Yazar "Çiftdemir, Mert" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 28
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Adölesan idiopatik skolyozun posterior cerrahisinde üst omurga pedikül vidası ve çengel uygulamasının üst kavşak kifozuna etkisi(2010) Özcan, Mert; Sağıroğlu, Seyhan; Çopuroğlu, Cem; Çiftdemir, Mert; Yalnız, ErolGeriye dönük olarak yapılan bu çalışmada, adölesan idiopatik skolyoz hastası olan ve cerrahi tedavi uygulanan 31 hasta incelendi. Cerrahi tedavide posterior enstrümantasyon ve füzyon uygulanan hastalar enstrümantasyonun üst bölgesinde çengel veya pedikül vidası uygulanmasına göre iki gruba ayrıldı. Bu iki grubun preoperatif, erken postoperatif ve geç dönem poliklinik kontrollerinde çekilmiş yan radyografilerinden ölçülen üst kavşak bölgedeki kifoz açıları karşılaştırıldı. Posterior enstrümantasyon esnasında üst vertebraya pedikül vidası uygulandığında çengel uygulanmasına göre sistem daha rijit olmakta ve proksimal kavşak bölgesinde üst kavşak kifoz açısı değerlerinin zamanla artmasını engellediği düşünülmektedir. Bu çalışmada pedikül vidası uygulanan hastalarda erken postoperatif üst kavşak kifoz açı değerlerinin zamanla artış gösterdiği, eğilmenin çengel uygulanan grupta daha fazla olduğu ve üst bölgede anormal kavşak kifozuna yol açabileceği bulundu. Bizim çalışmamızda sadece bir hastada anormal üst kavşak kifozu görüldü. Ayrıca proksimal bölgede pedikül vidası kullanıldığında çengel grubuna göre daha kısa segment füzyona ihtiyaç duyulduğu bulundu.Öğe ANAESTHESIA MANAGEMENT IN SPINAL CORD INJURY PATIENTS(2015) Sağıroğlu, Gönül; Çiftdemir, Mert; Çopuroğlu, Elif; Çopuroğlu, Cem; Şahin, Sevtap HMultitravmalı hastaların %1,3'ünde spinal kord hasarı oluşmaktadır. Spinal kord yaralanmalarında en başta gelen ölüm sebebi aspirasyon ve şoktur. Spinal Kord Hasarlı (SKH) hastaların anestezi yönetiminde en önemli amaç sekonder spinal hasarın önlenmesi dir. Travmada ABC (A: havayolu, B: solunum, C: dolaşım) denilen, ilk aşamada hava yolunun açık tutulması, solunum ve dolaşımın sağlanması hayati önem taşımaktadır. SKH'lı hastada anestezi indüksiyonu, havayolunun sağlanması, anestezi idamesi, hemodinaminin stabilizasyonu hastaların morbidite ve mortalitesini etkileyebilecek farklılıklar göstermektedir. Bu derlemede, spinal kord hasarlı hastaya anestezik yaklaşımlar gözden geçirilmiştirÖğe Birinci lomber omurgada kullanılabilecek en uzun pedikül vidası boyunun belirlenmesi(2011) Çopuroğlu, Cem; Çiftdemir, Mert; Özcan, Mert; Kaya, Murat; Yalnız, ErolAmaç: Pediküller arası mesafe ve faset eklemler arası seviye ile ön korteks arasındaki mesafenin ölçülerek birinci lomber omurgada kullanılabilecek en uzun pedikül vida boyunun belirlenmesi. Hastalar ve Yöntem: Bu çalışma geriye dönük olarak yapılmıştır (n=75, 25 kadın, 50 erkek). Hastaların ön-arka (AP) grafilerinde, L1 omurgalarında pediküller arası mesafe ve yan grafilerinde faset eklemler arası seviye ile ön korteks arasındaki mesafe ölçüldü. Bu ölçümler yardımı ile bir dik üçgen oluşturuldu ve bir katsayı elde ederek koyulabilecek en uzun pedikül vidası boyu hesaplandı. Sonuçlar: Bir dik üçgenin kenarlarının karelerinin toplamı, hipotenüsün karesine eşittir. Pediküller arası mesafenin yarısı ve faset eklemlerin seviyesi ile ön korteks arasındaki mesafe bir dik üçgenin kenarlarını oluşturur. Pedikülden gidebilecek vidanın en uzun mesafesi, bu üçgenin hipotenüsüne eşittir. Pediküller arası mesafenin yarısı ile en uzun vida boyu oranlandığında ortalama 3.448 katsayısı elde edildi. Çıkarımlar: Ön-arka grafide ölçülen pediküller arası mesafenin yarısı, yaklaşık 3 ile çarpıldığında maksimum pedikül vidası boyu hesaplanabilir. Bu yöntem, ameliyat öncesi grafiden, kullanılabilecek en uzun pedikül vidası boyunun hesaplanabilmesi için kolay bir yoldur.Öğe A Case Report: Radiofrequency Ablation For Osteoid Osteoma(Trakya Üniversitesi, 2016) Yiğitbilek, Furkan; Sülün, İrem; Kısa, M. Şevval; Çiftdemir, MertAims: Osteoid osteomas are benign bone-forming tumors which usually occur in long bones of young males. Its most significant finding is severe pain caused by nidus, increasing during nights. The application of radiofrequency ablation is becoming a widespread treatment method. In this case presentation, the aim is to discuss the application of radiofrequency ablation with its different aspects Case Report: Fourteen-year-old male patient had a history of left knee pain for 3 years. After his consultation at Trakya University Orthopaedics and Traumatology Outpatient Clinic, it was confirmed that the pain increases during night and it is localized in left thigh. According to these symptoms, radiological examinations performed to the patient. Taking radiology tests results into consideration, the patient was diagnosed with osteoid osteoma and treated by radiofrequency ablation. Conclusion: Osteoid osteoma is a surgical bone lesion but in late period radiofrequency ablation replaces open surgery because it has a lower risk of relapse, faster recovery, shorter hospitalization time and faster ambulation.Öğe EFFECTIVENESS OF FRACTURE-END REGENERATION OR EXTRACORPOREAL SHOCK WAVE THERAPY IN DELAY OF TIBIAL UNION: EXPERIMENTAL STUDY(2023) Kaya, Murat; Çiftdemir, Mert; Copuroglu, Cem; Özcan, MertOBJECTIVE: The purpose of this present study was to compare the results of fracture regeneration or Extracorporeal Shock Wave Therapy (ESWT) added to the fracture dynamization procedure in the rat tibia delayed union model. MATERIAL AND METHODS: A total of 30 female Sprague-Dawley Rats were divided into three groups. Right tibia transverse diaphyseal fractures were made in all rats. After the intramedullary fixation for delayed fracture union model, the fracture line was distracted with a propylene spacer, which was removed in all groups at the end of the 6th week, and the fracture line was dynamized. Only dynamization was applied to the Control Group (Group 1). The fracture ends were regenerated during dynamization in the fracture-end regeneration group (Group 2). In the ESWT group (Group 3), 15 kV 500 shock waves were applied at the 24th hour of dynamization. After the sacrification at the end of the 12th week, all right tibiae were taken for radiological and histopathological examinations. RESULTS: Radiological and histopathological union scores were found to be significantly higher in Group 2 and Group 3 than in the Control Group (P=0.001). No significant differences were detected between Group 2 and Group 3 in terms of radiological union scores (P=0.254). Histopathological scoring was significantly higher in Group 3 than in Group 2 (P=0.001). CONCLUSIONS: The addition of fracture-end regeneration or ESWT to dynamization in the rat tibia delayed union model allowed us to obtain better radiological and histopathological results when compared to the dynamization group alone. A clinical comparative study will contribute to the literature.Öğe Enstrümantasyonlu posterior dekompresyon uygulanan lomber dar kanal olgularında ameliyat sonrası yaşam kalitesinin değerlendirilmesi(2011) Aykaç, Bilal; Çopuroğlu, Cem; Özcan, Mert; Çiftdemir, Mert; Yalnız, ErolAmaç: Dar kanal, spinal kanalın ve nöral foramenlerin, kemik ve yumuşak dokular tarafından daraltılmasıyla ortaya çıkan klinik tablodur. Biz bu çalışmamızda, dejeneratif lomber dar kanal tanısı nedeni ile enstrümantasyonlu posterior dekompresyon uygulanan 64 hastayı değerlendirerek, uygulanan cerrahi işlemin hasta memnuniyeti üzerine etkinliğini görmeyi amaçladık. Çalışma planı: Mart 2004 Nisan 2008 tarihleri arasında posterior dekompresyon ve enstrümentas- yon uygulanan 64 dejeneratif lomber dar kanallı olgu geriye dönük olarak incelendi. Takip süresi en az bir yıl olan hastalar kontrole çağrıldı. Son klinik muayeneleri yapılarak dejeneratif lomber dar kanal hasta formu ve Japanese Orthopaedic Association formları yardımı ile değerlendirildiler. Bulgular: Olguların yaşları ortalama 59.9, takip süreleri 27.9 ay idi. Ameliyat sonrası iyileşme oranları Japanese Orthopaedic Association skoru ile değerlendirildiğinde ameliyat öncesine göre %63.5 iyileşme tespit edildi, istatistiksel olarak iyileşme yönünde anlamlı fark bulundu (p<0.001). İyileşme oranı (Japanese Orthopaedic Association skoru) ile olguların cinsiyeti (p=0.651), yaşı (p=0.192), ameliyat öncesi şikayet süresi (p=0.095), ameliyattan sonra geçen süre (p=0.933), uygulanan laminektomi seviyelerinin sayısı (p=0.997), ameliyat öncesi eşlik eden deformite varlığı (p=0.773) ve sistemik hastalık varlığı karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunamadı (p=0.052). Ancak sistemik hastalığı olmayanlarda Japanese Orthopaedic Association skorunun daha iyi (%83.3) olduğu görüldü. Çıkarımlar: İleri derecede dejeneratif lomber dar kanallı olguların enstrümantasyonlu posterior dekompresyon tedavisinden fayda gördüğü, iyileşme oranını sekonder faktörlerin etkilemediği ve ameliyat sonrası cerrahi girişime bağlı instabilite izlenmediği görüldü.Öğe The Evaluation of Musculoskeletal System Tumors and Tumor Like Lesions in Thrace Region(Trakya Üniversitesi, 2018) Şenyiğit, Ece; Söyleyici, Begüm; İşkan, Nur Gülce; Çifcibaşı, Hilal Sena; Göztepe, Aslı; Çiftdemir, MertAims: The aim of this study is to evaluate the data belonging to patients who were diagnosed with benign or malignant soft tissue and bone tumors and tumor-like lesions evaluated by musculoskeletal tumor study group of Trakya University Faculty of Medicine in between January 2013 and June 2017 and the relationship between the frequency of benign, malignant bone and soft tissue tumors and tumor-like lesions, with the patients’ age and gender. Methods: The data of 687 patients who were evaluated by the musculoskeletal tumor study group of Trakya University Faculty of Medicine between January 2013- June 2017 were analyzed retrospectively. All of the data was analyzed by using SPSS. Chi-square analysis was used to obtain categorical data in order to point out the distribution of age and gender of patients with musculoskeletal system tumors and tumor-like lesions. Results: The number of patients over the period from January 2013 to June 2017 was 687. The number of patients who were evaluated by biopsy and acquired histopathologic confirmation of their condition was 341. The mean of patients’ ages was 44.3±21.4 (4-92). Among 341 patients, 106 (47.1%) patients were female and 119 (52.9%) patients were male. The mean of females’ ages was 43.7±20.4 (4-92). The mean of males’ ages was 44.7±22.4 (5-90). Conclusion: Benign bone and soft tissue tumors were more common than malignant tumors. Benign bone tumors were predominantly seen in young adults. Our results was consistent with the literature however due to some patients who did not need a pathological sampling, our sample size was smaller than intended. With better archived information, more consistent results could be obtained in further studies.Öğe The Evaluation of Patients With Multiple Level Spinal Fractures Admitted to a Single Institution: a Retrospective Study(Trakya Üniversitesi, 2017) İşkan, Nur Gülce; Şenyiğit, Ece; Söyleyici, Begüm; Çiftdemir, MertAims: The aim of this study is to evaluate the data of the patients who are diagnosed with multiple level spinal fracturesand to find out the most common level of fractures. Furthermore, this data will be examined regarding patients’age, gender, fracture type, cause of the injury, and type of the treatment in order to get a baseline data to improvefuture outcomes.Methods: The data of 42 patients who were diagnosed with multiple spinal fractures in Trakya University Facultyof Medicine Department of Orthopedics and Traumatology in between 2012 and 2017 was analyzed retrospectively.In order to understand the incidence of multiple spinal fractures in both genders, type of the treatment and cause ofthe injury, descriptive analysis as arithmetic mean ± standard deviation, number and percentages, median (mini¬-mum-maximum) were used.Results: There were 42 patients including 32 (76.2%) men and 10 (23.8%) women with a mean age of 41 years.The most common level of injury was T12 (17.5%). The incidence of T11-L1 fractures is 62.1%. 20 (47.6%) of thefractures were caused by motor vehicle accidents. 26 patients were treated surgically and 13 patients had conservativetreatment.Conclusion: Multiple level spinal fracture is a very important clinical problem. It is seen mostly in men andmiddle-aged population. Thoracolumbar transition (T11-L2) is the most affected region due to the biomechanicsof vertebral column. The most common causes of the multiple spinal fractures are motor vehicle accidents and falls.Management of multiple level spinal fractures are based on surgical or conservative treatment modalities. Choosingthe correct treatment option for a patient with multiple level spinal fractures depends on several factorsÖğe Evaluation of Thoracolumbar Injuries in Trakya University School of Medicine According to Aospine Classification System(Trakya Üniversitesi, 2020) Aksu, Gonca; Saran, Sercan; Oflaz, Mahmut Sami; Çiftdemir, MertAims: This study aims to classify the thoracolumbar spinal injuries that were treated in Trakya University School of Medicineaccording to the recent Thoracolumbar AOSpine injury score and crosscheck the classified data with categorical modifiers suchas gender, trauma type and treatment type. Methods: AOSpine Classification System was used to classify thoracolumbar spinalinjuries. Classes were compared with patients’ gender, age, trauma energy and treatment type. Pearson Chi-Squared test and Shapiro-Wilk test were used for statistical analysis. Results: The total number of patients was 248. One hundred fifty-two (61.3%)were male and 96 (38.7%) were female. One hundred and three (86.6%) patients had high-energy trauma and 16 (13.4%) patientshad low-energy trauma in a total of 119 operated patients. Relationship between treatment type and AOSpine Classification System statistically significant. There was also a significant difference between trauma energy and AOSpine Classification Systemtypes. Conclusion: As a conclusion, gender and trauma energy were found to have a relationship and higher energy traumas weremost likely to cause spinal fractures. In addition, AOSpine classification system may be one of the confounding factors regardingthe choice of treatment. Keywords: Classification, spine, injuryÖğe Frequency of cervical dislocations in a group of cervical injured patients(2011) Çopuroğlu, Cem; Özcan, Mert; Çiftdemir, Mert; Ulusal, Ayşe Ovul; Yalnız, ErolAmaç: Boyun bölgesi yaralanmaları tüm omurga yaralanmaları içinde en zor yaralanmalardır. Bu bölgeden geçen nörolojik yapıların önemi, yaralanmanın morbidite ve mortalitesini arttırmaktadır. Boyun bölgesi yaralanmalı bir hasta grubu içinde servikal çıkık sıklığını değerlendirmeyi amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Boyun bölgesi yaralanmalı bir grup hastayı geriye dönük olarak inceledik. Çalışma grubunu, bizim kliniğimizde 1999-2009 yılları arasında servikal yaralanma nedeni ile tedavi gören hastalar oluşturdu. Servikal yaralanmalı hasta grubu içinde (n=142), servikal çıkıklar değerlendirildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, travma şekli, yaralanmanın anatomik yerleşimi ve hastaların nörolojik muayeneleri kaydedildi. Sonuçlar: Servikal yaralanmalı 142 hasta içinde 40 servikal çıkıklı hasta tespit edildi. Bu çıkıkların biri atlanto occipital çıkık idi, 10 C1- 2, 3 C2-3, 4 C3-4, 3 C4-5, 10 C5-6, 7 C6-7 ve 2 C7-T1 çıkık tespit edildi. Hastaların yaş ortalaması 41.2 (4-76), 27 erkek, 13 bayan hastadan oluşuyordu. Beş hasta minor yaralanma sonucu, 17 hasta trafik kazası sonucu ve 18 hasta yüksekten düşme sonucu yaralanmıştı. Çıkarımlar: Servikal çıkıklar boyun bölgesi yaralanmalarının büyük bir bölümünü oluştururlar. Daha çok yaralanan bölgeler, daha hareketli olan üst ve alt servikal geçiş bölgeleridir.Öğe HALLUKS VALGUS TEDAVİSİNDE MODİFİYE CHEVRON OSTEOTOMİSİ UYGULAMALARIMIZIN ORTA VE UZUN DÖNEM SONUÇLARI(2019) Yılmaz, Barış; Heybeli, Nurettin; Çiftdemir, Mert; Ünver, Kağan Volkan; Özcan, Mert; Çopuroğlu, CemAmaçHalluks valgus nedeniyle modifiye Chevron osteotomisi uyguladığımız olgularımızın orta ve uzun dönem sonuçlarını değerlendirdik.Gereç ve YöntemTakip süreleri 24 aydan uzun-60 aydan kısa olan 37 olgu (%57.8) orta dönem takip olguları (Grup 1) ve takip süresi 60 aydan uzun olanlar 27 olgu (%42.2)(Grup 2) uzun dönem takip olguları olarak belirlendi. Tüm olguların yaş, cinsiyet, taraf ve takip süreleri kaydedildi. Cerrahi öncesi ve son kontrollerinde halluksvalgus açısı ve intermetatarsal açıları ölçüldü. Klinik sonuçlar Amerikan Ortopedik Ayak-Ayak Bileği Derneği Skorları (AOFAS) ile değerlendirildi.BulgularÇalışma 21’i (%32.8) erkek, 43’ü (%67.2) erkek toplam 64 olgu ile yapılmıştır. Yaş ortalaması 47.41±9.80 (21-74) yıldır. Ortalama takip süreleri 53.25±19.18(24-93) aydır. Olguların 34’ünün (%53.1) sağ, 30’unun (%46.9) sol tarafına cerrahi uygulanmıştır. HVA ortalaması Grup 1’de operasyon öncesi 33,11±3,39 ikenoperasyon sonrası 14,59±1,88 ; Grup 2’de ise operasyon öncesi 33,85±3,58 iken operasyon sonrası 14,11±1,91 bulunmuştur. IMA ortalaması Grup 1’de operasyon öncesi 11,43±1,3 iken operasyon sonrası 7,76±1,5; Grup 2’de ise operasyon öncesi 11,7±1,3 iken operasyon sonrası 7,74±1,56 bulunmuştur. Grupların AOFAS değerlendirmeleri için Grup 1 de operasyon öncesi ortalama 50,03±8,09 iken operasyon sonrası 90,35±6,75 bulundu. Buna karşılık Grup 2 de operasyon öncesi 49,78±8,96 iken operasyon sonrası 90,26±6,59 olarak bulundu.SonuçModifiye Chevron osteotomisi uygulanan olguların klinik sonuçlarının hasta memnuniyeti açısından, hem orta hem de uzun dönemde iyi olduğu, hallux valgusdeformitesinin cerrahi tedavisinde uygun olgularda tercih edilebilecek iyi bir cerrahi metod olarak görülmektedir.Öğe Humerusun Ekleme Yakın Alt Uç Kırıklarının Cerrahi Tedavisinde Olekranon Osteotomisi Mutlaka Gerekli Midir?(2017) Yılmaz, Barış; Sarıdoğan, Kenan; Çopuroğlu, Cem; Çiftdemir, Mert; Özcan, Mert; İmge, ErdiAmaç: Humerus ekleme yakın alt uç kırığı nedeniyle açık redüksiyon ve paralel plak tekniği ile internal tespit uygulanan olgularda olekranon osteotomisinin gerekliliği ve klinik sonuçlar üzerine etkilerinin incelenmesi amaçlandı.Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza dahil edilen 43 olgu kendi içlerinde; operasyonlar esnasında olekranon osteotomisi uygulanan (Grup 1) ve paratrisipital girişim uygulananlar (Grup 2) olarak 2 gruba ayrıldı. Olgular yatış, takip ve cerrahi süre, eklem hareket açıklıkları, komplikasyon gelişip gelişmediği ve fonksiyonel açıdan Mayo dirsek performans skorları ile değerlendirildiler.Bulgular: Olguların yaş ortalaması 44.35±11.61 yıldır. Gruplar arasında yaş, cinsiyet, taraf dağılımı, yatış süresi, takip süresi ve eklem hareket açıklıkları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p> 0.05). Operasyon süreleri Grup 1 de ortalama 133.04±18.14 dakika, Grup 2 de 171±15.1 dakika olarak bulunmuş olup Grup 1'in operasyon süresi ortalaması, Grup 2'den istatistiksel olarak anlamlı düzeyde kısa bulunmuştur (p:0.001; p< 0.05). Her iki grupta da cerrahi esnasında ve sonrasında her hangi bir komplikasyona rastlanmazken, radyolojik ve klinik olarak da kaynama ile ilgili bir sorunla karşılaşılmadı. Mayo dirsek performans skoruna göre Grup 1'de ortalama skor 85.65±4.34 ve Grup 2'de ortalama skor 90.25±4.13 olarak bulunmuştur. Bu sonuca göre Grup 1'de Mayo skoru ortalaması Grup 2'den istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur (p:0.001; p< 0.05).Sonuç: Paratrisipital girişim yapılanlarda olumsuz olarak sadece cerrahi sure uzarken, avantaj olarak ise daha iyi hareket eklem açıklığı ve fonksiyonel sonuç elde edilmiştir. Sonuç olarak humerusun ekleme yakın alt uç kırığı nedeniyle açık redüksiyon ve paralel plak tekniğiyle internal tespit uygulanan olgularda olekranon osteotomisi eklemin bütünlüğünü bozmamak amacı ile zorunlu olmadıkça yapılmamalıdır.Öğe Kalçası kırık hastalarda tespit edilen risk faktörlerinin incelenmesi(2011) Çopuroğlu, Cem; Ünver, Kağan Volkan; Özcan, Mert; Çiftdemir, Mert; Turan, Fatma Nesrin; Çuporoğlu, ElifAmaç: Kalça kırığı, yaşlılarda sık karşılaşılan, önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Biz bu çalışmada, üniversite hastanemizde tedavi edilen kalça kırıklı hastalarda, eşlik eden risk faktörlerinin analizini yapmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Aralık 2008-Temmuz 2010 tarihleri arasında, kalça kırığı nedeni ile kliniğimizde tedavi edilen 180 hastanın verileri incelendi. Hastaların ameliyat öncesi günlük aktivite düzeyleri, kırık tipi, düşme mekanizması, hastaların mevcut hastalıkları değerlendirildi ve ameliyat öncesi biyokimyasal değerleri ile istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışma grubunu, yaş ortalaması 73.9 (24-103) olan 180 hasta (72 erkek, 108 kadın) oluşturdu. Hastaların 118 tanesi intertrokanterik femur kırığı, 54 tanesi femur boyun kırığı ve 8 tanesi subtrokanterik femur kırığı nedeni ile başvurdu. Hastaların 43 (%24) tanesinde kırığa eşlik eden dahili patoloji saptanmazken, 22 tanesinde hipertansiyon, 10 tanesinde kanser, 7 tanesinde kalp rahatsızlığı, 6 tanesinde diyabet ve 75 (%42) tanesinde birden fazla hastalık mevcut idi. Sonuç: Kalça kırıkları sık görülen yaralanmalardır ve yaş ortalaması arttıkça görülme sıklığı artmaktadır. Çoğunlukla bayanlarda ve basit düşmelerle oluşabilen osteoporotik kırıklara dahili problemler de eşlik etmektedir. Kalça kırıklarının neden olduğu morbidite ve mortaliteyi azaltmak için, kırık tedavisi ile birlikte diğer metabolik nedenler kontrol altına alınmalıdır.Öğe Metastatik omurga tümörlerinde cerrahi tedavi(2008) Yalnız, Erol; Çiftdemir, Mert; Karaşahin, Ali Rıza; Yılmaz, BarışMetastatik kemik tümörleri omurganın en sık görülen malign tümörleridir. Omurgaya en sık akciğer ve meme kanserleri metastaz yapar. Metastatik tümörler tüm omurga içinde en sık torakal bölgede görülürler. Metastatik omurga tümörlü hastalar genellikle ciddi ağrı çekerler ve kimi zaman bu ağrı nedeniyle kısıtlanma yaşarlar. Hastalık daha da ilerlediğinde omurgada instabiliteler, patolojik kırıklar ve buna bağlı nörolojik bulgular ortaya çıkabilir. Cerrahi tedavi tümörün geniş rezeksiyonu ve spinal stabilitenin korunması temeline dayanır. Omurga metastazları multidisipliner bir şekilde ele alınmalıdır. Metastatik omurga tümörlü hastalarda cerrahi tedavinin hedefi etkin analjezi temini ve hastanın yaşam kalitesinin arttırılmasıdır.Öğe Non-operative treatment in children and adolescents with atlantoaxial rotatory subluxation(2012) Çiftdemir, Mert; Çopuroğlu, Cem; Özcan, Mert; Ovul, Ayşe Ulusam; Yalnız, ErolAmaç: Atlantoaksiyel rotator subluksasyon (AARS) çocuk ve adolesanlarda baş-boyun hareketlerinde kısıtlılık ve tortikollisle kendini gösteren, genellikle tanıda güçlük yaşanan ve beraberinde potansiyel riskler barındıran bir durumdur. Bu çalışmada cerrahi dışı yöntemlerle tedavi edilen 12 AARS olgusunun retrospektif analizi sunulmaktadır. Hastalar ve yöntem: AARS nedeni ile cerrahi dışı yöntemlerle tedavi edilen, ortalama yaşı 11,5 olan 12 hasta travma ve üst solunum yolu enfeksiyonu öyküsü, ek yaralanmalar, radyolojik bulgular, semptomların süresi, mentooksipital traksiyonun miktarı ve süresi ile tedavinin klinik sonuçları açısından değerlendirildi. Bulgular: Olguların 8’inde travmatik AARS saptanırken, 4 olguda subluksasyonların ardında travmatik bir neden bulunamadı. Olguların 10’unda Fielding ve Hawkins’e göre tip I, 2’sinde ise tip II subluksasyonlar saptandı. Tüm olgular yatak başı mentooksipital traksiyonla tedavi edildi. Traksiyonda kullanılan ortalama ağırlık 1,8 kg iken, ortalama traksiyon süresi 3,75 kg olarak hesaplandı. Olgular traksiyonla elde edilen klinik düzelmenin ardından 3 hafta Philadelphia boyunlukla takip edildi. Altıncı ay kontrollerde hiçbir olguda baş-boyun hareketlerinde kısıtlılık ve ağrı saptanmadı. Sonuçlar: Atlantoaksiyel eklem, baş rotasyonunun çoğundan sorumlu olan karmaşık bir yapıdır. Çocuk ve adolesanlarda boyun ağrısı ve torticollis ayırıcı tanısında atlantoaksiyel eklem patolojileri ve AARS mutlaka düşünülmeli ve ekarte edilmelidir. Tanıda gecikme yaşanan olguların tedavisinde cerrahi dışı yöntemlerle başarı şansı düşüktür.Öğe Omurga cerrahisinde otojen kemik greftlerinin alındıkları bölgeye uygulanan hemostatik ajanların karşılaştırılması(2011) Çopuroğlu, Cem; Ercan, Selçuk; Özcan, Mert; Çiftdemir, Mert; Turan, F. Nesrin; Yalnız, ErolAmaç: Çalışmamızda, omurga füzyonunda kullanılan otogreftlerin, alındıkları bölgeye uygulanan hemostatik ajanların etkilerinin incelenmesi amaçlandı.Çalışma planı: Çalışmaya Mart 1999 ve Ekim 2002 tarihleri arasında spinal füzyon cerrahisi geçiren 66 hasta (26 erkek, 40 kadın; ortalama yaş: 42.9) kabul edildi. Hastalar hemostatik ajan seçimine göre rastgele 4 farklı gruba ayrıldı. Çalışma grupları; kemik mumu uygulanan hastalar (Grup 1), spongostan uygulanan hastalar (Grup 2), spongostan uygulanıp 10 dakika sonra alınan hastalar (Grup 3) ve hemostatik ajan uygulanmayan kontrol grubu (Grup 4) şeklinde oluşturuldu. Grupların seçiminde, hastaların yaşı, cinsiyeti, tanısı ve insizyonun şekli dikkate alınmadı. Hastaların drenaj miktarları kapalı emici drenaj sistemleri ile değerlendirildi. Drenaj miktarı günlük 30 cc’nin altına düşen hastalarda drenaj sistemleri 48 saat takip edilip sonlandırıldı.Bulgular: Grup 1’de hematom miktarında oldukça anlamlı bir azalma tespit edildi. Grup 2 ve 3’te gözlenen hematom miktarı kontrol gubundakinden az idi. Greft alımı için ayrı bir insizyon söz konusu olduğunda, spongostanın sahada bırakılmasının (Grup 2) uygulanıp alınmasından (Grup 3) daha etkin olduğu görüldü.Çıkarımlar: Kanayan süngerimsi kemik yüzeylerine, kemik mumu ve spongostan uygulanması kanama miktarını azaltır. Hemostaz açısından kemik mumu, spongostana göre daha etkindir.Öğe Omurga kırıklarında perkütanöz vertebroplasti ile tedavinin ağrı üzerindeki etkisi(Trakya Üniversitesi, 2006) Çiftdemir, Mert; Yalnız, ErolÖZET Bu retrospektif çalışmada osteoporotik omurga kırığı ve patolojik omurga kırığı tanıları ile yatırılarak 35 seviyeli perkütanöz vertebroplasti uygulaması ile tedavi edilen 26 olgu incelendi. Bel ve sırt ağrısı ile başvuran olgular osteoporoz, malignite ve travma öyküleri alındıktan sonra, radyolojik olarak değerlendirildi. Kırıkları akut veya subakut olan olgular tedaviye aday bulundu. Operasyonların hepsi ameliyathanede, 3 olgu dışında tamamı lokal anestezi ve sedasyon altında yapıldı. Operasyon sonrası 6. saatte ayağa kaldırılan olgular operasyondan sonraki gün taburcu edildiler. Olgular operasyon öncesinde, operasyondan 24 saat sonra ve operasyondan 1 ay sonra vizüel analog skala yöntemi kullanılarak değerlendirildi. Olgulardaki ağrının niteliği ve şiddeti ile bu ağrının gideriminde kullanılan tedavi yönteminin etkinliği, operasyon öncesi, operasyon sonrası ve takip periyotlarında elde edilen veriler kullanılarak istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Analiz sonucunda, uygulanan tedavinin, olguların gün içi rutin aktivitelerde operasyon öncesi yaşadıkları kısıtlanmayı ve ağrı kesici ilaçlara olan ihtiyaçlarını belirgin şekilde azalttığı, ayrıca olguların günlük yaşam aktivitelerinde, sosyal-ailesel ilişkilerinde ve iş yapma yeteneklerinde operasyon öncesinde var olan, ağrıdan kaynaklanan olumsuz etkileri de büyük ölçüde giderdiği görüldü. Sonuçta, bu çalışmada kullanılan tedavi yönteminin omurga kırıklarının tedavisinde kullanılabilecek etkili, güvenilir, hızlı, ekonomik ve yarı invaziv bir yöntem olduğu görüşüne varılmıştır. Anahtar Kelimeler: Omurga kırıkları, kemik çimentosu, ağrı ölçümü 90Öğe Omurga kırıklarında uygulanan cerrahi girişim yöntemlerinin bölgesel kifoz açısı üzerine etkilerinin karşılaştırılması(2009) Özdemir, Gökhan; Çopuroğlu, Cem; Özcan, Mert; Çiftdemir, Mert; Yalnız, ErolTorakolomber ve lomber omurga kırıklarında cerrahi tedavinin amacı, omuriliğin dekompresyonu ve deformitenin düzeltilmesidir. Bu çalışmada, torakolomber ve lomber kırıklı hastalarda uygulanan anterior, posterior ve anterior-posterior kombine cerrahi girişimin bölgesel kifoz açısına etkilerini karşılaştırılması amaçlanmıştır. Torakolomber ve lomber bölgede, kompresyon veya patlama kırıklı, cerrahi yöntemlerle tedavi edilmiş 62 hasta geriye dönük olarak incelenmiştir. Ameliyat öncesi, ameliyat sonrası ve takip grafilerinde bölgesel kifoz açısı ölçülmüştür. Uygulanan cerrahi girişim yöntemine göre bu açılar karşılaştırılmıştır. Erken cerrahi uygulaması ve enstrümantasyonun, cerrahi ile elde edilen korreksiyonun kaybı ile korele olduğu belirlenmiştir. Posterior cerrahi girişimlerde uygulanan laminektominin düzelme kaybına etkisinin olmadığı gözlenmiştir. ‹mplantasyonun boyu, füzyon ve transpediküler vida uygulanan omurganın bir alt seviyesindeki omurganın laminasına uygulanan kanca düzelme kaybına etki etmemektedir. Torakolomber ve lomber vertebra kırıklarının cerrahi tedavisinde, her cerrahi girişim şeklinden sonra farklı düzelme kayıpları gözlenmektedir. Kombine anterior-posterior cerrahi girişimin travma sonrası kifoz açısını düzeltici etkisi göz önüne alındığında, takip sürecindeki düzelme, anterior ve posterior cerrahi girişimlerle karşılaştırıldığında daha yüksek bulunmuştur.Öğe Omurga tüberkülozlu hastalarda cerrahi tedavi sonrası uzun dönem takip sonuçları(2011) Çopuroğlu, Cem; Yılmaz, Barış; Çiftdemir, Mert; Özcan, Mert; Çopuroğlu, Elif; Yalnız, ErolAmaç: Bu çalışmanın amacı, ciddi komplikasyonlara yol açabilen omurga tüberkülozunun, erken tanı ve etkin bir cerrahi tedavi sonrası takip sonuçlarını incelemektir. Hastalar ve Yöntem: Çalışmamızda 1999- 2006 tarihleri arasında omurga tüberkülozu tanısı ile cerrahi tedavi uygulanan ve uzun dönemtakibi yapılan 27 olgu incelendi. Olguların şikayetleri, tanı öncesi süre, muayene bulguları, cerrahi teknikler ve uzun dönem takip sonuçları değerlendirildi. Sonuçlar: Çalışma grubumuz yaş ortalaması 53.9 (27-76) olan 12 erkek ve 15 bayan hastadan oluşmaktaydı. Ondört hastanın tutulumu torakal bölgede, 13 hastanın ise lomber bölgedeydi. Ana semptom lokalize ağrı idi ve ağrı lokalizasyonu tutulumun seviyesi ile uyumluydu. Kilo kaybı, halsizlik, ateş, gece terlemesi gibi hastalığın sistemik bulguları sıklıkla eşlik etmekteydi. Fizik muayenede lokal hassasiyet, kas spazmı ve hareket kısıtlılığı belirgindi. Hiçbirinde komplet nörolojik defisit yoktu. Dört olguda (% 14.8) kuvvet kaybı ve hipoestezi mevcut idi. Kesin tanı konulana kadar ki semptomların süresi ortalama 176.3 (10-360) gündü. Cerrahi tedavi yöntemi olarak 5 (% 18.5) olguda anterior debritman ve otojen strut greft ile anterior füzyon, 22 (% 82.5) olguda anterior dekompresyon+füzyon ve posterior enstrümantasyon ve füzyon uygulandı. Uzun dönem sonuçlarımıza göre mortaliteye hiç rastlanmazken cerrahi sonrası sadece 2 (% 7.4) olguda inguinal ve paravertebral fistül ile sonuçlanan nüks görüldü. Çıkarımlar: Omurga tüberkülozlu hastalarda gecikmiş tanı, medikal tedavinin yetersiz kalması ve ilerleyici nörolojik tablo, cerrahi tedavi yöntemlerine gereklilik doğurur. Günümüzde altın standart kabul edilen anterior radikal debridman ve füzyon, tek seviyeli olgularda yeterli iken, birden fazla seviyeli omurga tüberkülozu olgularında anterior debridman ve füzyona, posterior enstrümantasyon ilave edilmesi, erken mobilizasyona ve stabilizasyona yardımcıdır, korreksiyon kaybının az olmasını sağlar.Öğe Periosteal Chondroma of the Femur: a Case Report(Trakya Üniversitesi, 2018) Şenyiğit, Ece; İşkan, Nur Gülce; Çiftdemir, MertAims: Periosteal chondroma is a rare and benign cartilage tumor seen mostly in long bones and in patients under30 years of age. In this case report, it is aimed to present a 16-year-old female patient with a periosteal chondroma inthe distal femur.Case Report: A 16-year-old female patient was admitted to the hospital with the history of pain in her distal partof right thigh. A superficial cortical erosion with well-defined borders without any relation to the intramedullaryarea was seen in magnetic resonance imaging. The lesion was regarded as periosteal chondroma and marginal excisionwas performed.Conclusion: This case report shows the importance of the differential diagnosis in cortical lesions. Periostealchondroma may be considered when a patient has a history of long term pain in adolescent age group