Yazar "Özcan, Mert" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 23
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Adölesan idiopatik skolyozun posterior cerrahisinde üst omurga pedikül vidası ve çengel uygulamasının üst kavşak kifozuna etkisi(2010) Özcan, Mert; Sağıroğlu, Seyhan; Çopuroğlu, Cem; Çiftdemir, Mert; Yalnız, ErolGeriye dönük olarak yapılan bu çalışmada, adölesan idiopatik skolyoz hastası olan ve cerrahi tedavi uygulanan 31 hasta incelendi. Cerrahi tedavide posterior enstrümantasyon ve füzyon uygulanan hastalar enstrümantasyonun üst bölgesinde çengel veya pedikül vidası uygulanmasına göre iki gruba ayrıldı. Bu iki grubun preoperatif, erken postoperatif ve geç dönem poliklinik kontrollerinde çekilmiş yan radyografilerinden ölçülen üst kavşak bölgedeki kifoz açıları karşılaştırıldı. Posterior enstrümantasyon esnasında üst vertebraya pedikül vidası uygulandığında çengel uygulanmasına göre sistem daha rijit olmakta ve proksimal kavşak bölgesinde üst kavşak kifoz açısı değerlerinin zamanla artmasını engellediği düşünülmektedir. Bu çalışmada pedikül vidası uygulanan hastalarda erken postoperatif üst kavşak kifoz açı değerlerinin zamanla artış gösterdiği, eğilmenin çengel uygulanan grupta daha fazla olduğu ve üst bölgede anormal kavşak kifozuna yol açabileceği bulundu. Bizim çalışmamızda sadece bir hastada anormal üst kavşak kifozu görüldü. Ayrıca proksimal bölgede pedikül vidası kullanıldığında çengel grubuna göre daha kısa segment füzyona ihtiyaç duyulduğu bulundu.Öğe Anatomical dimensions of lateral ulnar collateral and annular ligaments(2007) Gürbüz, Hülya; Kutoğlu, Tunç; Mesut, Rcep; Çalpur, Osman Uğur; Özcan, MertAmaç: Bu çalışmada lateral ulnar kollateral ve anuler ligamanların boyutları araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Ölçümler 10 kadavranın 20 dirseğinde yapıldı. Lateral ulnar kollateral ve anuler ligaman tüm dirseklerde diseke edildi. Uzunlukları ve genişlikleri ölçüldü. Bulgular: Sağ anuler ligamanın ortalama uzunluğu 55.6 mm, ortalama genişliği 12.6 mm, sağ lateral ulnar kollateral ligamanın ortalama uzunluğu 23.2 mm, ortalama genişliği 13.6 mm bulundu. Sol anuler ligamanın ortalama uzunluğu 55.4 mm, ortalama genişliği 11.5mm, sol lateral ulnar kollateral ligamanın ortalama uzunluğu 19.3 mm, ortalama genişliği 12.1 mm ölçüldü. Sonuç: Genellikle bu ligamanların yırtılması dirsek çıkıklarında meydana gelir. Bu ligamanların greftlenerek yapılan cerrahi onarımı sırasında, ligamanların boyutları greft seçimini belirleyeceği için oldukça önemlidir. Çünkü bu ligamanların boyutları rekonstrüksiyonu yapacak cerrah için oldukça yardımcıdır. Böylece kaç cm uzunlukta ve kalınlıkta grefte ihtiyaç olduğu önceden kestirilebilir. Çalışmamızda bulduğumuz ortalamalarla yola çıkarak lateral ulnar kollateral ligaman ve anular ligaman tamiri için en az beş katı uzunluk olan 10 cm'lik grefte ihtiyaç vardır. İnanıyoruz ki daha büyük olgu sayısındaki çalışmalarla daha yüksek sonuçlar elde edilebilecektir.Öğe Assessment of Inpatients in Trakya University Hospital in Terms of Informed Consent Indicated by Ministry of Health’S Patient Rights Regulations(Trakya Üniversitesi, 2016) Keyfoğlu, Mehmet Can; Emin, Ahmet; Memiş, İdil; Demirci, Koray; Özcan, MertAims: The informed consent constitutes the legal validity of any medical intervention and treatment, and it provides the patient with information about the procedure. In this study, we aimed to assess the extent informed consent is being applied in Trakya University Hospital in accordance to Ministry of Health’s regulations.Methods: A data collecting form has been prepared with respect to Ministry of Health’s relevant regulations and it was applied to 78 inpatients. The form consists of 18 two-point statements and 4 questions towards the patient’s demographic profile. As for descriptive statistics, numbers and percentages have been used for the statements, thus arithmetic mean ± standard deviation (minimum-maximum) has been used for the questions, respectively.Results: Out of all included patients, 47 (60.3 %) participants did not have any knowledge about the Informed Consent Form, 24 (30.8%) did not sign the Form, 48 (61.5%) participants did not read the Form and 49 (62.8%) did not understand the Form.Conclusion: From the results of this study, it can be inferred that the extent patients are being informed is still not on intended levels and is not satisfactory. Informed Consent is still a topic to emphasize, improve and put into practice more effectivelyÖğe Birinci lomber omurgada kullanılabilecek en uzun pedikül vidası boyunun belirlenmesi(2011) Çopuroğlu, Cem; Çiftdemir, Mert; Özcan, Mert; Kaya, Murat; Yalnız, ErolAmaç: Pediküller arası mesafe ve faset eklemler arası seviye ile ön korteks arasındaki mesafenin ölçülerek birinci lomber omurgada kullanılabilecek en uzun pedikül vida boyunun belirlenmesi. Hastalar ve Yöntem: Bu çalışma geriye dönük olarak yapılmıştır (n=75, 25 kadın, 50 erkek). Hastaların ön-arka (AP) grafilerinde, L1 omurgalarında pediküller arası mesafe ve yan grafilerinde faset eklemler arası seviye ile ön korteks arasındaki mesafe ölçüldü. Bu ölçümler yardımı ile bir dik üçgen oluşturuldu ve bir katsayı elde ederek koyulabilecek en uzun pedikül vidası boyu hesaplandı. Sonuçlar: Bir dik üçgenin kenarlarının karelerinin toplamı, hipotenüsün karesine eşittir. Pediküller arası mesafenin yarısı ve faset eklemlerin seviyesi ile ön korteks arasındaki mesafe bir dik üçgenin kenarlarını oluşturur. Pedikülden gidebilecek vidanın en uzun mesafesi, bu üçgenin hipotenüsüne eşittir. Pediküller arası mesafenin yarısı ile en uzun vida boyu oranlandığında ortalama 3.448 katsayısı elde edildi. Çıkarımlar: Ön-arka grafide ölçülen pediküller arası mesafenin yarısı, yaklaşık 3 ile çarpıldığında maksimum pedikül vidası boyu hesaplanabilir. Bu yöntem, ameliyat öncesi grafiden, kullanılabilecek en uzun pedikül vidası boyunun hesaplanabilmesi için kolay bir yoldur.Öğe Diz protezinde başarı objektif mi? Subjektif mi?(2009) Çopuroğlu, Cem; Özcan, Mert; Aykaç, Bilal; Yılmaz, Barış; Yalnız, ErolAmaç: Diz protezi uygulanan hastaların radyolojik ve fonksiyonel sonuçları ile hasta memnuniyet oranları arasındaki ilişkiyi değerlendirmek. Gereç ve Yöntem: Diz protezi uygulanan 43 hastanın 76 dizi geriye dönük olarak değerlendirildi. Radyolojik olarak anatomik dizilim, fonksiyonel olarak hareket açıklıkları ölçüldü. Vizüel analog skalası (VAS) değerleri ile ağrı ölçümü yapıldı. VAS skorları ameliyat olan her diz için ayrı ayrı sorgulandı. Bu ağrı değerinin, fonksiyonel ve radyolojik ölçümlerle ilişkisi araştırıldı. Hastalar Oxford diz skoru ile değerlendirildi.Bulgular: Çalışma grubu 37 kadın, 6 erkek; ortalama yaş 63 (26-76) olan hastaların 33 iki taraflı, 10 tek taraflı toplam 76 dizi değerlendirilerek oluşturuldu. Ortalama takip süresi 16.25 ay (2-29 ay) idi. Son değerlendirmede, ameliyat öncesi değerlendirmeye göre 23 dizde radyolojik varus deformitesi düzelmiş, belirgin fonksiyonel düzelme olmamış, VAS skoru azalmıştır. Yirmi bir dizde radyolojik ve fonksiyonel düzelme olmadan VAS azalmıştı. Onüç dizde radyolojik görüntü değişmemiş, fonksiyonlar kötüleşmiş fakat VAS azalmıştı. Altı dizde radyolojik iyileşme görülürken, fonksiyonlar kötüleşmiş, VAS azalmıştı. Üç dizde radyolojik değişme olmamış, fonksiyonlar iyileşmiş, VAS azalmıştı. Üç dizde radyolojik kötüleşme olmuş, fonksiyonlar değişmemiş, VAS azalmıştı. İki dizde radyoloji ve fonksiyon iyileşmiş, VAS azalmıştı. İki dizde ameliyat sonrası dönemde enfeksiyon görüldüğü halde VAS azalmıştı. Sadece radyolojik ve fonksiyonel olarak kötüleşme olan 3 dizde VAS değerleri değişmemişti. Ortalama Oxford diz skoru 9.7 bulunmuştur. Sonuçlar: Radyolojik ve fonksiyonel olarak istenen düzeyde sonuç alınmasa da, uygulanan diz protezi hastanın ağrısını azaltmakta, hasta memnuniyetini arttırmaktadır.Öğe EFFECTIVENESS OF FRACTURE-END REGENERATION OR EXTRACORPOREAL SHOCK WAVE THERAPY IN DELAY OF TIBIAL UNION: EXPERIMENTAL STUDY(2023) Kaya, Murat; Çiftdemir, Mert; Copuroglu, Cem; Özcan, MertOBJECTIVE: The purpose of this present study was to compare the results of fracture regeneration or Extracorporeal Shock Wave Therapy (ESWT) added to the fracture dynamization procedure in the rat tibia delayed union model. MATERIAL AND METHODS: A total of 30 female Sprague-Dawley Rats were divided into three groups. Right tibia transverse diaphyseal fractures were made in all rats. After the intramedullary fixation for delayed fracture union model, the fracture line was distracted with a propylene spacer, which was removed in all groups at the end of the 6th week, and the fracture line was dynamized. Only dynamization was applied to the Control Group (Group 1). The fracture ends were regenerated during dynamization in the fracture-end regeneration group (Group 2). In the ESWT group (Group 3), 15 kV 500 shock waves were applied at the 24th hour of dynamization. After the sacrification at the end of the 12th week, all right tibiae were taken for radiological and histopathological examinations. RESULTS: Radiological and histopathological union scores were found to be significantly higher in Group 2 and Group 3 than in the Control Group (P=0.001). No significant differences were detected between Group 2 and Group 3 in terms of radiological union scores (P=0.254). Histopathological scoring was significantly higher in Group 3 than in Group 2 (P=0.001). CONCLUSIONS: The addition of fracture-end regeneration or ESWT to dynamization in the rat tibia delayed union model allowed us to obtain better radiological and histopathological results when compared to the dynamization group alone. A clinical comparative study will contribute to the literature.Öğe Eklem içi distal radius kırıklarının eksternal fiksatör ile tedavis(2010) Çopuroğlu, Cem; Eşkin, Deniz; Balık, Mehmet Sabri; Özcan, MertAmaç: Radius distal uç eklem içi kırıklarının kapalı redüksiyon eksternal fiksasyon yöntemi ile tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi. Gereç ve Yöntem: Kasım 1997-Ekim 2006 tarihleri arasında kliniğimizde tedavi edilen 43 hastanın 46 eklem içi distal radius kırığı geriyedönük olarak değerlendirildi. Tüm kırıklar kapalı redüksiyon ve el bileği eksternal fiksatörü ile tedavi edildi. Nisan 2007 tarihinde kontroleçağrılan hastalar fonksiyonel ve radyolojik olarak değerlendirildiler. Bulgular: AO sınıflamasına (Arbeitsgemeinschaft fur Osteosynthesefragen) göre 46 kırığın 3’ü(%6.52) tip B, 43’ü(%93.48) tip C idi. Kırıkların3’ü açık kırık idi. Eksternal fiksatör takılı kalma süresi ortalama 7.3 hafta (4-16) idi. Ortalama takip süresi 55.4 ay (6-114) idi. Fonksiyonelolarak 12 olguda (%26.09) çok iyi, 16 olguda (%34.78) iyi, 16 olguda (%34.78) orta, 2 olguda (%4.65) kötü sonuç elde edildi. Anatomik olarak5 olguda (%10.87) çok iyi, 30 olguda (%65.22) iyi, 9 olguda (%19.56) orta, 2 olguda (%4.35) kötü sonuç elde edildi. 24(%52.7) komplikasyonile karşılaştırıldı. 15 olguda (%32.6) refleks sempatik distrofi, 9 olguda(%19.56) distal radioulnar eklemde ağrı, 4 olguda (%8.7) eklem sertliği,3 olguda (%6.5) derin tel dibi enfeksiyonu görüldü. Bazı olgularda birden fazla komplikasyon görüldü. Erken dönemde duyu bozukluğu vetel dibi hassasiyeti görülen olgular oldu fakat fiksatör çıkarılınca hızla düzeldi. Sonuç: Eklem içi distal radius kırıklarında kırık hattı açılmadan eksternal fiksasyon ile tedavi başarılı sonuçlar sağlamaktadır. Daha uzuntakipli ve karşılaştırmalı çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Enstrümantasyonlu posterior dekompresyon uygulanan lomber dar kanal olgularında ameliyat sonrası yaşam kalitesinin değerlendirilmesi(2011) Aykaç, Bilal; Çopuroğlu, Cem; Özcan, Mert; Çiftdemir, Mert; Yalnız, ErolAmaç: Dar kanal, spinal kanalın ve nöral foramenlerin, kemik ve yumuşak dokular tarafından daraltılmasıyla ortaya çıkan klinik tablodur. Biz bu çalışmamızda, dejeneratif lomber dar kanal tanısı nedeni ile enstrümantasyonlu posterior dekompresyon uygulanan 64 hastayı değerlendirerek, uygulanan cerrahi işlemin hasta memnuniyeti üzerine etkinliğini görmeyi amaçladık. Çalışma planı: Mart 2004 Nisan 2008 tarihleri arasında posterior dekompresyon ve enstrümentas- yon uygulanan 64 dejeneratif lomber dar kanallı olgu geriye dönük olarak incelendi. Takip süresi en az bir yıl olan hastalar kontrole çağrıldı. Son klinik muayeneleri yapılarak dejeneratif lomber dar kanal hasta formu ve Japanese Orthopaedic Association formları yardımı ile değerlendirildiler. Bulgular: Olguların yaşları ortalama 59.9, takip süreleri 27.9 ay idi. Ameliyat sonrası iyileşme oranları Japanese Orthopaedic Association skoru ile değerlendirildiğinde ameliyat öncesine göre %63.5 iyileşme tespit edildi, istatistiksel olarak iyileşme yönünde anlamlı fark bulundu (p<0.001). İyileşme oranı (Japanese Orthopaedic Association skoru) ile olguların cinsiyeti (p=0.651), yaşı (p=0.192), ameliyat öncesi şikayet süresi (p=0.095), ameliyattan sonra geçen süre (p=0.933), uygulanan laminektomi seviyelerinin sayısı (p=0.997), ameliyat öncesi eşlik eden deformite varlığı (p=0.773) ve sistemik hastalık varlığı karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunamadı (p=0.052). Ancak sistemik hastalığı olmayanlarda Japanese Orthopaedic Association skorunun daha iyi (%83.3) olduğu görüldü. Çıkarımlar: İleri derecede dejeneratif lomber dar kanallı olguların enstrümantasyonlu posterior dekompresyon tedavisinden fayda gördüğü, iyileşme oranını sekonder faktörlerin etkilemediği ve ameliyat sonrası cerrahi girişime bağlı instabilite izlenmediği görüldü.Öğe Frequency of cervical dislocations in a group of cervical injured patients(2011) Çopuroğlu, Cem; Özcan, Mert; Çiftdemir, Mert; Ulusal, Ayşe Ovul; Yalnız, ErolAmaç: Boyun bölgesi yaralanmaları tüm omurga yaralanmaları içinde en zor yaralanmalardır. Bu bölgeden geçen nörolojik yapıların önemi, yaralanmanın morbidite ve mortalitesini arttırmaktadır. Boyun bölgesi yaralanmalı bir hasta grubu içinde servikal çıkık sıklığını değerlendirmeyi amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Boyun bölgesi yaralanmalı bir grup hastayı geriye dönük olarak inceledik. Çalışma grubunu, bizim kliniğimizde 1999-2009 yılları arasında servikal yaralanma nedeni ile tedavi gören hastalar oluşturdu. Servikal yaralanmalı hasta grubu içinde (n=142), servikal çıkıklar değerlendirildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, travma şekli, yaralanmanın anatomik yerleşimi ve hastaların nörolojik muayeneleri kaydedildi. Sonuçlar: Servikal yaralanmalı 142 hasta içinde 40 servikal çıkıklı hasta tespit edildi. Bu çıkıkların biri atlanto occipital çıkık idi, 10 C1- 2, 3 C2-3, 4 C3-4, 3 C4-5, 10 C5-6, 7 C6-7 ve 2 C7-T1 çıkık tespit edildi. Hastaların yaş ortalaması 41.2 (4-76), 27 erkek, 13 bayan hastadan oluşuyordu. Beş hasta minor yaralanma sonucu, 17 hasta trafik kazası sonucu ve 18 hasta yüksekten düşme sonucu yaralanmıştı. Çıkarımlar: Servikal çıkıklar boyun bölgesi yaralanmalarının büyük bir bölümünü oluştururlar. Daha çok yaralanan bölgeler, daha hareketli olan üst ve alt servikal geçiş bölgeleridir.Öğe HALLUKS VALGUS TEDAVİSİNDE MODİFİYE CHEVRON OSTEOTOMİSİ UYGULAMALARIMIZIN ORTA VE UZUN DÖNEM SONUÇLARI(2019) Yılmaz, Barış; Heybeli, Nurettin; Çiftdemir, Mert; Ünver, Kağan Volkan; Özcan, Mert; Çopuroğlu, CemAmaçHalluks valgus nedeniyle modifiye Chevron osteotomisi uyguladığımız olgularımızın orta ve uzun dönem sonuçlarını değerlendirdik.Gereç ve YöntemTakip süreleri 24 aydan uzun-60 aydan kısa olan 37 olgu (%57.8) orta dönem takip olguları (Grup 1) ve takip süresi 60 aydan uzun olanlar 27 olgu (%42.2)(Grup 2) uzun dönem takip olguları olarak belirlendi. Tüm olguların yaş, cinsiyet, taraf ve takip süreleri kaydedildi. Cerrahi öncesi ve son kontrollerinde halluksvalgus açısı ve intermetatarsal açıları ölçüldü. Klinik sonuçlar Amerikan Ortopedik Ayak-Ayak Bileği Derneği Skorları (AOFAS) ile değerlendirildi.BulgularÇalışma 21’i (%32.8) erkek, 43’ü (%67.2) erkek toplam 64 olgu ile yapılmıştır. Yaş ortalaması 47.41±9.80 (21-74) yıldır. Ortalama takip süreleri 53.25±19.18(24-93) aydır. Olguların 34’ünün (%53.1) sağ, 30’unun (%46.9) sol tarafına cerrahi uygulanmıştır. HVA ortalaması Grup 1’de operasyon öncesi 33,11±3,39 ikenoperasyon sonrası 14,59±1,88 ; Grup 2’de ise operasyon öncesi 33,85±3,58 iken operasyon sonrası 14,11±1,91 bulunmuştur. IMA ortalaması Grup 1’de operasyon öncesi 11,43±1,3 iken operasyon sonrası 7,76±1,5; Grup 2’de ise operasyon öncesi 11,7±1,3 iken operasyon sonrası 7,74±1,56 bulunmuştur. Grupların AOFAS değerlendirmeleri için Grup 1 de operasyon öncesi ortalama 50,03±8,09 iken operasyon sonrası 90,35±6,75 bulundu. Buna karşılık Grup 2 de operasyon öncesi 49,78±8,96 iken operasyon sonrası 90,26±6,59 olarak bulundu.SonuçModifiye Chevron osteotomisi uygulanan olguların klinik sonuçlarının hasta memnuniyeti açısından, hem orta hem de uzun dönemde iyi olduğu, hallux valgusdeformitesinin cerrahi tedavisinde uygun olgularda tercih edilebilecek iyi bir cerrahi metod olarak görülmektedir.Öğe Humerusun Ekleme Yakın Alt Uç Kırıklarının Cerrahi Tedavisinde Olekranon Osteotomisi Mutlaka Gerekli Midir?(2017) Yılmaz, Barış; Sarıdoğan, Kenan; Çopuroğlu, Cem; Çiftdemir, Mert; Özcan, Mert; İmge, ErdiAmaç: Humerus ekleme yakın alt uç kırığı nedeniyle açık redüksiyon ve paralel plak tekniği ile internal tespit uygulanan olgularda olekranon osteotomisinin gerekliliği ve klinik sonuçlar üzerine etkilerinin incelenmesi amaçlandı.Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza dahil edilen 43 olgu kendi içlerinde; operasyonlar esnasında olekranon osteotomisi uygulanan (Grup 1) ve paratrisipital girişim uygulananlar (Grup 2) olarak 2 gruba ayrıldı. Olgular yatış, takip ve cerrahi süre, eklem hareket açıklıkları, komplikasyon gelişip gelişmediği ve fonksiyonel açıdan Mayo dirsek performans skorları ile değerlendirildiler.Bulgular: Olguların yaş ortalaması 44.35±11.61 yıldır. Gruplar arasında yaş, cinsiyet, taraf dağılımı, yatış süresi, takip süresi ve eklem hareket açıklıkları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p> 0.05). Operasyon süreleri Grup 1 de ortalama 133.04±18.14 dakika, Grup 2 de 171±15.1 dakika olarak bulunmuş olup Grup 1'in operasyon süresi ortalaması, Grup 2'den istatistiksel olarak anlamlı düzeyde kısa bulunmuştur (p:0.001; p< 0.05). Her iki grupta da cerrahi esnasında ve sonrasında her hangi bir komplikasyona rastlanmazken, radyolojik ve klinik olarak da kaynama ile ilgili bir sorunla karşılaşılmadı. Mayo dirsek performans skoruna göre Grup 1'de ortalama skor 85.65±4.34 ve Grup 2'de ortalama skor 90.25±4.13 olarak bulunmuştur. Bu sonuca göre Grup 1'de Mayo skoru ortalaması Grup 2'den istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur (p:0.001; p< 0.05).Sonuç: Paratrisipital girişim yapılanlarda olumsuz olarak sadece cerrahi sure uzarken, avantaj olarak ise daha iyi hareket eklem açıklığı ve fonksiyonel sonuç elde edilmiştir. Sonuç olarak humerusun ekleme yakın alt uç kırığı nedeniyle açık redüksiyon ve paralel plak tekniğiyle internal tespit uygulanan olgularda olekranon osteotomisi eklemin bütünlüğünü bozmamak amacı ile zorunlu olmadıkça yapılmamalıdır.Öğe Kalçası kırık hastalarda tespit edilen risk faktörlerinin incelenmesi(2011) Çopuroğlu, Cem; Ünver, Kağan Volkan; Özcan, Mert; Çiftdemir, Mert; Turan, Fatma Nesrin; Çuporoğlu, ElifAmaç: Kalça kırığı, yaşlılarda sık karşılaşılan, önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Biz bu çalışmada, üniversite hastanemizde tedavi edilen kalça kırıklı hastalarda, eşlik eden risk faktörlerinin analizini yapmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Aralık 2008-Temmuz 2010 tarihleri arasında, kalça kırığı nedeni ile kliniğimizde tedavi edilen 180 hastanın verileri incelendi. Hastaların ameliyat öncesi günlük aktivite düzeyleri, kırık tipi, düşme mekanizması, hastaların mevcut hastalıkları değerlendirildi ve ameliyat öncesi biyokimyasal değerleri ile istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışma grubunu, yaş ortalaması 73.9 (24-103) olan 180 hasta (72 erkek, 108 kadın) oluşturdu. Hastaların 118 tanesi intertrokanterik femur kırığı, 54 tanesi femur boyun kırığı ve 8 tanesi subtrokanterik femur kırığı nedeni ile başvurdu. Hastaların 43 (%24) tanesinde kırığa eşlik eden dahili patoloji saptanmazken, 22 tanesinde hipertansiyon, 10 tanesinde kanser, 7 tanesinde kalp rahatsızlığı, 6 tanesinde diyabet ve 75 (%42) tanesinde birden fazla hastalık mevcut idi. Sonuç: Kalça kırıkları sık görülen yaralanmalardır ve yaş ortalaması arttıkça görülme sıklığı artmaktadır. Çoğunlukla bayanlarda ve basit düşmelerle oluşabilen osteoporotik kırıklara dahili problemler de eşlik etmektedir. Kalça kırıklarının neden olduğu morbidite ve mortaliteyi azaltmak için, kırık tedavisi ile birlikte diğer metabolik nedenler kontrol altına alınmalıdır.Öğe Level of Information About Radiation Among Medical Staff Working in Operating Rooms With Fluoroscopy(Trakya Üniversitesi, 2015) Yıldız, Ege Miray; Kandemir, Yonca; Demirci, Koray; Özcan, MertAims: The aim of this study is to determine the level of information regarding radiation safety and the side effects related to the use of fluoroscopy among a group of teaching assistants, research assistants, medical students, nurses, technicians and caretakers working at Trakya University Health Center for Medical Research and Practice.Methods: A descriptive, cross-sectional survey study was conducted from December 2014 to April 2015 at Trakya University Health Center for Medical Research and Practice. The questionnaire consisted of 24 questions and was applied to 53 people. Responses regarding radiation safety and the side effects of fluoroscopy were analyzed in Statistical Package for the Social Sciences (SPSS) 20.0 using descriptive statistics including frequencies and percentages.Results: 98.08% of the participants responded “yes” to the question ”Do you think fluoroscopy is hazardous to health?”. On the other hand, the results showed that only 32.69% of the participants wore lead apron and 32.77% used thyroid shields in every operation. 88.46% of the participants reported that they would like to attend a training regarding fluoroscopy and radiation safety.Conclusion: The results indicated that the operating room staff of Trakya University Health Center for Medical Research and Practice does not possess adequate knowledge regarding radiation safetyÖğe Non-operative treatment in children and adolescents with atlantoaxial rotatory subluxation(2012) Çiftdemir, Mert; Çopuroğlu, Cem; Özcan, Mert; Ovul, Ayşe Ulusam; Yalnız, ErolAmaç: Atlantoaksiyel rotator subluksasyon (AARS) çocuk ve adolesanlarda baş-boyun hareketlerinde kısıtlılık ve tortikollisle kendini gösteren, genellikle tanıda güçlük yaşanan ve beraberinde potansiyel riskler barındıran bir durumdur. Bu çalışmada cerrahi dışı yöntemlerle tedavi edilen 12 AARS olgusunun retrospektif analizi sunulmaktadır. Hastalar ve yöntem: AARS nedeni ile cerrahi dışı yöntemlerle tedavi edilen, ortalama yaşı 11,5 olan 12 hasta travma ve üst solunum yolu enfeksiyonu öyküsü, ek yaralanmalar, radyolojik bulgular, semptomların süresi, mentooksipital traksiyonun miktarı ve süresi ile tedavinin klinik sonuçları açısından değerlendirildi. Bulgular: Olguların 8’inde travmatik AARS saptanırken, 4 olguda subluksasyonların ardında travmatik bir neden bulunamadı. Olguların 10’unda Fielding ve Hawkins’e göre tip I, 2’sinde ise tip II subluksasyonlar saptandı. Tüm olgular yatak başı mentooksipital traksiyonla tedavi edildi. Traksiyonda kullanılan ortalama ağırlık 1,8 kg iken, ortalama traksiyon süresi 3,75 kg olarak hesaplandı. Olgular traksiyonla elde edilen klinik düzelmenin ardından 3 hafta Philadelphia boyunlukla takip edildi. Altıncı ay kontrollerde hiçbir olguda baş-boyun hareketlerinde kısıtlılık ve ağrı saptanmadı. Sonuçlar: Atlantoaksiyel eklem, baş rotasyonunun çoğundan sorumlu olan karmaşık bir yapıdır. Çocuk ve adolesanlarda boyun ağrısı ve torticollis ayırıcı tanısında atlantoaksiyel eklem patolojileri ve AARS mutlaka düşünülmeli ve ekarte edilmelidir. Tanıda gecikme yaşanan olguların tedavisinde cerrahi dışı yöntemlerle başarı şansı düşüktür.Öğe Omurga cerrahisinde otojen kemik greftlerinin alındıkları bölgeye uygulanan hemostatik ajanların karşılaştırılması(2011) Çopuroğlu, Cem; Ercan, Selçuk; Özcan, Mert; Çiftdemir, Mert; Turan, F. Nesrin; Yalnız, ErolAmaç: Çalışmamızda, omurga füzyonunda kullanılan otogreftlerin, alındıkları bölgeye uygulanan hemostatik ajanların etkilerinin incelenmesi amaçlandı.Çalışma planı: Çalışmaya Mart 1999 ve Ekim 2002 tarihleri arasında spinal füzyon cerrahisi geçiren 66 hasta (26 erkek, 40 kadın; ortalama yaş: 42.9) kabul edildi. Hastalar hemostatik ajan seçimine göre rastgele 4 farklı gruba ayrıldı. Çalışma grupları; kemik mumu uygulanan hastalar (Grup 1), spongostan uygulanan hastalar (Grup 2), spongostan uygulanıp 10 dakika sonra alınan hastalar (Grup 3) ve hemostatik ajan uygulanmayan kontrol grubu (Grup 4) şeklinde oluşturuldu. Grupların seçiminde, hastaların yaşı, cinsiyeti, tanısı ve insizyonun şekli dikkate alınmadı. Hastaların drenaj miktarları kapalı emici drenaj sistemleri ile değerlendirildi. Drenaj miktarı günlük 30 cc’nin altına düşen hastalarda drenaj sistemleri 48 saat takip edilip sonlandırıldı.Bulgular: Grup 1’de hematom miktarında oldukça anlamlı bir azalma tespit edildi. Grup 2 ve 3’te gözlenen hematom miktarı kontrol gubundakinden az idi. Greft alımı için ayrı bir insizyon söz konusu olduğunda, spongostanın sahada bırakılmasının (Grup 2) uygulanıp alınmasından (Grup 3) daha etkin olduğu görüldü.Çıkarımlar: Kanayan süngerimsi kemik yüzeylerine, kemik mumu ve spongostan uygulanması kanama miktarını azaltır. Hemostaz açısından kemik mumu, spongostana göre daha etkindir.Öğe Omurga kırıklarında uygulanan cerrahi girişim yöntemlerinin bölgesel kifoz açısı üzerine etkilerinin karşılaştırılması(2009) Özdemir, Gökhan; Çopuroğlu, Cem; Özcan, Mert; Çiftdemir, Mert; Yalnız, ErolTorakolomber ve lomber omurga kırıklarında cerrahi tedavinin amacı, omuriliğin dekompresyonu ve deformitenin düzeltilmesidir. Bu çalışmada, torakolomber ve lomber kırıklı hastalarda uygulanan anterior, posterior ve anterior-posterior kombine cerrahi girişimin bölgesel kifoz açısına etkilerini karşılaştırılması amaçlanmıştır. Torakolomber ve lomber bölgede, kompresyon veya patlama kırıklı, cerrahi yöntemlerle tedavi edilmiş 62 hasta geriye dönük olarak incelenmiştir. Ameliyat öncesi, ameliyat sonrası ve takip grafilerinde bölgesel kifoz açısı ölçülmüştür. Uygulanan cerrahi girişim yöntemine göre bu açılar karşılaştırılmıştır. Erken cerrahi uygulaması ve enstrümantasyonun, cerrahi ile elde edilen korreksiyonun kaybı ile korele olduğu belirlenmiştir. Posterior cerrahi girişimlerde uygulanan laminektominin düzelme kaybına etkisinin olmadığı gözlenmiştir. ‹mplantasyonun boyu, füzyon ve transpediküler vida uygulanan omurganın bir alt seviyesindeki omurganın laminasına uygulanan kanca düzelme kaybına etki etmemektedir. Torakolomber ve lomber vertebra kırıklarının cerrahi tedavisinde, her cerrahi girişim şeklinden sonra farklı düzelme kayıpları gözlenmektedir. Kombine anterior-posterior cerrahi girişimin travma sonrası kifoz açısını düzeltici etkisi göz önüne alındığında, takip sürecindeki düzelme, anterior ve posterior cerrahi girişimlerle karşılaştırıldığında daha yüksek bulunmuştur.Öğe Omurga tüberkülozlu hastalarda cerrahi tedavi sonrası uzun dönem takip sonuçları(2011) Çopuroğlu, Cem; Yılmaz, Barış; Çiftdemir, Mert; Özcan, Mert; Çopuroğlu, Elif; Yalnız, ErolAmaç: Bu çalışmanın amacı, ciddi komplikasyonlara yol açabilen omurga tüberkülozunun, erken tanı ve etkin bir cerrahi tedavi sonrası takip sonuçlarını incelemektir. Hastalar ve Yöntem: Çalışmamızda 1999- 2006 tarihleri arasında omurga tüberkülozu tanısı ile cerrahi tedavi uygulanan ve uzun dönemtakibi yapılan 27 olgu incelendi. Olguların şikayetleri, tanı öncesi süre, muayene bulguları, cerrahi teknikler ve uzun dönem takip sonuçları değerlendirildi. Sonuçlar: Çalışma grubumuz yaş ortalaması 53.9 (27-76) olan 12 erkek ve 15 bayan hastadan oluşmaktaydı. Ondört hastanın tutulumu torakal bölgede, 13 hastanın ise lomber bölgedeydi. Ana semptom lokalize ağrı idi ve ağrı lokalizasyonu tutulumun seviyesi ile uyumluydu. Kilo kaybı, halsizlik, ateş, gece terlemesi gibi hastalığın sistemik bulguları sıklıkla eşlik etmekteydi. Fizik muayenede lokal hassasiyet, kas spazmı ve hareket kısıtlılığı belirgindi. Hiçbirinde komplet nörolojik defisit yoktu. Dört olguda (% 14.8) kuvvet kaybı ve hipoestezi mevcut idi. Kesin tanı konulana kadar ki semptomların süresi ortalama 176.3 (10-360) gündü. Cerrahi tedavi yöntemi olarak 5 (% 18.5) olguda anterior debritman ve otojen strut greft ile anterior füzyon, 22 (% 82.5) olguda anterior dekompresyon+füzyon ve posterior enstrümantasyon ve füzyon uygulandı. Uzun dönem sonuçlarımıza göre mortaliteye hiç rastlanmazken cerrahi sonrası sadece 2 (% 7.4) olguda inguinal ve paravertebral fistül ile sonuçlanan nüks görüldü. Çıkarımlar: Omurga tüberkülozlu hastalarda gecikmiş tanı, medikal tedavinin yetersiz kalması ve ilerleyici nörolojik tablo, cerrahi tedavi yöntemlerine gereklilik doğurur. Günümüzde altın standart kabul edilen anterior radikal debridman ve füzyon, tek seviyeli olgularda yeterli iken, birden fazla seviyeli omurga tüberkülozu olgularında anterior debridman ve füzyona, posterior enstrümantasyon ilave edilmesi, erken mobilizasyona ve stabilizasyona yardımcıdır, korreksiyon kaybının az olmasını sağlar.Öğe Proksimal tibiofibular eklemde izole sinovyal kondromatozis(2009) Heybeli, Nurettin; Özcan, Mert; Çopuroğlu, Cem; Yalnız, ErolSinovyal kondromatozis, metaplazi sonrası serbest kondral cisimlerin oluştuğu, sinovyal dokunun ilerleyici, kronik bir hastalığıdır. Genellikle diz, kalça, omuz, ayak bileği ve dirsek eklemlerinde monoartiküler bir hastalık olarak görülür. Sadece proksimal tibiofibular eklemi tutan izole sinovyal kondromatozis daha önce bildirilmemiştir. Otuz altı yaşındaki erkek hasta, sol dizinin dış yan tarafında, iki yıldır sürekli artış gösteren ağrı yakınması ile başvurdu. Radyolojik incelemeler sonucunda proksimal tibiofibular eklemi tutan sinovyal kondromatozis öntanısı düşünüldü. Hastaya fibula başı ile birlikte lezyonların cerrahi rezeksiyonu uygulandı. Histopatolojik inceleme ile tanı doğrulandı. Bir yıl sonra yapılan klinik değerlendirmede hastanın yakınması yoktu; diz eklemi hareket açıklığı ve diz skorları tam idi ve günlük yaşamına sorunsuz olarak devam etmekteydi. Lateral diz ağrısı olan hastalarda proksimal tibiofibular eklem patolojileri akılda tutulmalıdır.Öğe Servikal faset çıkıklarında intervertebral disk yaralanmasının önemi(2012) Çiftdemir, Mert; Çopuroğlu, Cem; Özcan, Mert; Yalnız, ErolAmaç: Servikal omurgada faset çıkıkları sık görülen, tanı ve tedavisinde güçlüklerle karşılaşılan, kuadripleji ve ölümle sonuçlanabilen ciddi yaralanmalardır. Bu çalışmada amaç subaksiyel servikal omurga yaralanmaları içinde faset çıkıklarının ve eşlik eden travmatik intervertebral disk rüptürlerinin oranını belirlemek, disk rüptürü ve faset çıkığı birlikteliğinin klinik duruma ve tedaviye olan yansımalarını tartışmaktır. Hastalar ve Yöntem: Kliniğimizde son 10 yılda subaksiyel servikal omurga yaralanması nedeniyle tedavi edilen 39 olgu retrospektif olarak incelendi. Olguların 23?ünde (% 59) tek ve çift taraflı faset çıkığı saptandı. Yapılan incelemede faset çıkığı saptanan olguların yaralanma mekanizmaları, lezyon seviyeleri, nörolojik durumları, faset çıkıklarına travmatik intervertebral disk rüptürünün eşlik edip etmediği ve tercih edilen tedavi yöntemleri değerlendirildi. Sonuçlar: Yapılan inceleme sonucunda faset çıkığı olan olguların %80?inde travmatik intervertebral disk rüptürü olduğu saptandı. Serimizdeki olguların %13?ü cerrahi dışı yöntemlerle tedavi edilirken, %22?sine anterior diskektomi ve anterior füzyon, %30?una anterior diskektomi ve anterior-posterior füzyon, %35?ine ise kapalı redüksiyon ve posterior füzyon uygulandığı görüldü. Çıkarımlar: Faset çıkığı olgularında tedavinin amacı redüksiyon ve stabilizasyonun sağlanmasıdır. Ancak bunu sağlarken mevcut nörolojik tabloyu daha da kötüleştirecek işlemlerden kaçınmak gerekir. Faset çıkığı olgularında intervertebral disk rüptürünün önceden saptanması tedavi protokolünü etkiler. Nörolojik defisiti olmayan ya da inkomplet nörolojik defisitli olgularda açık veya kapalı redüksiyon öncesi yaralanmış olan diskin çıkarılması olası nörolojik komplikasyonların önüne geçecektir.Öğe SPINE FRACTURES CONCOMITTANT WITH PELVIC REGION FRACTURES(2015) Kaya, Murat; Çiftdemir, Mert; Özcan, Mert; Çopuroğlu, Cem; Çopuroğlu, ElifAmaç: Pelvis bölgesinde kırık tanısı ile takip edilen hastalarda eşlik eden omurga yaralanmalarının sıklığını ve tedavi şeklini analiz etmek.Hastalar ve Yöntem: Mart 2009 ile Aralık 2014 tarihleri arasında kliniğimizde tedavi edilen 182 pelvis ve asetabulum kırıklı hastaların dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Aynı zamanda omurga kırığı mevcut olan 26 hastanın omurga yaralanmaları ve uygulanan tedavi yöntemleri incelendi. Yüksek enerjili yaralanmalar sonucunda oluşan her iki bölge kırıklarında tedavi zamanlaması ve tedavi yöntemleri analiz edildi.Bulgular: Kliniğimizde pelvis bölgesi yaralanması nedeni ile tedavi edilen 182 hastadan 26 tanesinde omurga yaralanması olduğu tespit edildi. Omurga yaralanmalı 6 hastada 8 patlama kırığı, 6 hastada 8 kompresyon kırığı, 2 hastada 2 spinöz çıkıntı kırığı ve 12 hastada 25 transvers çıkıntı kırığı tespit edildi. Opere edilen 8 hasta patlama kırığı nedeni ile 1 hasta ise torakolomber bölgede kompresyon kırığı nedeni ile opere edildi. Diğer omurga yaralanması tanıları olan hastalar konservatif yöntemlerle tedavi edildiler.Sonuç: Pelvis yaralanmaları ile omurga yaralanmaları birlikteliği sıktır. Tedavi kararını belirlemede yaşamsal fonksiyonları stabilize etmek önceliklidir