik ambulatuar kan basıncı takibi uygulandı. Daha sonra her iki gruba da kardiyovasküler refleks testleri uygulandı. Test sonuçlarına göre 19 otonom nöropatili diabetik, 6 otonom nöropatisiz diabetik elde edildi. Kardiyovasküler refleks testi sonuçlarına göre gruplar ile diabet süresi, HbA1c, vücut kitle indeksi, yaş ortalaması arasında ilişki bulunmadı. Uygulanan beş kardiyovasküler refleks testinden en erken derin solunuma kalp hızı testinin bozulduğu tespit edildi. Valsalva manevrasına kalp hızı yanıtı testi de anlamlı derecede otonom nöropatili grupta düşük bulundu. Diğer üç testin sonucu gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark göstermedi. Otonom nöropatili diabetiklerde QT dağılımının en yüksek, kontrol grubunda en düşük değerde olduğu görüldü. Üç grup arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardı. Otonom skor ile QT dağılımı arasında lineer bir korelasyon saptandı. QT dağılımı ile diabet süresi arasında ise anlamlı ilişki bulunmadı. Sonuç olarak QT dağılımının diabetik hastalarda otonom nöropatinin teşhisinde kullanılabileceği kararına vardık. QT dağılımı kardiyovasküler refleks testlerine göre diabetik otonom nöropatinin erken teşhisinde, izlenmesinde, terapatik etkinin değerlendirilmesinde uygulanması kolay, noninvazif, hasta ile kooperasyon gerektirmeyen güvenirliği yüksek olan bir metodtur.