Arşiv logosu
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
Arşiv logosu
  • Koleksiyonlar
  • DSpace İçeriği
  • Analiz
  • Talep/Soru
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
  1. Ana Sayfa
  2. Yazara Göre Listele

Yazar "Özbay, Gültaç" seçeneğine göre listele

Listeleniyor 1 - 20 / 20
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Akut inferior miyokard infarktüsünde sirkumfleks arter ve sağ koroner arter tıkanmasının giriş elektrokardiyogramından ayırımı
    (1999) Kürüm, Turhan; Türe, Mevlüt; Özçelik, Fatih; Özbay, Gültaç; Korucu, Cengiz; Eker, Hüseyin; Öztekin, Erhan
    Bu çalışmada inferior akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçirmekte olan hastaların giriş elektrokardiyografilerinden infarktüsten sorumlu arteri (İSA) tahmin etmek için veya koroner arter hastalığının yaygınlığının İSA'i tahmin etme yeteneğini değiştirip değiştirmeyeceğini tayin etmek için giriş EKG'sinin anjiyografik bulgularla karşılaştırılması amaçlanmıştır. İnferior AMİ (DII, DIII, ve/veya aVF'de (1 mm ST-segment elevasyonu) nedeniyle yatırılan 151 hastadan 137 olguya AMİ sonrası ilk 14 gün içinde anjiyografik tetkik uygulandı. DI, aVL ve V1'den V6'ya kadar olan derivasyonlarda 1 mm ST-segment yüksekliği veya depresyonu araştırıldı. Koroner anjiyografi standart yöntemlerle yapıldı. (% 50 çap stenozu olan damarlar belirlendi. İSA'in sirkumfleks (Cc) veya sağ koroner arter (RCA) olmasına göre 2 ana grup oluşturuldu. Bu gruplar koroner arter hastalığının yaygınlığının EKG üzerine etkisini değerlendirmek için 4 alt gruba bölündü. İlk altgrup tek damar tutulumu olarak Cc veya RCA'dan oluştu. İkinci altgrup Cc veya RCA'nın İSA olması koşuluyla tek ve iki damar tutulumlarını kapsadı. Üçüncü altgrup tek, iki ve üç damar tutulumundan oluştu. Dördüncü altgrup sadece Cc+RCA veya RCA+Cc tutulumlarını kapsadı. İki ana grupta ve dört alt grupta İSA Cc olduğunda V1 veya V2'de ST depresyonunun olması RCA tutulumuna göre anlamlı derecede fazla bulundu (p:0.044, p:0.04, p:0.045, p:0.048, sırasıyla). İSA'in Cc olması durumunda V1 veya V2'de ST depresyonu bulunmasının sensitivitesi sırasıyla %100, %91, %84 ve %83, spesifitesi %47, %41, %37 ve %36, negatif prediktif değeri %100, %96, %88 ve %87 olarak bulundu. Sonuç olarak inferior AMİ bulguları gösteren hastalarda V1 veya V2'de ST-segment depresyonunun varlığı Cc tutulumu için duyarlı bulundu, ancak özgül bulunmadı. V1 veya V2'de ST-segment depresyonu yokluğunda Cc tutulumunun olmaması yüksek negatif prediktif değeri olarak elde edildi ve Cc tutulumunun mevcut koroner arter hastalığının yaygınlığından etkilenmediği görüldü.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Akut miyokard infarktüsünde kollateral akımla ST - segment ve T - dalga değişimi arasındaki ilişkinin klinik önemi
    (1998) Korucu, Cengiz; Özbay, Gültaç; Kürüm, Turhan; Kadı, Hasan
    Akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçiren hastaların, ilk dakikaları ile ilk saatlerinde elektrokardiyografilerinde görülen ST segment yüksekliği genellikle 24-48 saat içinde izoelektrik hatta dönerken T dalgası negatifleşmektedir. Bazı hastalarda ise bu değişim görülmemekte, ST segment yüksekliği ve T dalga pozitifliği 72 saatten fazla devam etmektedir. AMİ'nden sonra kollateral akım varlığını inceleyen çalışmalarda, erken dönemde kollateral akım gelişiminin bazı hastalarda yeterli, bazı hastalarda ise yetersiz oluştuğu bildirilmiştir. Kollateral akımın ST segment ve T dalga değişimi ile ilişkisini araştırmak amacıyla 1995-1997 yılları arasında AMİ tanısıyla koroner bakım ünitesine yatırılarak tedavi edilen ve koroner anjiyografileri yapılarak infarktüsten sorumlu arteri (İSA) tam tıkalı olan 22 hasta incelendi. ST Segment yüksekliği ve T dalga pozitifliği 72 saatten daha fazla devam eden 10 hasta (Grup A) ile ST segment yüksekliği 72 saatten önce izoelektrik hatta dönerek T dalgası negatifleşen 12 hasta (Grup B) yaş, cins, koroner arter hastalığı için risk faktörleri, Killip sınıflamasına göre kalp yetersizliği gelişme sıklığı, preinfarktüs anjina, ventriküler taşikardi-flbrilasyon oluşumu, maksimum ve toplam ST segment yüksekliği, maksimum ve toplam resiprokal değişiklikler, QRS skoru, anjiyografide Rentrop sınıflamasına göre kollateral akım dereceleri birbirleri ile karşılaştırıldı. İki grup arasında yaş, cins, risk faktörleri, preinfarktüs anjina, maksimum ve toplam resiprokal değişiklik açısından anlamlı fark yoktu. Toplam ST segment yüksekliği ve maksimum ST segment yüksekliği Grup A'daki hastalarda anlamlı olarak daha fazla idi (sırasıyla p<0.01, p<0.01). QRS skoru, kalp yetersizliği, düşük ejeksiyon fraksiyonu ve duvar hareket kusuru skoru Grup A'da anlamlı olarak artmış bulundu (sırasıyla p<0.05, p<0.05, p<0.01, p<0.05). Rentrop 3 kollateral akım, Grup A'da hiç yok iken Grup B'deki tüm hastalarda mevcuttu. Sonuç olarak, ST segment yüksekliği ve T dalga pozitifliği 72 saatten daha fazla devam eden hastalarda, kollateral akımın yetersiz olduğu hemodinamik bozulmanın kolaylaştığı kanısına varıldı.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Akut önyük değişikliklerinin erken post-infarktüs dönemde sol ventrikülün Doppler parametreleri üzerine etkisi
    (1998) Kadı, Hasan; Eker, Hüseyin; Özbay, Gültaç; Kürüm, Turhan; Korucu, Cengiz
    Bu çalışma erken post-infarktüs dönemdeki hastalarda akut önyük değişikliklerinin Doppler transmitral, aort akım örnekleri ve sistolik zaman intervalleri (SZİ) üzerine olan etkisini değerlendirmek için farmakolojik yöntem olarak isosorbid dinitrat (İSDN) ve non-farmakolojik olarak da pasif bacak yükseltilmesinin (PBY) kullanılmasıyla yapıldı. Çalışmaya akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçiren ve ortalama yaşları 53.4+8.7 yıl olan 30 erkek hasta ile kontrol grubu olarak ortalama yaşları 55.2+7.6 yıl olan 19 normal sağlıklı erkek katıldı. İSDN kullanımından sonra hem hasta grubunda hem de kontrol grubunda sırasıyla; E hızı azaldı (p<0.001, p<0.001), deselerasyon zamanı arttı (p<0.001, p<0.01), ve E/A oranı azaldı (p<0.001, p<0.05). Sol ventrikül ejeksiyon zamanı azaldı (p<0.01, p<0.05), pre-ejeksiyon periyod arttı (p<0.01, p<:0.05), aort hız (p<0.001, p<0.05), aort VTİ (p<0.001, p<0.05) ve kardiyak output azaldı (p<0.01, p<0.05). PBY sonrası hasta grubunda E hızı arttı (p<0.01) , E/A oranı yükseldi (p<0.01), deselerasyon zamanı (DZ) azaldı (p<0.05). Normal kişilerde PBY ile mitral erken akımı (p<0.05) ve E VTİ (p<0.05) arttı. SZİ her iki grupta da değişmedi. Kardiyak output'ta değişim olmadı. Sonuç olarak14 İSDN bağlı akut önyük azalması her iki grupta hem erken diyastolik akımı hem de aortik akımı önemli derecede düşürerek ve SZİ değiştirerek sistolik ve diyastolik disfonksiyonu taklit eden akım örnekleri oluşturdu,2 PBY hasta grubunda restriktif tip diyastolik disfonsiyon örneğine gidiş gösterdi. PBY hem hasta grubunda hem de kontrol grubunda kardiyak output'u yükseltmede yetersiz kaldı.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Anterior veya antero-inferior akut miyokard infarktüsünde giriş elektrokardiyogramının çok damar hastalığını öngörmedeki değeri
    (1999) Eker, Hüseyin; Öztekin, Erkan; Özbay, Gültaç; Kürüm, Turhan; Özçelik, Fatih; Korucu, Cengiz
    Bu çalışmada anterior akut miyokard infarktüsü (AMİ) ve anterior-inferior AMİ sırasında hastaların giriş EKG'lerinde infarktüsten sorumlu arter veya çok damar hastalığının tahmin edilmesi için giriş EKG'si ile koroner anjiyografik bulguların karşılaştırılması amaçlanmıştır. Üç yıl içerisinde anterior AMİ tanısı ile yatırılan 86 hasta çalışmaya alındı. Hastalar prekordiyal derivasyonlarda en az komşu iki derivasyonda >1 mm ST-segment elevasyonunun bulunmasıyla birlikte DII, DIII, aVF'den en az ikisinde >1 mm ST-segment elevasyonu veya ST-segment depresyonu göstermelerine göre değerlendirildi. Anjiyografi ilk 14 gün içinde yapıldı ve koroner arterlerde en az > % 50 darlık bulunması dikkate alındı. Hastalar damar tutulumu olarak sol ön inen arter (LAD) veya çok damar hastalığı olanlar şeklinde gruplandırıldı. Çok damar hastalığı LAD+Sirkumfleks arter (Cc) veya LAD+sağ koroner arter (RCA) veya LAD+Cc+RCA birlikteliği olarak kabul edildi. Buna göre a) inferior resiprok gösteren anterior AMİ'lü hastalar, b) inferior elevasyon gösteren anterior AMİ'lü hastalar, c) anterior AMİ geçiren bütün hastalar inferior bölgede ST-segment değişikliklerine göre LAD veya çok damar tutulumu bakımından incelendi. İnferior resiprok gösteren anterior AMİ'de aVL (p: 0.017) ve V6'da (p: 0.01) ST-segment depresyonu görülmesi çok damar hastalığı lehine olarak anlamlı bulundu. İnferior elevasyon gösteren anterior AMİ'lü iki grup arasında ST segment yüksekliği bakımından damar tutulumlarını öngörmede derivasyonlar arasında istatistiksel bir farklılık tesbit edilmedi. Anterior AMİ geçiren bütün olgular incelendiğinde DI, aVL, V4, V5 ve V6'da ST-segment depresyonunun bulunması çok damar hastalığı lehine istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p: 0.04, p: 0.03, p: 0.02, p: 0.04, p: 0.0009, sırasıyla). Sonuç olarak inferior resiproklu anterior AMİ geçiren hastalarda anterolateral derivasyonlarda ST-segment depresyonu bulunmasının, çok damar hastalığını giriş elektrokardiyografisinden öngörmede yararlı olacağı kanaatine varıldı.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Diyabet kalbinin kantitatif ultrasonik miyokard dokusu analizi
    (2001) Akdemir, Osman; Dağdeviren, Bahadır; Altun, Armağan; Uğur, Betül; Arıkan, Ender; Tuğrul, Armağan; Özbay, Gültaç
    Amaç: Ekokardiyografi görüntülerinde kalbin kasılma ve gevşemesi esnasında miyokardın video yoğunluğunda (MVY) sırasıyla azalma ve artma gözlenmektedir. Bu çalışmanın amacı MVY'nun bu fizyolojik değişkenliği bağlamında tip-I diabetes mellitus hastalarını sağlıklı bireylerle kıyaslamaktı. Yöntem: Bu amaçla insüline bağımlı 18 genç tip-I diabetes mellitus hastası (yaş: 23.2±6.4>15-37- diyabet süresi: ort. 7.85±5.6 yıl> 1-7 yıl) ve yaş-cinsiyet bakımından eşdeğer 14 sağlıklı bireyin standart ekokardiyografi kayıtları alındı. Her birey için video-teyplere kaydedilen üçer ardışık kalp siklüsünün diyastol sonu ve sistol sonu görüntüleri bilgisayar ortamına aktarıldı. Bu görüntüler üzerinde sol ventrikül septum ve arka duvarında seçilmiş alanlara, bu amaca yönelik bir bilgisayar programı ile kantitatif doku analizi uygulandı. MVY için siklik değişkenlik indeksi (SDİ) hesaplanmasında "SDİ=diyastol-sonu MVY - sistol-sonu MVY/ diyastol-sonu MVY x 100" formülü kullanıldı. Bulgular: Gruplar arasında sol ventrikül diyastolik çap indeksi, fraksiyonel kısalma, zirve E ve A hızları, E/A oranı ve hıza görü deziltilmiş izovolümik relaksasyon zamanı anlamlı farklılık göstermezken, septum (8.3±1.1 mm'ye karşı 7.3±0.9 mm; p=9b916) ve arka duvar kalınlıkları (7.96±0.63 mm'ye karşı 6.8±1.1 mm; p=0.004) ile E-deselerasyon zamanı (167±23ms'ye karşı 140±19 ms; p=0.003) diyabet hastalarında artmış bulundu. Hasta grubunda gerek septum (% 18.2±11.5'e karşı % 39.3±11.5; p=9b991) gerekse arka duvarda SDİ (% 16.4±16'ya karşı % 40.5±9.2; p=0.0001) anlamlı olarak azalmış bulundu. Sonuç: MVY değişkenliğinin diyabetik hastalarında anlamlı olarak farklı bulunmasının klinik-öncesi bir değişikliğe işaret etmesi olasıdır ve mevcut bir hastalık anlamına gelmese de diyabetik kardiyomiyopatinin histopatolojik bulgularının erken bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Effects of Ionic versus non-ionic contrast agents on dispersion of ventricular repolarization
    (1998) Altun, Armağan; Özbay, Gültaç
    İyonik ve iyonik olmayan kontrast ajanlar kardiyovasküler teşhis ve girişimsel işlemlerde kullanılırlar ve genelde iyi tolere edilirler. Bununla birlikte hastaların küçük bir yüzdesinde kontrast ajan enjeksiyonu sonrasında geçici hipotansiyon, bradiaritmi, ventriküler aritmi veya alerjik reaksiyon oluşur. Ventriküler taşiaritmiler tehlikeli olabilir. Yüzeyel EKG'deki QT dispersiyonu, ventrikül repolarizasyon farklılığını gösterir ve bundan dolayı aritmi riski için bu göstergelerden biri sayılabilir. Bu çalışma iyonik (Ioxaglate) ve iyonik olmayan (lopamidol) kontrast ajanların koroner arter hastaları üzerindeki proaritmik etkilerini araştırmak amacıyla yapıldı. 33 erkek (yaş: 55.2±9.8 yıl) koroner arter hastasına koroner anjiyografı uygulandı. Tüm hastaların sol ventrikülogramları, sağ ve sol koroner arter selektif enjeksiyonundan önce yapıldı. 16 hastaya iyonik (Ioxaglate), 17 hastaya iyonik olmayan (lopamidol) kontrast ajan verildi. Sol ventrikülogram öncesi ve sonrası tüm hastaların simültane 6 kanal kayıt yapan EKG cihazı ile standart gğüs derivasyonları kaydedildi. EKG kayıtları yüksek hızda (lOOmm/s) ve yüksek kazançta (20mm/mV) alındı ve daha sonra değerlendirildi. İstatistik analiz için paired student t testi kullanıldı, tüm sonuçlar ortalama±SD olarak açıklandı. QTc dispersiyonu (p=0.003), JTc dispersiyonu (p=0.008), TTc dispersiyonu (Tpeak-Tend) (p=0.017), QT dispersiyonu/RR oranı(p=0.0002), JTdispersiyonu/RR oranı( p=0.0015), JTa dispersiyonu/RR oranı (p=0.033) ve TTdispersiyonu/RR oranı(p=0.005) iyonik (Ioxaglate) kontrast ajan grubunda arttı. İyonik olmayan (lopamidol) kontrast ajan grubunda ise yalnızca TTdispersiyonu/RR oranı (p=0.043) arttı. Ioxaglute olan hastalarda 3'ünde kompleks vefiküler erken vurular, 1'inde nonsustained ventriküler takikardi (VT), lopramidal alanlardan 2'sinde kompleks ventriküler erken vuru, 1'inde non-sustaired VT oluştu. Sustained VT ya da ventriküler fibrilasyon hiçbir hastada oluşmadı. Bu veriler iyonik olmayan (lopamidol) kontrast ajanın, iyonik (Ioxaglate) kontrast ajandan daha az elektrofizyolojik parametreyi olumsuz yönde etkilediğini ve ventrikülerin uyarılabilirliğini arttırabileceğini göstermektedir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Erken post-infarktüs dönemde nitrat kullanımının Doppler parametreleri üzerine etkisi
    (1998) Kürüm, Turhan; Kadı, Hasan; Korucu, Cengiz; Eker, Hüseyin; Özbay, Gültaç
    Amaç: Bu çalışmada erken post-infarktüs dönemdeki hastalarda nitratın Doppler transmitral ve aort akım örnekleri üzerine olan etkisi araştırıldı.. Materyal ve metod: Çalışmaya akut miyokard infarktüsü geçiren ve ortalama yaşları 53.4±8.7 yıl olan 30 erkek hasta ile kontrol grubu olarak ortalama yaşları 55.2±7.6 yıl olan 19 normal sağlıklı erkek katıldı. Hastaların nitrat kullanımına verdikleri yanıtı değerlendirmek amacıyla akut miyokard infarktüsünün onuncu gününde pulsed Doppler ekokardiyografı ile transmitral ve aortik akım örneklerinin kaydı yapıldı. Hasta grubu ve kontrol grubunda nitrat kullanımı öncesi ve sonrası Doppler değerleri kıyaslandı. Bulgular: E hızı azaldı (p<0,001, p<0.01), deselerasyon zamanı arttı (p<0.001, p<0.01), E/A oranı azaldı (p<0.001, p<0.05), kalp hızı arttı (p<0.001, p<0.001), isovolümik rölaksasyon zamanı arttı (IVRZ) (p<0.05, p<0.05), E VTİ/A VTİ azaldı (p<0.001, p<0.01), A hızında ve A VTİ'de önemli bir değişiklik olmadı, sol ventrikül ejeksiyon zamanı azaldı (SVEZ) (p<0.01, p<0.05), pre-ejeksiyon periyod (PEP) arttı (p<0.01, p<0.05), PEP/SVEZ oranı arttı (p<0.01, p<0.05), aort hızı (p<0.001, p<0.05) ve aort VTİ azaldı (p<0.001, p<0.05), isovolümik kontraksiyon zamanı (İVKZ) azaldı (p<0.05, p<0.05), kardiyak output azaldı (p<0.01, p<0.05). Sonuç: Nitrata bağlı akut önyük azalması her iki grupta da hem erken diyastolik akımı hem de aortik akımı önemli derecede düşürerek sistolik ve diyastolik disfonksiyonu taklit eden akım örnekleri oluşturduğundan nitrat kullanımı altında Doppler ekokardiyografık incelemelerin yanlış sonuç vereceği kanısına varıldı.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Esansiyel hipertansiyonda gelişen sol ventrikül hipertrofisinin sağ ventrikül işlevi üzerine olan etkisinin nabız dalgalı doku Doppler ile incelenmesi
    (2003) Sürücü, Hüseyin; Akdemir, Osman; Üstündağ, Sedat; Tatlı, Ersan; Köker, İbrahim Hakkı; Özbay, Gültaç
    Literatürde esansiyel hipertansiyonlu hastalarda sağ ventrikül fonksiyonlarını inceleyen çalışmalar kısıtlı sayıdadır. Bu çalışmaların hepsinde standart ekokardiyografi (eko) parametreleri kullanıldığı gibi, sol ventrikül hipertrofisinin (SVH) sağ ventrikül fonksiyonları üzerine olan etkisi de incelenmemiştir. Çalışmamızda esansiyel hipertansiyonlu 114 olguda gelişen SVH'nin sağ ventrikül işlevleri üzerine olan etkisi standart eko ve doku Doppler görüntüleme (DDG) yöntemleri kullanılarak incelenmiştir. Sonuçlar sistemik bir hastalığı olmayan, Bruce protokolüne göre maksimal efor testi negatif sonuçlanan 34 sağlıklı bireyle (grup-1) karşılaştırılmıştır. Olgular elektrokardiyografi (EKG) ve eko'da SVH olmayan (grup-2), eko'da SVH saptanmasına rağmen EKG'de olmayanlar (grup-3) ve EKG ve eko'da SVH saptananlar olarak (grup-4) sınıflandırılmıştır. Standart eko parametrelerinden hiç biri SVH'nin sağ ventrikül işlevlerini bozduğunu tespit edememiştir. Oysa DDG parametrelerinden İVRa hızı ve Ea yavaşlama süresi (Ea - DT) SVH gelişen gurupta daha büyük bulunmuştur. Sağ ventrikül miyokardından elde edilen İVRa hızı grup-4'de diğer guruplara göre daha yüksek saptanmıştır (sırasıyla p değerleri 0.010, 0.002 ve 0.001). Ea-DT süresi de grup-4'de sağlıklı bireyler ve SVH'sı olmayan esansiyel hipertansiyonlu olgulara göre anlamlı olarak uzun bulunmuştur (sırasıyla p:0.020 ve p:0.037). Bu değişikliklerin sağ ventrikül diyastolik işlev bozukluklarını yansıttığı kabul edildiğinde sağ ventrikül işlevlerinin gelişen SVH'den etkilendiği ve bu değişikliklerin de standart eko parametreleri ile tespit edilemediği, ayrıca EKG'de saptanan SVH'nin sağ ventrikül diyastolik işlev bozukluğuna işaret ettiği sonucuna varılabilir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Genç erkek ve kadınlarda akut miyokard infarktüsü sıklığı ve koroner anjiyogramlarında cinse bağlı farklılıklar
    (1999) Kürüm, Turhan; Eker, Hüseyin; Özçelik, Fatih; Altun, Armağan; Demir, Muzaffer; Özbay, Gültaç
    Bu çalışmada, kırk yaşından önce akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçiren erkek ve kadınların/coroner anatomisini, klinik özelliklerini, risk faktörlerini ve doğal inhibitor eksikliğini değerlendirmek amaçlanmıştır. Ocak 1995- Aralık 1998 tarihleri arasında koroner bakım ünitesine AMI nedeniyle yatırılan 1344 hasta arasında 40 yaş ve altında olan genç erkek ve kadınlar çalışmaya alındı. Her hasta için hipertansiyon (HT), diabetes mellitus (DM), sigara kullanımı, aile öyküsü ve hiperkolesterolemi gibi risk faktörleri araştırıldı. Koagülasyon bozukluğu yönünden Antitrombin III (AT III), protein C (PC), Protein S (PS) gibi doğal inhibitörler, takip hastalarında (n:14 erkek) araştırıldı. Kadın hastalar için adet durumu veya menapozal öykü sorgulandı. Koroner anjiografi ve sol ventrikülografi standart tekniklerle yapıldı. Enfarktüs yerleşimi, hasta damar sayısı, tıkalı damarı olan hasta sayısı, her bir cinsiyet için kaydedildi. Olguların 956'sı (%71) erkek, 3887 (%29) kadın idi. Kırk yaş veya 40 yaşından küçük hastaların sayısı 49 (%3.6) olarak bulundu. Bu olguların 8'i (%2) kadın, 4ü (%4.3) erkek idi (p:0.048). Her iki cins arasında HT, DM, aile öyküsü, sigara kullanımı bakımından fark yoktu. Hiperkolesterolemi erkeklerde kadınlardan daha fazla bulundu (p:0.04). Kadın hastaların beşinde (62%) 1-damar hastalığı, üçünde (38%) 2 damar hastalığı vardı. On dört erkek olguda (34%) koroner arterler normal olup, 17 (41%) hastada 1-damar hastalığı, 10 (24%) hastada 2-damar hastalığı bulundu. AMİ geçiren erkek hastalarda normal koroner arter, kadın hastalara göre anlamlı olarak fazla bulundu (%34 vs %0, p:0.05). Her iki cinste 3-damar hastalığı veya sol ana koroner hastalığı saptanmadı. Hiç bir kadın hasta menapoza girmemişti. İki kadın hasta oral kontraseptif kullanıyordu. Doğal inhibitor eksikliği olarak 1 hastada AT III, 3 hastada PC eksikliği bulundu. Sonuç olarak, genç hastalarda AMİ sıklığı kadınlarda erkeklere göre daha düşük bulunmuştur. Normal koroner arter ve risk faktörü olarak hiperkolesteroleminin varlığı AMİ geçiren erkek hastalarda, kadın hastalara göre daha fazla tespit edilmiştir. Doğal inhibitor eksikliği AMİ etyolojisinde sık olarak bulunmuştur.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Hemodiyaliz hastalarında arteriyel distansibilite ve ultrafiltrasyonun distansibiliteye etkisi
    (2002) Özbay, Gültaç; Özbahar, Yalçın; Gül, Çetin; Yıldız, Mustafa; Kürüm, Turhan
    AMAÇ: Distansibilite arteriyel sistemin önemli bir özelliğidir ve distansibilite değişiklikleri kardiyovasküler fonksiyonları önemli ölçüde etkileyebilir. Bu çalışmada kronik hemodiyaliz hastalarında arteriyel kompliyans ve distansibilite özellikleri ile distansibilite üzerine ultrafiltrasyonun etkileri araştırıldı. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya yaş ortalamaları 41.0±16.3 yıl olan 10 normotansif hemodiyaliz hastası ve yaş ortalamaları 37.1+11.8 yıl olan 10 sağlıklı kontrol grubu alınmış olup arteriyel distansibilite nabız dalga hızı ölçümleri ile belirlendi. Bu ölçümler karotis-femoral arterler kullanılarak Complior cihazı ile yapıldı. BULGULAR: Hemodiyaliz hastalarında nabız basıncı ve nabız dalga hızı kontrol grubuna göre daha yüksek bulundu (sırası ile p=0.001, p=0.03). Ultrafitrasyon öncesi ve sonrası ölçülen nabız dalga hızı değerinde anlamlı değişiklik saptanmazken sistolik kan basıncı ve vücut ağırlığında anlamlı azalma tesbit edildi (sırası ile p=0.37, p=0.05, p=0.01). SONUÇ: Sonuç olarak artmış kardiyovasküler hastalık riskinin bir göstergesi olduğu ifade edilen nabız dalga hızı hemodiyaliz hastalarında yüksek olarak tesbit edilmiş olup bu hastalarda ultrafiltrasyonun distansibilite üzerine önemli bir etkisinin olmadığı görülmüştür.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Kalıcı kalp pili takılanlarda sağ ventrikül çıkış yolu ve apikal elektrod yerleşimlerinin elektrokardiyografik parametrelere etkileri
    (2004) Erdoğan, Okan; Altun, Armağan; Özbay, Gültaç
    Kalıcı kalp pili uygulamalarında apikal pacinge alternatif olarak seçilebilecek bir diğer elektrod yerleşim bölgesi sağ ventrikül çıkış yoludur (SVÇY). SVÇY pacingi apikal pacinge göre ventriküllerin doğal uyarısına benzer senkron aktivasyon sağlamakta ve potansiyel olarak avantajlı gözükmektedir. Son yıllarda biventrikül kalp pili uygulamalarının da esasını oluşturan ve hemodinamik katkıyla ilintili olduğu düşünülen pacing ile uyarılmış QRS süresinin mümkün olduğunca azaltılması fikri, SVÇY yerleşiminin apikale göre QRS ve diğer elektrokardiyografik parametreleri nasıl etkileyeceği sorusunu akla getirmiştir. Bu amaç ışığında planladığımız prospektif araştırmamızda kliniğimizde SVÇY' na kalıcı kalp pili uygulaması yaptığımız 16 hastayı değerlendirdik. Bu 16 hastanın onbirinde işlem esnasında apikal ve SVÇY pacing ile elde edilen EKG kayıtlarından bu iki uygulama yerinden ölçülen QRS, QTc, JTc, TTc, QTd, JTd ve TTd süreleri ortalamaları karşılaştırıldı. Ortalama uyarılmış QRS süresi SVÇY pozisyonunda apikale oranla anlamlı düzeyde azaldı (127 ± 26 vs 155 ± 21, p=0.004 ). Buna karşın QTc, JTc ve TTc süreleri SVÇY pozisyonunda apikale göre uzarken, bunlardan yalnız JTc süresindeki uzama istatistiksel anlamlığa ulaştı (p=0.01). Diğer parametrelerde anlamlı değişiklik gözlenmedi. SVÇY uygulaması yaptığımız 16 hastada işlem esnasında ve sonrasında herhangi bir komplikasyon gelişmedi. Sonuçta, SVÇY pacing uygulaması kolay uygulanabilen ve emin bir yöntemdir. Septal ileti yollarına yakınlığı nedeniyle senkronize aktivasyon oluşturarak, potansiyel avantajlar sağlayabilir. Apikal pacinge oranla QRS süresini anlamlı olarak azaltmaktadır.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Kararlı anjinada karnitin' in efor kapasitesine etkisi
    (1998) Özbay, Gültaç; Kürüm, Turhan; Kadı, Hasan
    Amaç:Kararlı anginası olan 16 hastada egzersiz testi kullanarak karnitinin (2000 mg/gün oral) egzersiz performansı üzerine olan etkisinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Egzersiz testi plasebo döneminde ve sekiz haftalık karnitin kullanımı sonrası yapıldı. Bulgular: Plasebo döneminde ortalama egzersiz süresi 383. l±199.8 saniye idi. Bu süre sekiz haftalık karnitin kullanımı ile 512.3±181.1 saniyeye (p<0.01) yükseldi. Plasebo döneminde l mm ST depresyonunun oluşması için gereken zaman 193.8±155.2 saniye iken sekiz haftalık karnitin kullanımı sonrası bu süre 300.2±186.9 saniyeye (p<0.05) çıktı. Plasebo dönemiyle karşılaştırınca, sekiz haftalık tedavi süresinin .sonunda aynı egzersiz yükünde daha az ST segment depresyonu gelişti (p<0.01). Aynı iş yükünde kalp hızı ve kan basıncı ürünü, iki test dönemi arasında önemli bir farklılık göstermedi (p>0.05). Sonuç: Bu çalışmanın sonunda, karnitinin kararlı anginah hastalarda egzersiz toleransını düzelttiği kanısına varıldı
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Kararsız anjina pektoris ile başvuran tip 2 diyabetes mellituslu olgularda anjiyografik bulguların değerlendirilmesi
    (2002) Tatlı, Ersan; Yıldız, Mustafa; Gül, Çetin; Öztekin, Erkan; Özçelik, Fatih; Özbay, Gültaç
    AMAÇ: Bu çalışmada kararsız anjina pektoris kliniğine sahip, Tip 2 diyabetes mellitus (DM)'lu olgularla diyabetes mellitusu olmayan olgular arasında klinik ve anjiyografik özellikleri açısından fark olup olmadığı araştırıldı. GEREÇ VE YÖNTEM: Kararsız anjina pektoris (AP) kliniğiyle kliniğimize başvuran, daha önce miyokard infarktüsü geçirmemiş 71 erkek, 29 kadın olmak üzere ardışık 100 vaka çalışmaya alındı. Olgular kararsız AP'i olup DM'u olan (grup1) ve olmayan (grup 2) grup olarak ikiye ayrıldı. Tamamına koroner anjiyografi ve sol ventrikülografi uygulandı. Koroner arterlerde %70'in üzerinde darlık tespit edilmesi kritik ve klinik tablodan sorumlu lezyon olarak kabul edildi. Olgular risk faktörleri, anjiyografik bulgular ve revaskülarizasyon açısından incelendi. BULGULAR: Grup 1, 30 erkek (%61), 19 kadın (%39); grup 2, 41 erkek (%81), 10 kadın (%19) vakadan oluşmaktaydı. Grup 1'de kadın hasta sayısı anlamlı olarak daha fazlaydı (p=0.03). Grup 2'de sigara tüketimi anlamlı olarak yüksekti (p=0.02). Grup 1'de olguların 24'ünde (%48) üç damar, 10'unda (%21) tek damar hastalığı, grup 2'de ise 26'sında (%52) tek damar, 13'ünde (%25) üç damar hastalığı saptandı (p=0.001). SONUÇ: Kararsız AP'li diyabetik hastalarda üç damar hastalığı oldukça sık görülürken tek damar hastalığına daha az sıklıkta rastlanmaktadır. Bu nedenle kararsız AP kliniğiyle başvuran diyabetik hastalarda tanı ve tedavi aşamasında daha titiz olunmalı, koroner anatomileri erken dönemde dikkatle gözden geçirilmelidir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Kardiyolojik sendrom X'li hastalarda nisoldipin ve ramipril'in anti-iskemik ve anti-anginal etkileri
    (1998) Özçelik, Fatih; Altun, Armağan; Özbay, Gültaç
    Çalışmamızda; kardiyolojik sendrom X'li hastalarda nisoldipin ve ramiprilin anti-iskemik ve anti-anginal etkisini araştırdık. Kardiyolojik sendrom X tanısı (stabil angina pektoris, pozitif efor testi, negatif ergonovin testi ve normal koroner anjiyografi) konulan 18 hastaya (7 erkek, 11 kadın; yaş ortalaması 46$pm$10 yıl) iki haftalık ilaçsız dönem sonunda 2x5mg/gün nisoldipin 4 hafta süre ile verildi. Aynı hastalara 2 haftalık ikinci ilaçsız dönem sonunda 1x2.5 mg ramipril 4 hafta süre ile verildi. Her dönemin sonunda modifiye Bruce protokolü ile treadmill egzersiz testi uygulandı. Nisoldipin ve ramipril tedavisi sonunda angina pektoris oluşma süresi (p=0.006, p=0.02), total egzersiz süresi (p=0.0008, p=0.02) ve ortalama metabolik eşitlik (p=0.0016, p=0.01) arttı. Egzersizde 1mm ST segment çökmesi oluşma süresi (p=0.002) nisoldipin tedavisi sonunda uzadı. ST segment çökmesinin normale dönme süresi (p=0.016, p=0.012), haftalık angina pektoris sayısı (p=0.00, p=0.028) ve dilaltı nitrit tüketim sayısı (p=0.00, p=0.012) nisoldipin ve ramipril tedavisi sonunda azaldı. Sonuç olarak; 10mg/gün nisoldipin ile 2.5 mglgün ramiprilin kardiyolojik sendrom X'li hastalarda olumlu anti-iskemik ve anti-anginal etkiye sahip olduğunu saptadık.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    On sekiz yaşında bir olgu nedeni ile genç miyokard infarktüslerinin değerlendirilmesi
    (2001) Tatlı, Ersan; Gül, Çetin; Yıldız, Mustafa; Özçelik, Fatih; Özbay, Gültaç
    Gençlerde akut koroner sendrom seyrek olarak görülmektedir ve ateroskleroz bu vakalarda nadiren akut koroner sendromdan sorumludur. Miyokard infarktüsü geçiren genç populasyonun %25 kadarında koroner arterler normal olarak saptanmaktadır. Miyokard infarktüsü geçiren ve koroner arterleri normal olan hastalarda en sık rastlanan risk faktörü sigara kullanımıdır. Bu tür vakalarda etiyolojinin aydınlatılması için yaşlı koroner arter hastalarına oranla daha ileri laboratuvar tetkiklerine başvurulmalıdır. Etiyolojik tanı kesinleştirilememesine rağmen "genç yaşta ve normal koroner arter anatomisi ile akut miyokard infarktüsü geçirmesi" nedeni ile konunun irdelenmesi açısından bu olgu sunulmuştur.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Pürülan perikarditli bir hemodiyaliz hastasında intraperikardiyal fibrinolitik tedavi
    (2001) Yıldız, Mustafa; Özbay, Gültaç; Gül, Çetin; Aktöz, Meryem; Kürüm, Turhan
    Pürülan perikarditlerde yüksek fibrin içeriği nedeni ile gelişebilecek konstrüktif perikarditin önlenmesinde zamanında uygulanacak etkili drenajın rolü büyüktür. Perikardiyal drenajın yetersiz olduğu pürülan perikarditli olgularda ise intraperikardiyal fibrinolitik tedavi bir seçenek olabilir. Bu yazıda kronik böbrek yetersizlikli bir olguda bu seçenek tartışılmıştır.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Senkopla başvuran bir olgu nedeniyle primer pulmoner hipertansiyonlu olguların değerlendirilmesi
    (2002) Tatlı, Ersan; Karahasanoğlu, Erhan; Kaldır, H. Mesut; Aktaş, Zihni; Özçelik, Fatih; Özbay, Gültaç
    Primer pulmoner hipertansiyon, oldukça nadir görülen bir tablodur. Klinik muayene ile şüphe edilir ancak, teşhisi ayrıntılı kalp ve akciğer incelemesinden ve pulmoner hipertansiyonun sekonder formlarının ekarte edilmesinden sonra kesinleşir. Prognoz, bireyden bireye değişmekle birlikte genelde kötüdür. Bu yazıda, kliniğimize senkop ile başvuran ve primer pulmoner hipertansiyon tanısı konan olgu nedeniyle konunun irdelenmesi amaçlanmıştır.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Supraventriküler aritmi kliniği ile görülen bir multipl endokrin neoplazi tip-2A olgusu
    (1999) Kürüm, Turhan; Özbay, Gültaç; Hatipoğlu, Ahmet; Candan, Latife; Eker, Hüseyin
    Senkop nedeniyle sevk edilen ve elektrokardiyografisinde supraventriküler aritmi saptanan 49 yaşındaki erkek hasta, tiroid medüller kanseri nedeniyle tedavi edilmekte olup son bir yıldan beri çarpıntı atakları, baş dönmesi, terleme artışı tanımlamaktadır. Klinik izlemlerde hipotansiyon ve hipertansiyon atakları görülmüştür. Laboratuvar incelemesinde Vanil Mandelik Asid ve Metanefrin düzeyi yüksek bulunmuştur. Feokromositoma ön tanısı ile hastaya cerrahi eksplorasyon yapılmış ve patolojik olarak feokromositoma tanısı konmuştur. Hasta, medüller tiroid kanseri ve feokromositoma birlikteliği nedeniyle multipl endokrin neoplazi sendromu tip-2A yönünden incelenmiştir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Trakya Bölgesi'nde görülen 45 perikardit olgusunun etyoloji, tanı ve tedavi yönünden değerlendirilmesi
    (2000) Eker, Hüseyin; Öztekin, Erkan; Özbay, Gültaç; Kürüm, Turhan; Özçelik, Fatih; Korucu, Cengiz
    1995-1998 yılları arasında Kardiyoloji servisine effüzyonlu perikardit tanısı alarak yatırılan olgular etyoloji, tanı ve tedavi yöntemleri yönünden geriye dönük olarak değerlendirildi. Yirmi iki kadın, 23 erkek, toplam 45 olgu çalışmaya alındı. Olguların yaşları 14 ile 90 yaş (ortalama 45.8±19.2 yaş) arasında değişmekte idi. Etyoloji olarak en sık tüberküloz perikardit, viral perikardit ve neoplastik perikardit tesbit edildi. Altı olguda neden bulunamadı. Tanı ve/veya tedavi amacıyla 28 hastaya toplam 33 kez perikardiyosentez yapıldı. Dört hastada perikardiyosentez sırasında kardiyak rüptür oldu. Bu olgulardan biri işlem sırasında, biri postoperatif 10.günde öldü. Olguların 14'üne kardiyosentez sonrası cerrahi girişim (tüp drenajı, perikardiyektomi veya perikardiyo plevral pencere) uygulandı. Cerrahiye verilen bir hasta ameliyat sırasında inferior vena cava rüptürü nedeniyle öldü. Perikardiyosentez komplikasyonu %8, perikardiyosentez komplikasyonuna bağlı mortalite %4, cerrahi mortalite %7 ve toplam mortalite %6 olarak bulundu. Bölgemizde en sık perikardit nedenlerinin tüberküloz perikardit, viral perikardit ve neoplastik perikardit olduğu görüldü. Perikardiyosentezin daha fazla major komplikasyon oluşturmasına rağmen mortalite üzerine etkisi cerrahiden daha düşük bulundu.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Yüksek lökosit sayısının akut miyokard infarktüsü klinik prognozunda önemi
    (1998) Altun, Çakmur Hülya; Altun, Armağan; Adalı, M. Kemal; Hekimoğlu, Sevtap; Cankardeş, Semra; Çolakoğlu, Nilgün; Özbay, Gültaç
    'Bu çalışmanın amacı; yüksek lökosit sayısının, akut miyokard İnfarktüsü klinik prognozu üzerine etkisini araştırmaktı. Akut anterior miyokard infaktüslü, göğüs ağrısının ilk 12 saatinde kliniğe başvuran, yetmiş yaş altında, diabet ve infeksiyonu olmayan ve trombolitik tedavi uygulanmamış 51 hasta iki gruba ayrıldı: Grup A (lökosit sayısı >12000/mm3) ve Grup B (lökosit sayısı<12000/mm3). Yaş, cinsiyet, koroner risk faktörleri, kliniğe geliş saati ve diğer hematolojik parametreleri yönünden gruplar arası farklılık yoktu. Yüksek lökosit sayısına sahip hastaların daha yüksek QRS skoru mevcuttu(p=0.003). Kalp yetersizliği, perikardit, ciddi ventriküler aritmi ve mortalité Grup A, 'da Grup B 'ye göre daha fazla yüzdeydi, fakat istatistiksel olarak anlamlı değildi. Akut miyokard infarktüs sırasında yüksek lökosit sayısına sahip hastaların kötü klinik prognozunun olduğunu ve miyokard infarkt büyüklüklerinin daha geniş olduğunu düşünmekteyiz. Bu nedenle bu hastaların daha dikkatli tedavi edilmesi ve izlenmesi gerekmektedir.

| Trakya Üniversitesi | Kütüphane | Açık Erişim Politikası | Rehber | OAI-PMH |

Bu site Creative Commons Alıntı-Gayri Ticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile korunmaktadır.


Edirne, TÜRKİYE
İçerikte herhangi bir hata görürseniz lütfen bize bildirin

DSpace 7.6.1, Powered by İdeal DSpace

DSpace yazılımı telif hakkı © 2002-2025 LYRASIS

  • Çerez Ayarları
  • Gizlilik Politikası
  • Son Kullanıcı Sözleşmesi
  • Geri Bildirim